- 991 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR GECE YARISI
Uykusuz gözlerde sabah olmuyor…
Bir gece yarısı…
Pencerenin önünde şehrin ışıklarını seyrederken,
uzaktan bir şarkı geliyor kulağıma.
Mireille Mathieu…
“Un dernier mot d’amour…”
Büyüleyici bir ses…
Suyu, ve banyosu olmayan bir kulübede büyüdüğünü söylüyordu bir röportajında. Fakirlik içinde… Babasının en büyük arzusuymuş şarkıcı olmak. Ama mümkün olmamış. Bu yüzden, hiç değilse çocuklarından birinin şarkıcı olmasını çok istemiş. Mireille Mathieu, babasının hayalini gerçekleştirdiği için çok mutlu. Küçük şeylerden mutlu olmayı bilmenin kendisine huzur verdiğini de ilave ediyordu sözlerine…
İç huzuru… Çok önemli. İnsan hayatını şekillendiren, anlamlı kılan müthiş bir şey… Öyle bir hayatın sonrasında böyle bir sanatçı.
Çok farklı bir ses, çok farklı bir yorum.
Tıpkı Edith Piaf gibi…
Ne kadar güzel olsa da, hiçbir taklit aslı gibi olamaz.
Fransız şanson müziği…
O ekolün duayenidir Edith Piaf…
“Je vous salue madame…”
Çığlık çığlığa bir yanık ses… Ne güzel söyler o şarkıyı…
İkinci Dünya savaşında, savaşa inat söylediği barış şarkılarıyla daha bir anlam kazanmıştır Edith Piaf ve şarkıları…
Yanık, yumuşacık; gırtlağın her bir düğümünde ayrı estetik kazanan su gibi bir ses…
Etkileyici ve hüzünlü…
Uzaklara alıp götüren…
Derinlere sürükleyen…
Söyleyen Mireille Mathieu ama, aklımdaki ses Edith Piaf…
Gecenin derinliklerinden kopup, usulca ve titreyerek süzülüyor penceremden…
Ay, geceyi hafif hafif aydınlatmaya çalışıyor…
Güzel bir ambians…
Ve şarkı bitiyor…
Sessizliğin sesi ay’ın halesinde şekilleniyor bir anda, hayatın gürültüsüne inat…
Penceremi kapatıyorum…
Elim, yanı başımda duran müzik çalarımın tuşuna dokunuyor…
Özdemir Erdoğan o içli sesiyle geceye damgasını vuruyor.
“Sevdim seni bir kere
Başkasını sevemem
Deli diyorlar bana
Desinler değişemem
Desinler değişemem…”
Aşk… İnsanı bambaşka dünyalara götüren, can yakan, mutlu eden, çözülemeyen ve arzulanan bir duygu, bir iç çekiş… Herkes o duyguyu yaşadığını söylese de gerçekte çok az kişi yaşamıştır aslında… Ve bu yüzden, o duyguyu, o cezbeyi gerçekten yaşayabilenler destanlaşmışlar…
Hani denir ya:
“Çöle ekilen sevgi tomurcuklarını göz yaşlarıyla sulayıp, yeşermesi için bin yıl sabredebilmektir aşk...” Aşk, almadan vermek, sevgilide ölmektir…
Ne diyordu Özdemir Erdoğan,
“Deli diyorlar bana
Desinler değişemem…”
Aşk için…
……
Herhalde eskidendi o gerçek aşklar. Şimdilerde sevgiler de yalan oldu… Menfaat yoksa işin içinde, buharlaşıp uçuyor sevgiler…
Boş kalıyor, havada kalıyor duygular…
Mırıldanıyorum kendi kendime: Bir şeyler eksilmiş bu hayatta… Dünyanın, duyguların, hayatın tadını kaçıranlar var. Büyük heveslerle başlayan bir çok şey, çürük temeller üzerine kuruluyor gibi… Sadece heves etmek yetmiyor ki, gönülden istemek gerek…
Bir tv. Programında, heves etmek ile ilgili güzel bir fıkra dinlemiştim Özdemir Erdoğan dan…
O fıkrayı hatırlıyorum birden:
Salomon bir gün aniden ölür. Karısı feryat edip ağlamaya başlar:
- Ah vre Salomon, sen ne bilgili, ne çalışkan adamdın… Çok şeyi bilirdin.. İngilizce bilirdin, Fransızca bilirdin, Almanca bilirdin…
Aile dostları Mişon, yanına yaklaşır usulca:
- Yook vre, Salomon bu dediklerinin hiç birini bilmezdi, neden böyle söylüyorsun?
Kadın, ağlayarak söylenmeye devam eder:
- Bilmez idi ama, heves eder idii, heves eder idii…
Evet, gönülden istemek ve yapabilmek lazım…
Sadece heves etmek yetmiyor…
……… ……….. ………..
Vakit gece yarısını geçti mi, şarkılar bir başka tesir ediyor insana…
Bu kez rast gele bir müzik seçiyorum…
“Şarkılarda neşeyi hep ararmış diyorlar,
Yalnızlığın matemi seni sarmış diyorlar,
Ömrünün ufukları hep kararmış diyorlar,
İnanırdım ben sana, yalandır diyebilsen…”
Rahmetli Özdemir Kiper ağabey bu sözleri yazarken, neler hissetmişti kim bilir?
Artık, güzellikleri yaşamayı, güzel bir şeyler duymayı, inanmayı ne kadar da özler olduk…
İnsanın acısını, sevincini, aşklarını, günahını, kutsallığını anlatan şarkılar…
İnsana dair, hayata dair…
İnsanın şarkısını söyleyen şarkılar.
Ve hepimiz insan gibi yaşamak için hayata ait ne çok şey özlüyoruz hayatımızda…
“Hayatın eksiği var, hayat eksik hayatta” diyor ya üstad Necip Fazıl…
Hayatlarımız, şarkılar kadar billur, sevgiler kadar sıcak değil aslında.
Zaten sevgi, bu günkü hayatlarda ne kadar yer tutuyor o da meçhul…
İkinci dünya savaşı yıllarında sevgi ve barış şarkıları söylemiyor muydu Edith Piaf, savaşan dünyaya inat?
Bugün, sevgiye ve barışa ihtiyaç yok mu?
Ama bunlar yalnız şarkılarda olmamalı.
Gönülden istemek ve yapabilmek gerek…
İnsanı insan yapan değerlere neler oluyor?
İnsan olmanın güzelliğiyle insan gibi yaşayabilmek hayali ve umudu hep var olacak ama…
Peki, bunca erozyona ve hatta zaman zaman derin uçurumlara sebep olan şeyler nedir hayatlarımızda?
Kendimizi ararken, içsel coğrafyamızda tabulaştırdığımız güdüsel kalıpların arasına mı sıkışıyoruz ?
“Beni ilgilendirmez”lerin kılıfıyla gerçeklerden kaçıp, başımızı kuma mı gömüyoruz?
Ya da, nostaljik özlemlerimizle, bugünlerden dün’lere bir kaçış mıdır yapmaya çalıştığımız?
Veya, tükettiğimiz her şey ürettiğimiz her şeyin önüne geçtiği için mi bu “çıkmaz”larımız?
Dün’den bu güne getirdiklerimiz, bu günden yarınlara bırakacaklarımıza cevap verebilecek mi?
Hırslarımız mıdır bizi ideallerimizden, sevgilerimizden uzaklaştıran?
Ne çok sorgulanacak şey var, geçmişten bu güne süregelen…
Ne çok…
Hırsların içinde var olan “her şeye rağmen” düşüncesi aslında yok eder hedeflerimizi, onca fedakarlığa katlanmışken. Amaçladığımıza ulaştığımızda ise, o yolda yok ettiklerimiz yüzünden, yerinde bulamayız o hayal ettiğimiz hazzı, mutluluğu…
Hedefe doğru yol alırken çok şey kaybettirir hırslar. Ama yine de kurtaramayız kendimizi onun kıskacından. Oysa “azim” denen; sevgi, sebat ve sadakatle, doğru yolda hedefe kenetlenme duygusunu unuturuz çoğu kez.
Evet…
“Ne olursa olsun” değil,
Hayata güzellikler katarak yaşamak.
Asl’olan budur ve de bu olmalı yaşamın anlamı.
Günümüzü, geleceğimizi karartmadan; hayata, insanlara sevgiyle bakarak ya da, en azından böyle olmaya gayret ederek…
Bakışların benimle konuşur her an
İnanırım sözlerin olsa da yalan
Alev alev içimde sensin hep yanan
Söyle şu kalbim seni nasıl sevmesin
Ve gecenin sonunda kapanışı da yine, rahmetli Özdemir (Kiper) ağabeyin sözleriyle kendi bestemi dinleyerek yapıyorum.
“ Söyle, şu kalbim seni nasıl sevmesin? …”
Hayatı sevmek gerek ama bunun için, önce insanı sevmek gerek.
İnsanı sevmek: Bizim gibi düşünmese de, bir arada yaşamanın gereği olarak onu her şeyiyle kabul edip hazmedebilmek gerek.
Ne diyordu Özdemir Erdoğan:
“Hayatta en zor olan
Bir insanı tanımak
Kabul etmek huylarını
Değişmeden bir olmak …”
Sevilmek için, önce sevmeyi bilmek gerek.
Bir gece yarısı…
Her şey, derinden gelen bir Mirelle Mathio şarkısı ile başlamıştı…
Erol Güldiken