Hangi Özür?
BALANS AYARI DEĞİL ÜÇ AYDIN FERASETİ
Bekir YALÇINKAYA/Sincan
Çok OLANAK’lı okuyan, çok DİYE DÜŞÜNEN, meseleleri çok TÜM’ce BÜTÜN’leştirmeye çalışan ve bir ihtimal yarın MİLLİ’liği MİLLİSEL’leştirecek olanlarımıza bir sorum var; “Ermeni soykırımı iddialarını ilk defa ortaya atan kişi kimdir?”
Siz cevap vermeden önce ben diyeyim ki; herhalde, anaları, bacıları yakılan ve ‘ırzıma geçilmesin’ diye kendini Van Gölü’nün derin sularına atarak boğulanların neslinden birileri değil. Ya kim?
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Kurumu Başkanı Prof. Sadık Tural’a göre, bu iddiayı ve propagandayı ilk kez ortaya atan kişi, 1915 yılında Anadolu’yu gezen eşcinsel Papaz Johannes Lepsius’tur. Evet.. Eşcinsel Lepsius, bedeni ihtirası cihetince bana bir anda Lawrence’i hatırlattı. Osmanlı’yı arkadan vuran kardeş Arap Milletleri’nin aklını ve bedenini çalan kıvrak adam Lawrence, bir adil imparatorluğun Ortadoğu’daki hükmüne tesir edici oynak.. Ötekisi, yani aynı ruh çizgisinde Anadolu’yu gezerek Ermeni Soykırımı propagandasını yürüten Lepsius da aynı oymaktan bir oynak..
Ama, garip olanı, bu oymağa tabiiyet gösteren bizim oynakların, kendi tarihini inkâr ile ceddinin arkadan vurulmasına.. yakılıp yıkılmasına, ırzına geçilmesine rağmen bir özür dileme özürlüğüne düşmeleri.. Peki bunların şimdi, Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Halaçoğlu’nu mahkûm eden Haçlı İsveç Mahkemeleri’nin Ermeni güdümlü savcılarından ne farkı var.. Ya da.. neyse dilimin ucuna geldiğince yazmak istemiyorum..
Bir zamanlar bin yıl sürecek denilen şu malûm Post-Modern Darbe’nin Balans Ayarlı Vadisi Sincan’da faaliyet gösteren Kars Ardahan ve Iğdırlılar Derneği tarafından düzenlenen ‘1915’te Neler Oldu’ konulu panelde işte o mahkûmiyeti devlet kanalıyla iptal ettirilmiş dâvâ adamı Profesör Doktor Yusuf Halaçoğlu, öyle misallerle şu Soykırım yalanını anlattı ki, duysalardı, özürcü özürlüleri utançlarından yerin dibine girerlerdi.
Dâvâ dostum Halaçoğlu; “Dünya’yı sömüreceksiniz, zencileri esir diye satacaksınız. Ondan sonra geleceksiniz ’bize siz soykırım yaptınız’ diyeceksiniz. Asıl soykırım yapacak nitelikte olacak insanlar kendileridir. Van’da 24 Mayıs 1915’de taş üstünde taş kalmamış, her şey dümdüz edilmiş ve 80 bin insan katledilmiştir” diyerek uzun uzadıya meseleleri anlattı. Osmanlı’ya tebaa Ermeniler’in nasıl Ruslar ile işbirliği yapıp kendi bindikleri dalları kestiklerini, Tehcir’in fiziki ve ruhi yönlerini, özellikle de o günün isyancı Ermeniler’inin nasıl İngiliz ve Fransız gibi Anadolu’yu işgâle kalkışan devletlerce kullanılıp, sonra da ortada bırakıldıklarını belgeleriyle ortaya koydu. Sözlerinin sonunda da “biz belgelerimizle her şeyi tartışmaya hazırız. Soykırım iddiasında bulunanlar da belgeleriyle gelsinler. Tartışalım.. Ki gelmeleri mümkün değil. Zira haksızlıkları ortaya çıkacak korkusunu yaşıyorlar. Propagandanın asıl amacı bu” gerçeğine işaret etti. ..Ve Halaçoğlu’nun özeti şuydu: “Biz Dünya’da çok fazla devlet kurmuşuz, böyle bir milletiz. Bugün ’Türkiye Cumhuriyeti yıkılmaz’ demeyin. Devletler yıkılır. İnsanlar gibidir devletler. Birbirimizi “bu Alevi’dir, bu Sünni’dir, bu Kürt’tür, bu Türk’tür” diye ayırım yapacak mıyız? Yoksa aynı çatı altında hepimiz akıllı olup birlik ve beraberlik içinde mi olacağız?”
Bana göre, Dernek Başkanı Seyfettin İltir’in; “ben ecdadımı arkadan vuran, Ruslar ile işbirliği yapan ve Kars bölgemizde toplu mezarlara sığmayan ecdadımı katledenlerden özür dileyemem. Özür dileyen ve kendini aydın zannedenleri de buradan şiddetle kınıyorum” diyerek tepki verdiği panel, Post-Modern Darbe ile adı “Şu Şeriatçı Sincan mı”ya çıkan; Sincan’ın ne derece milli hassasiyetlerine bağlı ilçe olduğunun da bir isbatıydı.
Sincan; Atamer Genel Başkanı Prof. Ünsal Yavuz ile Kâzım Karabekir Paşa’nın Kızı Timsal Karabekir (Yaldıran)’ın da mükemmel tesbit ve ilmi araştırmalarının karşılığı olan izahatlarıyla dikkate şayan bir panelin hassasiyetini yaşadı.
O kadar belge ve bilgiye dayalı sözlerin içinden, süzebildiklerimin içinde, Yusuf Halaçoğlu itibariyle, Akdamar Kilisesi’nde tecavüze uğramamak için kendini göle atan kadınlar ve toplu mezarlara itibar etmeyen aydınlara kahreden bir profesörün lânet okuyuşu vardı. Ünsal Yavuz Hoca cephesinden de, şu Millet-i Sadıka’dan olup Fransa’nın Notre Dam Kilisesi’nde, yalan alıp dolan satanların nasıl lejyonerliğe soyunup üç kâğıda getirildikleri vardı.
Bir şey daha vardı ki, işte o, Türk kadınının milliliğini, ferasetini, vatanperverliğini ve hayatını milletine adamış bir komutan gibi, kendini milletinin kaygılarını izafeye, sahte aydınların dalkavukluklarını deşifreye adayan bir Hanımefendi’nin içine iç sığdıramaz bir şükran hâliydi.. Diyordu ki; “Ermenilerden Özür Dileme Kampanyası’nı düzenleyenler kara yüreklilerdir ve bu çok acıdır.”
O Hanımefendi Kadın Timsal”di ve hayatının her anını, tıpkı babası gibi memleket meselelerine vakfetmişti.
Ben; Babası Kâzım Karabekir’in, Türk Bayrağı’nı indirip yerine İngiliz bayrağı çekenlere duyduğu öfkeden bir öfkeyi Ermeni Özürcüleri’ne duyan, Timsal Karabekir kadar milli olamayan yoz tabaka insanlarına ekmek veren ve verdiği ekmeğin hakkını alamayan Anadolu toprağından utanıyorum.
O toprak ki, bırakın ahde vefalı muhafızlarını, ne kadar hain varsa onları da besledi ve hâlâ da beslemeye devam ediyor. Galiba utanacakları an’a kadar değil, ölecekleri güne kadar da besleyecek ..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.