- 2863 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
YOKSA MEKTUPLARIMIZI MI YAKTIK?
Yıllar önceydi, liseyi yeni bitirmiş ve kendimi duygusal dehlizlere attığım yıllarımdı. O zaman “Saklambaç” ve “Hayat Mecmuaları” alır okurduk.
Yaşadığımız o yıllarda daha muhafazakar ve içe kapanık yaşardık. Duygusal yalnızlıklarımızı en sevdiğimiz arkadaşlarımız olan mektuplarımız ile paylaşır ve içimizi akıtırdık.
Mektup, o zamanlar bizde çok yaygındı.
Saklambaç Gazetesinin “Arkadaşlık” köşesinde Postrestant adresleri verirdik. O adresler ise belde postanelerimizde ki adımıza almış olduğumuz posta kutularıydı…
Ne hoş günlerdi o günler.
Günlerce romantik duygular besler ve içimizde büyütürdük duygularımızı. Mektuplar gelirdi sonunda, heyecanlı çırpınışlarımız, nasılda yüreğimizle eşlik ederdi satırlar aralarında.
Postacının yolunu gözlerken şiirler yazardık, hani hüzzam ve rast makamı şarkılara konu olacak türden. İçimizde aşkı, korur, saklar, duyguyla ıslar büyütürdük…
Duygularımız beslenirdi aylarca…
Hayal ederdik, hayal gücümüz gelişirdi.
Düşünürdük, düşünme yetilerimiz gelişirdi…
Empati yeteneklerimiz gelişirdi ve karşımızdaki insanı anlardık, onun yerine kendimizi koyardık.
“Kırmadan, kırılmadan hareket etmek” yaşam felsefemiz oluşmuştu.
Çünkü mektuplarla içimizde “var olan duygularımızı” boca ederdik o pembe-beyaz sayfalara…Duygu çöplükleri ile gönlümüzü de kirletmezdik…
Utançlarımız, çekincelerimiz olurdu çoğu kez ve sözel ifşa edemediklerimizle , o satır aralarına sözcük sözcük duygu renkleri çizerdik .
Kısacası duygu ve düşüncelerimiz soyunurdu mektuplarda, gizlimiz, saklımız, utançlarımızı, dertlerimizi, acılarımızı, hüzünlerimizi paylaşır, duygudaş olurduk, en uzaktaki dost ve arkadaşlarımızla…
Ya şimdi?
Mektup, bizde yaygın değil şimdilerde. Bilgisayar onun yerini aldı, cep telefonları yüreğimizde ve yastığımızda şimdilerde. Msn denilen ve ona benzer iletişimlerle teknolojiye ayak uydurduk. Her şey çok hızlı seyretmekte. Zaman mı sabırsız kaldı biz insanlar mı tükettik zamanı şaştım kendi kendime de. Bekleme süreçleri de çok kısaldı. Bu hızla gelişmeler beni ürkütmekte ve en nadide duygumuz olan ÖZLEMEYİ yitireceğimiz, kaygılarını yaşatmaktadır…
Neden özlemeyi yitirmek?
Çünkü bizler yıllar önce özlemek duygumuzu, mektuplarımızla daha yoğun yaşardık.
Asker mektupları vardır. Sıla özlemi vardır her satırda, aileye ve sevdalısına “yanık türkü” tadındadır her satırı, asker mektuplarının. Bolca selam ve el öpmelerden sonra ilişikte bir de dip not vardır “yolsuz kaldım anam, babam” diye.
Mektup kültürümüzü kaybettik…
Kaybedince daha anlaşılmaz olduk. Okuma tembeli olduk. Ama herkes şair ve yazar oldu. Kimse oturup da kendini sorgulamıyor. Yazarlar da artık mektup yazmıyor. Bu dikkatimi çeldi. Önceden otobiyografiler yazılırdı. Ya şimdi bir elin kaç parmağı var? Ya bu tür mektup yazan yazar?
Mesela Sait Faik bile bakın ne demiş?
“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım, oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
Geçen sene Akçay’da yaşayan şair bir arkadaşıma kahve içmeye gittim. Laf lafı açıyor ve biz iki yazar nostalji gibi söyleşiye başladık. Arkadaşım Sibel;
- Emineciğim, bu mektupları bundan tam 15 sene önce gelecekte oğluma ve kocama mektup yazmıştım. Bu mektuplar da kocam ve oğlumdan bana gelenler, dedi.
Öyle şaşırdım ki!
Şair ruhu ilerisini görmüştü. En kutsal anlarını benimle bir ibadet gibi paylaşan arkadaşımın oğlundan ve eşinden gelen mektuplar okunurken, gözyaşlarımı tutamamıştım. Şöyle başlamıştı:
“ Canım Oğlum;
Bu mektubu aldığınızda belki de ben yaşamıyor olacağım. Gelecekte neler yaşayacağımızı, kim bilebilir ki? Öyle ya, belki bir trafik kazasında, belki de bir ölümcül hastalık sonrası yaşama veda edeceğim.
Sevgili oğlum,
Şimdi üç yaşındasın ve benim sana anlatmak istediklerimi anlayamayacak bir çocukluk yaşıyorsun. Bu mektubu aldığında üniversitede okuyor olacaksın. Ben inşallah o günlerini görürüm ve diploma töreninde havaya kep atışını gururla izlerim.
Seninle şu yaşam arenası içinde iyi kötü her ne yaşanıyorsa, yaşayacaksak canım oğlum, her zaman her salise yanında yer alacağım ve seni bana veren Tanrıma şükredip dua edeceğim.
Askere de uğurlayacağım seni. El sallayıp trene veya otobüse binerken, gözyaşlarımı içime akıtacağım, senin, evet CANIMIN ağlamaması için. Ve VATAN SAĞ OLSUN diye belki de sınırlara ŞEHİT diye uğurluyor olacağım.
İşte sevgili CAN’ım oğlum,
Ben bu duygular ile sana ve babana “geleceğe mektup” yazıyorum.
Seni her zaman seven ve sevecek olan annen:
SİBEL DEMİRİZ”
Arkadaşım ile hala mektuplaşıyoruz. Bu sohbetten sonra vazgeçmedik. Ben İstanbul’a göç ettim o Erdek’e…Yazdık birbirimize…
Ne güzeldir duygu hediye etmek…
Düşünmeyiz, “ne alsam acaba?” diye, bir doğum gününde.
En değerlisini sen veriyorsun ya MEKTUP yazarak….
Acaba hala mektup yazan birileri var mıdır?
YOKSA MEKTUPLARIMIZI MI YAKTIK?
Her zaman yazacağım, ta ki gözlerimden, yani gözbebeklerimden fer yitimi olana kadar…
Sevgi ve ışıkla…
Emine Pişiren/Bursa/02.06.2009
YORUMLAR
Evet, ne hoş bir duygu barındırıyor sözcüklerin dizildiği mektup sayfaları...
Geçen ay kağıdı kalemi elime aldım ve bir mektup yazdım dostuma "özledim senii dön artık" diye...
Çünkü buruk bir vedasız gidiş vardı...
Mektup inanılmaz bir tesir gösterip, o sevilen yüreğin geri dönmesine de vesile oldu...
Müzelik olabilir belki ama en etkili duygu iletisi...
Teşekkürler değerli yorumlarınıza...
Sevgi ve ışıkla...
çok güzel bir yazı okudum...
çocukluğumu aklıma getirdi...
sokağın köşesinde kırmızı bir posta kutusu vardı...
o kutuya mektuplarını ataralardı insanlar..
bende çaktırmadan onları izlerdim..
sonra postacının yolunu gözlerdim..
çok kez denemiştim..
o küçücük yerden elimi sokup,mektupları almayı...
kimbilir ne duygular vardı içimizde...
öyle bir aşktı ki..
öyle heyecanlı...
bu paylaşımda bulunmak istedim...
saygılarımla..