- 798 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Ve FETH-İ MÜBİN
..................Sultan İkinci Mehmet, bir cihangir, devrinin fikir âleminde büyüklüğünü kabul ettirmiş essiz bir kıymet olmasına rağmen, elini öpeceği bir üstadı, nazlanıp sesini yükselttiği zaman “hizaya gel” diyerek karşı koyabilen bir hocası vardı. İskender, Sezar ve Napolyon da birer cihangirdiler. Fakat bütün kabiliyetlerine rağmen, birer malzeme olmaktan kurtulamadılar. Fatih kendine karşı hesap vermeye mecbur edilmiş, manevi terbiyesinde nefsini kontrol etmesi şart koşulmuş biridir. Bu yüzden aralarında daima mesafeler olmuştur.
................Bizans surları önünde 53 günlük çetin ve meşakkatli kuşatmanın içinde Sultanı destekleyen, bunaldığı anlarda onu ümitsizlikten geri çeken “fetih mutlaka müyesser olacak” diyen bir Akşemseddin var. Fatih bu savaş dramının hem yazarı, hem yöneteni, hem de aktörü durumundadır. Bunalınca imdada yetişen arkadaki suflörün sesi:”korkma İstanbul’u alacaksın”.
.................Fatih, Bizans’ı almaya teşebbüs eden sayısız hükümdarlar arasında, gayesinin bilincine varmış biriydi. İstanbul’un fethi tarihin en çetin savaşlarından biri olmuştur. Hatta 70 parça donanmayı bir gecede dağlardan aşırıp, ordusunu en yeni silahlarla donatan, kuşatma planlarını kendi çizen, onu denetleyerek tatbik ettiren, çok kısa zamanlarda kuleler kuran, büyük toplar döktüren bu yaman kumandan, kalenin düşmediğine sinirlendiği bir zaman atını denize sürüyor. Yanındakiler “Sultanım at denizi geçemez ki” deyince İşaret parmağını kaleye doğru uzatarak haykırıyor. “Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul’u”.
.................İşte bu sıkıntıların içinde zafer dileği ile Ahmet Paşayı: “Paşa velinimetim hocama git fethin gününü, saatini söylesin” diyerek Akşemseddin’e gönderiyor. Ak Şeyh fethin 29 Mayıs Salı günü mü-yesser olacağı haberini yollayıp metin olmasını istiyor. Söylenen zaman yaklaştığı halde kalenin düşmemiş olmasından endişelenen Akşemseddin’in oğlu telaş ve üzüntülü bir şekilde babasını çadırında ziyaret etmek istiyor. Lakin kapıda duran nöbetçi: “Bana, içeri kimseyi koymayasın diye söylendi, seni içeri koyamam” diye yasaklayınca, çadırın eteğini kaldırıp babasını gözlemeye başlıyor. Gördüklerini şöyle anlatıyor. “Baktım babamın başı açık, cübbesi bir yanda, seccadesi bir yanda, gözyaşları toprağı çamurlaştırmış, yüzü çamurlu, elleri semada “Allah’ım beni mahcup etme, beni utandırma, fethi müyesser kıl” diye sesli niyazda, kendinden geçmiş. Bu niyaz hali ne kadar de-vam etti bilemem. Babamın ayağa kalktığını ve “elhamdülillah kale feth olundu.” dediğini duydum, başımı kaldırıp uzaklara baktım. Haftalardır Bizans’ın geri ittiği ordunun kaleye girdiklerini, burca bayrağı diktiğini gördüm.”
.............Nihayet Fatih zafer alayı ile şehre giriyor. Büyük serdarın sağ yanında hocaları Molla Gürani ile Molla Hüsrev, sol yanında Ak Şeyh ile Akbıyık Sultan var. Padişaha çiçek vermek için yollara düşen Bizanslı kızlar, Sultanın bir delikanlı olduğunu ne bilsinler. Ellerindeki çiçek demetlerini ak ve seyrek sakallı ihtiyara uzatıyorlar. O da “padişah ben değilim” diyerek yanındaki genç serdarı gösteriyor. Fatih: “Verin verin, ben padişahım ama o benim hocamdır” diyerek tebessüm ediyor.
..................O İstanbul’u alınca bunu beşeri ihtiraslarını tatmin etmek, davayı kendisine mal etmek sevdasına kapılmamıştır. Öyle ki şehre girerken: “Sultanım mutlusunuz değil mi? ”sorusuna, “En büyük mutluluğum velinimetim, hocamın yanılmamış olmasıdır” diye cevaplıyor. O böyle mutlu bir düğümü kendi eli çözdüğü için ancak şükretmiştir. Nitekim ilk Cuma namazını Ayasofya’da kılmak için zapt ettiği şehrin dışında üç gün bek-ledikten sonra şehrin kapısından girip mabedin önüne geldiği zamanı ilk işi secdeye kapanıp şükretmek olmuştur.
......................Ayasofya Camiinde ilk cuma namazı kılınacak Sultan imam, tekbir alı-yor, el bağlıyor, ellerini çözüyor tekrar tekbir alıyor. Bu hal üç defa tekrar ediyor. Cemaat şaşırıyor. Namazdan sonra sebebi Sultana soruluyor. Fatih: “Niyet ettim, tekbir aldım. Her zaman namaz kılarken karşıma dikilen Kâbe’yi göremedim. Allah’ım bana Kâbe’yi göster diyerek tekrar tekbir aldım. Kâbe hayal meyal göründü. Allah’ım İstanbul mülkünü Kâbe ile aramıza sokma, ben senin rızandan başka hiçbir şey istemedim, ne yaptımsa senin rızan için yaptım diyerek tekbir aldım. Şükürler olsun Kâbe karşımdaydı. Bu şekilde namazı kıldık.”
......................Padişah yoksul ve harap şehrin içinden geçerken iliklerine işlemiş bir hüzün içindedir. Devlet erkânıyla konuştuğu bir gün “Dünya devleti müebbet olmaz ve cihan-ı fanide kimse baki kalmaz” diyerek hayat felsefesini açıklamış, bin yıllık Roma İmparatorluğunu yıkarak da milletini cihangirler sınıfının başına geçirmiştir.
Zülfikar Yapar Kaleli