- 1078 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Şarlatanlık
Yanlış yapılmış bir binayı, ya da bir köprüyü yeniden yapmak da yanlış tedavi edilen bir hastayı da yeniden eski saǧlıǧına kavuşturmak ne kadar zor ve imkansız ise, hafızalara yerleşmiş yanlış ve yalan bilgileri zihinlerden arındırmakta o kadar zordur. Bu benzetmelere bilimsel yanıtlar verilmesi gerektiǧinde ise; bilim bunları günümüzde uydurma „şehir efsaneleri“ önceleri ise „hurafe“ olarak açıkladıǧı gibi bilimsel bir bakış açışıdan deǧerlendirkende akademik bir çizgide analize edildiǧi orandada „şarlatanlık“ olarak adlandırmıştır.
Kısaca böyle bir şeyin adı ne olursa olsun, bilmsel dayanaktan yoksun oldukları içinde yaygın ve yerleşik kanılara beyinlere zehirli birer şırınga olarak enjekte edilmişlerdir. Bu anlayış şekli günümüzde hayatın her alanına girmiş, hatta toplumsal yaşamı tehdit eder duruma gelmiştir. Karı koca ilaçları, cocukları olmayanlar için olmadık uydurma hikayeler, hocalara, dedelere akıl danışmalar, aǧaçlara bez parçaları baǧlayarak dilekler dilemek, bir isteǧin yerine gelmesi için herhangi bir çeşmeden su içmek, ya da kutsal olduǧuna inanılan bir kaya ve taş parçası gibi neslererden medet ummak bütün dinlerdeki kaçkınlıklardır.
Dinleride insanlar hemcinsleri icra ettikleri için bu hurafevari inanç şekilleriyle de iyi bir hüküm sürme yolunuda bulmuşlar. Örneǧin birkaç defa üniversite sınavlarını kazanamayan birisi soluǧu herhangi bir hacıda ve hocada arıyorsa burada bir yanlışlık var demektir. Neden mi diye sorma cesaretini gösterdiǧimizde meselenin farkında olarak bilimsel çözüm arayışlarına yöenliriz. Bu da ileri bir adım olduǧu için, ulaşılmak istenen hedefe özverili ve mantıklı bir çalışma yöntemiyle ulaşilabilir. Ama, eǧer bu sistemden kaynaklanan bir arızadan dolayı ortaya çıkmışsa o zaman meseleyi ortaya çıkaran sistemi eleştirmek, deǧiştirmek gibi isteklerde haklı bir mantıǧa sahip olacaktır. Çünkü sistem kendi yaratıǧı bunalımlar sonucu tıkanıklıǧa doǧru yöneldiǧinden dolayı, yolu deǧiştirmek en güzel ve verimli olan yöntem olacaktır.
Burada hatırlatılması gereken çok önemli bir noktada açıklanmadan ǧeçilmeyecektir. Tarihi tecrübelerimiz bunu bir atasözünde toparlayarak bize ışık veren fener olmuşlardır karanlıkları aşmak için. „Dimyata prince giderken, evdeki bulgurdan vazgeçmek“ daha tehlikeli olacaǧı için yönümüzü dönerek yürümeǧe başladıǧımız yol, çamurdan çıkıp, başka pisliklere bulaşmadan yürümek olmalıdır. Ama tek tanrılı dinler daha çıktıkları andan itibaren buna engel olmak için efsaneler uydurarak konuyu inançtan çok korkuya, boyuneǧmeǧe, sürüleşmeye, eǧemenlerin çizmiş olduǧu sisteme uymaya ya da kısmi kolaylıklarla kararsızlarıda sürüye katarak eritmek için en hokkabaz yolları bulmuşlardır.
Bu alanda dinler birbirlerini aşaǧılayarak adeta birbirleriyle yarışmaktadırlar. Birileri kafalarını kendi yaptıkları duvara vurarak görünmeyen ve varlıǧı kesinlikle şüpheli olan bir tutanak ararken, öbürleri sıcakta birbirlerini tepeleyerek öldürmektedirler. Bunu birde parayla yaptıkları için kendilerine cennet kapılarının açılacaǧı avuntularıyla yıllardan beri avunmaktadırlar. Buralara gitmek için ödenen paralarla artan islam sermayesi birde laik rejimi yıkmak için şarlatanlıkla hurafeyi eşdeǧer boyuta getirmiştir. Hristiyanlar ise her yıl Roma’da ki Dom Kilisesi’nin önünde toplanarak bunak bir papan aǧzından çıkacak bir kelimeyle selamakete kavşacaklaraı yutturmacasıyla aldatılarak kendilerini avutmaktadırlar. Ama buna raǧmen hurafelikte Hristiyanlık Martin Luther’in 95 Tezini Wittgenstein de kilisenin duvarlarına çiviledikten sonra şarlatanlık ekonomiye doǧru yol alarak din tekelinin yerini sömürüye çevirmiştir.
Örneǧin 21. Yüzyıl da kanser hastalıǧına yakalanan biri Adıyaman’da ki, veya Urfa’da ki şeyhden medet umarak doktor yerine hastalıklarını bu hurafe kafalara sıǧınarak çözüm arayarak vaktini boşa harcamaktadır. Bir de bunlar peygamber soyundan geldiklerini iddia ederek resmen yalan söylemektedirler. Biz Türkler „Orta Asya“’dan geldiǧimize göre nasıl olurda Arap soyu karışmış olabilir diye bu hurafe yaygaracılarına sormek isterdim. „Menzil Grubu, Nakşibendiliğin Adıyamanlılar diye bilinen kolunu oluşturuyor. Siyasetle içiçe olan Menzil Grubu, zaman zaman medyaya yansıyan haberlerle tanınıyor. Ancak günümüz Nakşibendileri içinde ağırlıklı bir yere sahip olan grupta gizlilik esas. Menzil kolunun başında yıllarca Şeyh Seyyit Muhammed Raşit Erol bulundu. 1930 yılında Siirt`in Baykan ilçesine bağlı Siyanüs köyünde dünyaya gelen Raşit Erol`un babası Gavsi Bilvanisi Seyyit Abdulhakim Hüseyni de Nakşibendi büyüklerinden biri olarak kabul ediliyor. Muhammed Raşit Erol, Hazreti Hüseyin soyundan geldiği için kendisine El-Hüseyni` de deniliyor“. O halde bu alıntıyı okuyucuların yorumuna bırakmak en güzeli olacaktır.
İşin en kötü olanı ise yıllardan beri devleti yönetenlerin kendileri nakşibendi ve diǧer gerici tarikatlara acık veya gizli destek verdikleri için artık tehlikenin boyutunuda acı bir gerçek olarak yansıtmaktadır. Böyle devlet tarafından desteklenen bu rejim düşmanı şarlatanlar dini siyasete alet ederek, sadece Türkiye‘de adı olan laikliǧi de tehlikeye maruz bırakarak açıktan Atatürk düşmanlıǧı yapmaktadırlar.Böyle çarpık gelişmeler bütün dinlerin mayasında olmalarına raǧman, bu alan da İslam Dini diǧer dinleri sollayacak kadar tarikat yıǧınların tekeline girerek asıl hedefinden de saptırılmıştır. Hatta bunu herkes yaşadıǧı yöreden ve beldeden edindiǧi tecrübeler ışıǧında örnekleriyle açıklayabilirler. Ben Adıyaman kökenli olduǧum için orada yuvalanan ve hedefleri bir şeriat devleti kurmak olan böyle gelişmeleri devletin neden engellemediǧinin hayal kırıklıǧıyla takip ederek üzülmekteyim. Birde böyle tehlikeli gruplar; kendilerinden olmayan, kendiler gibi düşünmeyen diǧer insanları hurafelere inanlar olarak damgalarlar.
Oysa bildiǧim kadarıyla, hurafe, batıl ve boş inanışlar olarak, dinlerin özünde olmayan ve sonradan eklenilen efsaneler ve asılsı rivayetlerin belirli bir kişinin veya grubun çıkarını korumak için dine eklenen uǧursuz inanış ve yorumların tolamıdır. Bir halkın içinde gelişen ilerici eylemleri törpülemek ve firenlemek için olaǧanüstü gösterilen ve anlatılan hikayevari efsane ve yalan yanlış masallar, üfürükçülük, muska yazma, yatırlara giderek dilek dilemek ve nazarlık taşimak gibi gerçek dışı bütün uydurmalar hurafenin kapsamı içindedirler. Bizim aydınlarımız da böyle konularda din sözkonusu olduǧu için yorum yapmaktan ya korkarlara, ya da sadece büyük kentlerde biraz okur tabanı buldukları için aydınlıklarıda, annemin öküzleri yem vermek için ahıra giderken kullandıǧı gazlı çıradan çıkan isli alev gibi sadece birkaç metrekareyi kapsayan bir alan ışık vererek kendilerini kandırırlar. Hurafelerin hemen hemen hepsi dinle ilgilidir. İnanç alanını muhteva ettiklerinden dolayı bilimsel olarak yorumlamak ve bir tespitte bulunmakta o kadar zordur. Çünkü hurafe hastalıǧı daha çocuklukta anlatılan masallarla ve yalan dolu korkutma efsaneleriyle donatıldıkları için dünyanın sonsuz düz bir ovadan oluştuǧunu bile iddia etmektedirler… Çocuksu inanışların temelini oluşturan hurafeler, dinin etkisini gösteremediǧi ve yayılmasına karşı çıkılan bölge ve mahallerde daha da acımasız bir şekilde altı yalanla doldurularak yayılmıştır. Bugünkü Türk Toplumu’nun çektiǧi en büyük acıların başlıca faktörlerinden biriside dinlerin üretmiş olduǧu hurafelerin meydane getirmiş olduǧu gelişmelerden doǧmuştur. Dinin esas temel prenzipi olan vijdan unsuruyla tamamen tezat bir gelişme gösteren hurafelik küfre kadar tırmanmıştır. Bugünkü töre dayatmasıyla işlenen namus cinayetleri gibi bir çok eylemin kökeninde de hurafelikler görüldüǧü gibi farklı unsurlarda burada etki edebilir. Burada hurafeler gelenek ve göreneklerden ayırtedilemez. Bunun sebebi ise hurafeliǧin geleneklerle içiçe geçmiş olmasındandır. Öyleki bazen hurafeler gelenekselleşerek bize kültür diye yutturulmaktadır.
Bunu sosyolojik bir tespitlede kanıtlamaǧa çalışırsak kökünün mitlere kadar dayandıǧını görebiliriz. Bir ülke insanın toplumsal olarak gelişmesinde, toplumsal koşulların önemli olduǧu kadar, o ülkenin iklim ve doǧa koşulları (coǧrafyası) da o ülkede yaşanılan dinin üzerinde kalıcı ve sonsuz etkileri koşulsuz çok büyüktür. Doǧal olaylar ve afetler (depremler, yanardaǧlar, sunamiler) tarihin her döneminde insanların düşünce ve görüşlerinde sonsuz etkiler yaparak, büyük belirleyicilik rölünü herzaman başarmışlardır. Buna mukabil olarak din düşüncesi, dinsel tapınmayı hazırlayan ilk etmenlerden sadece biri olmuştur. Bunun nedeni ise kavranmayan ve insanın mantıǧının zorlandıǧı sınırdan itibaren kavranmayan nedenleri acıklayan doǧal olaylar tanrının insanlara vermiş olduǧu gazap yaygarası yapılarak şarlatanlık yapılmıştır. Böyle olaylar şiddetini ne kadar artırır ve raslantılar sonucu sıklıkla´, arka arkaya geliverirlerse sonucuda o kadar vahim olmuştur. Birde bu olaylar gelişimini henüz istenilen seviyeye çıkararak aydınlanmamış toplumlarda baş göstermişlerse boyutuda o kadar geniş olarak günümüze kadar gelmiştir. İlkel insanlarda ve okuma yazma seviyesi düşük olan toplumlarda böyle olaylar insanların hayal güçlerinide derinden etkileyerek korkuyla karışık bir ürkütücülük ve esrarengizlik insanların bilinçaltlarına kadar hükmederek gerici duyguları uyarılmıştır. Oysa bu hayal gücü edebi olarak geliştirilmiş olsaydı, insanın tanıklık ettiǧi ve gözü önünde olup bitenin düzenleyicisi ve tasarımcısı olmuş olsaydı hayal gücünden geliştirilen düşüncelerde zengin olurdu. İslam Dini bu başarıyı yakalayamadıǧı için bugün tarikatların kolları arasında sevildiǧi anılan bir çocuk gibi kucaktan kucaǧa atılmaktadır. Sonuçlarını İslam Ülkelerine bakarak tespit etmek, bir görüş bildirmekten daha gerçekçi olacaǧı için fazla uzatmamak gerekmektedir.
Çünkü Ortadǧu böyle efsanelerle kendi kurduǧu deǧerleride yok etmiştir ve etmektedir. Bu arapların hem çirkini hem de güzeli, hemen hemen her zaman prüssüz olan semasının altında kuşatan ve renklerin bütün tonlarının hakim olduǧu, sinirler ve duygular üzerinde uyarıcı olan efsanelerle bütünleştiǧi için etkileride efsaneleyicidir. Bilinen bir gerçek olduǧu gibi, sıcak iklimin insanları daha duygusal, daha tutkulu, daha isyankar, daha çabuk üzülen ve sevinen insanlardır. Bu sebepten dolayı böyle bölgelerde yaşayan insanlar kuzey insanına göre halüsinasyon görmeǧe ve kabarmaǧa daha yatkındırlar. (Bunu ben Almanya da yaşayan birisi olarak, yabancılarla çalıştıǧım için daha yakından görerek, gözlemleyerek ve yaşayarak takip etmekteyim.) Şiddetli doǧa olaylarınin cereyan ettiǧi sahalarda (arap çölleri, efsane uydurmak için yaratılmıştır.), şiddetide acımasız olduǧu için, böyle bölgelerin insanları hayal güçlerinde ki üretkenlikle akıllarını baskı altına alarak aklın gücünü fazla kullanmazlar. Dinsel hayallere düşkünlükte bu esnadan itibaren aşırı coşku ve heyecanlara bürünerek uyarıcı etkisini gösterirler. Bu şu andaki, Doǧu’nun, Hristiyanlıkta ise reform ve rönesansa (renesans) kadar deǧişmez talihiydi… Umarım ki, birgün bizim dinimiz de şarlatanların ve hurafecilerin elinden kurtularak vicdanalara hitap eden bir din olarak ruhlara işlenmiş olur. Böyle bir dileǧin gerçekleşeceǧi günleri görmek beklentisiyle… Cehaletin, şarlatanlıǧın, üfürükçülüǧün ve yatırların hakim olmadıǧı yarınların topluma hükmetmesi dileǧiyle, hepimize mutlu yarınlar diliyorum. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar şeyhler, üfürükçüler ve nakşibendiler için bu cumhuriyeti kurmadılar. Unutmayalım ki, islam dünyasında hurafeliǧi ve şarlatanlıǧı bilimsel tespitlerle yok etmenin temelini atan tek insan Atatürk’tür. Atatürkçü düşüncelerin hakim olduǧu bir cumhuriyetin varolması dileǧiyle, aydınlık yarınların kafalara ve yüreklere yerleşmesi ümidiyle …
Hasan Hüseyin Arslan, 31 Mayı 2009, Almanya, saat 23:11‘de
YORUMLAR
yazıda bahsi geçen tarikatlarında geçmişi osmanlıya kadar dayanıyor zaten
bu arada sayın uğur özaltın sizin seyyit kelimesinden anladığınız şeylerin konuyla ilgisi yok sizin söylediğiniz şey farklı bir kültür konuyla ilgisi yok açıklama gereği duymuyorum yazıda sözkonusu olan konu çakma seyyitler benim anladığım kadarıyla
osmanlı döneminde topluma hakim olan tarikat önderlerine 2.beyazıd tarafından siyadet beratı adı verilen bir belge verilmiştir ve bu kişiler önemli görevlere getirilerek topluma dahada fazla hakim olmaları sağlanmıştır ve bu kişiler bu belgeyi kullanarak topluma kendilerini peygamber soyu olarak tanıtmışlardır yıllarca değişen hiç bir şey yok .hala topluma istedikleri gibi hakim olabiliyorlar ne yazıkki
ve topluma inatla arap kültürünü aşılamaya devam etmektedirler ve işin asıl kötü yanı toplumda halinden memnun görünüyor ilginç olan bu
İnanın bana İslam dini ve Rasulallah efendimiz ve Onun pak soyu olan Seyyid ler sülalesi İLİM VE İRFAN yolundan asla çıkmamışlar ve çevrelerine de asla hurafeyi-yobazlığı-din bezirganlığını teşvik veya tavsiye etmemişlerdir.
Kuran dini ve Rasulallah ın öğretiliri ile bu yobazlığın alakası yoktur .
EMEVİ ABBASİ lerin MUAVİYE ve oğlu YEZİT in yobazlıklarıyla YOBAZLIK TARİHİ BAŞLAMIŞTIR
Katillere HAZRETİ demek doğru mu ? adlı makalemi okumanızı tavsiye ederim
http://www.edebiyatdefteri.com/index.asp?istek=tum_yazilar&k=detay&yazi_id=38582