Albay Kalelioğlu ve Kıbrıs
BİR ALBAY’IN GÖZÜYLE KIBRIS
Röportaj/ Bekir YALÇINKAYA
Yıl: 2003.. Aylardan Temmuz’un 15. günündeyiz. Ankara’nın merkezi bir mahallinde, emekli Albay Oğuz Kalelioğlu’nun evindeyiz. Karşımızda Temmuz kadar sıcak bir komutan var. Konumuz Kıbrıs ve Kıbrıs’ın bilinmeyenleri.. Kalelioğlu; Kıbrıs halkının talebi ve İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga’nın tavsiyesi ve de telkinleri ile Kıbrıs Adalet Partisi (KAP)’ı kurmuş. Kıbrıs Barış Harekatı’na münhasır Askeri hizmetlerinin ardından siyasi bir çalışma içinde. Ki Emekli Albay Oğuz Kalelioğlu’nun Yavru Vatan mücadelesi 1973’lü yılların öncesine dayanıyor. Kıbrıs Barış Harekatı’nda bizzat komutan olarak aktif görev alan Kalelioğlu, Yavru Vatan’daki Mücahid ve Milli Mücadeleci insanları biraraya getirerek Barış Harekatı’na tarifi imkânsız destek ve faydalar sağlamış.. Sonra da harekat sonrası Kıbrıs’a hizmetlerini siyasi alana taşımış. Kıbrıs denince kollektif bir mücadele içinde değerlendirme hakkını haiz bu değerli komutan ile o günlerde gerçekleştirdiğim, Yeşil Ada Kıbrıs gerçeklerini yansıtan işte o röportaj:
-Sayın Kalelioğlusiz Kıbrıs bayrağını hangi sebeble ele aldınız?
Kalelioğlu: Kıbrıs halkının tavsiyesi, desteği ve bize verdikleri güçle Kıbrıs Adalet Partisi (KAP)’ı kurduk ve götürüyoruz işi. TC’nin elbette Kıbrıs üzerinde bir politikası var. Bu tarihten gelen en tabii hakkımız, ama görüyorum ki insanlarımız devletin de ilerisinde sahip oluyor buraya.Teşvik ediyor bizi. “Ne pahasına olursa olsun Kıbrıs bizimdir, burası bir Müslüman ve Türk toprağıdır, bunu kimseye bırakmayız” diyorlar. Yani ben bir askerim. Zamanında çarpıştım. Görevimi yaptım, kenara çekilmiştim. Gördüm ki onların bu ısrarlı talepleri, bizi de soktu harekatın içine ve onlardan aldığımız güçle aynen bundan 30 sene evvel yaptığımız muharebelerin heyecanını taşıyarak biz de bayrağı aldık, dalgalandırıyoruz.
-Yılların birikimi ve heyecanı var. O ruh içinde siyaset geldi değil mi?
Kalelioğlu: Var.. Amam en büyük sebeb de samimiyetle söyliyeyim, İskeçe Müftüsü geldi. Mehmet Emin Aga, Kıbrıs’ta yemek yiyoruz. Bana; ”Komutan Bey sizi burada seviyorlar. Ama sevgileri çok başka. Senin burada lider olman lâzım” dedi.
“Ama ben emekliyim. Nasıl olur” diye cevap verince Müftümüz: “Hayır, Bayrağı al, öne çık. Unutmaki burada düşman karşısında yapacağın bir saatlik cihad kırk yıllık ibadetten evlâdır” deyip hepimizi gözyaşları içerisinde bıraktı. Giriş, o giriş. O gün bugün bu dâvânın içerisindeyiz.
-Kıbrıs mücadelelerine bir göz atarsak nasıl bir tarihi yorum yaparsınız?
Kalelioğlu: 1973 yılında Mücahid Komutan olarak göreve başladım. Magosa Bölgesi’nde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nda görev yapıyordum. Burada çeşitli din adamları, öğretmen gibi çeşitli görevlilerle anlaşmalar da gidiyordu.
Bununla beraber Magosa bölgesindeki mücahidleri eğitip harekata hazırlamak ve bilhassa orada yönelen düşman tehdidini bertaraf etmek için. Rumlar tarafından zaten hiç kimsenin hukuki garantisi yoktu, bizim de, Kıbrıs Türkleri’nin de. Barikatlar kuruyorlar, istediğiniz kadar antlaşmalarla gelin, sizi alıyorlar, sorguluyorlar ve hatta canınıza kastedip yok ediyorlar. Siz hiçbir hak da iddia edemiyorsunuz. 1973’te, harekattan bir yıl önce, meselâ biliyorsunuz, üzerinde hiç bir yara bere izi olmayan bir yol üzerinde.. Kanı damarından iğneyle çekilmiş ve ölüme terkedilmiş. Onlar bu mezalimi defalarca yaptılar. Bir köyden bir Kıbrıslı Türk, yıllık mahsulü karpuzunu getirmiş, arabasında satacak. Çıkıyorlar Rum Polisi ve askerler arabanın üzerine ve karpuzlarını asfaltın ortasına atıyorlar. Hemen Barış Gücü’nü gönderiyoruz. “El koyun olaya. Neden niçin atıyorlar adamın karpuzlarını” diyoruz. Verilen cevap şu: “Efendim, Türkler isyancıdır, mermi taşıyabilirler.” Karpuzun içinde mermi taşınır mı? Çatlağı yok, kesiği yok. Maksat Türk’e eziyet etmek, asimile etmek. Adadan kaçırmak. Barış Gücü askerini gönderiyorum, çaresizlik içerisinde. Şimdi diyorlar ki, Annan Planı’na göre; “Türk ordusuna lüzum yok. Adadan çekilsin, Barış Gücü var. Birleşmiş Milletler Türkler’in hayatını garanti ederler. Hiçbir zaman Barış Gücü bir Türk’ün hayatını kurtaramamıştır. Göz göre göre onun önünde her türlü katliam yapılmıştır. Zaten Hıristiyan Kültür O’na müdahale etmez. Türk’ü ve Müslüman’ı kurtarma vicdanını vermemiştir. Madde 2, muharebede yaralanan mücahidlerimi hastaneye sevkediyorum. Barikatta durduruyorum, ateşkesin içinde ve kan kaybından ölüme gidiyor mücahidler. Barış Gücü o hasta, yaralı, silahsız sivilleri bile barikattan götürüp de hastaneye teslim edemedi. Bu kadar acziyet içindeki Barış Gücü’nden ne beklenebilir?
-Sayın Kalelioğlu, kaçınılmaz bir savaşın eşiğine gelen Kıbrıs için nasıl bir Barış Harekatı hazırlandı ve taktik neydi?
Kalelioğlu: 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’ndan bugüne kadar aradan 20 yıl geçti. Hiçbir Türk’ün, hattâ Rumlar’ın bile burnunun kanamaması oradaki Türk ordusu sayesinde olmuştur. O halde bizi Nato, Birleşmiş Milletler, Uluslar arası kuruluşlar kurtaramaz. Ancak Türk’ün üstün gücü kurtarır. Demek ki ben Magosa’da, orada göreve başladığımda, bu bölgede, burada görevliydim. 1973’ten 1974’e kadar bir yıl burayı örgütledik. Halkı hazırladık. Kıbrıs Barış Harekatı başlayınca da bizimkiler Girne’den çıktılar. Fakat düşman bizi Magosa kıyılarında bekliyordu. Çünkü burada 20 km’lik çıkarma plajları vardı ve bir Tugay düşman burada ve arkasında bir Alay, yine arkasında bir Alay ve daha geride de zırhlı alay bir muharebe gurubu düşman vardı. Bizimkiler buradan çıkınca düşman bize zayiat verecek ve sonunda karşı tarafta da denize dökecekti. Bizi burada bekleyen düşmanı oyalamak üzere biz gemilerle bunlara ışık işaretleri verdik. 19 Temmuz akşamı ve düşmanın tüm dikkatini buraya çektik. Buradaki kuvvetleri düşman hiç yerinden oynatamadı. Biz Girne’den çıkmakla düşmana baskın sağladık. Girne kıyılarından Lefkoşe’ye mesafe 30 km’dir. Magosa kıyılarından 65 km’dir. Demek ki kısa yoldan düşmanın kalbine gidilse de siyasi hedef başkaydı. Düşman ters cephede muharebeye sevkedildi.
Düşman çıkış noktamızın tersine mevzilenmiş, toplarını yerleştirmiş, nişan hatlarını tesbit etmiş. Tabii biz Magosa yerine Girne’den gelince geriye dönecek. Yani Türk Genel Kurmayı’nın buradaki plânlamada başarısı budur ve memnuniyetle ifade edeyim, bugün Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız Harp Akademileri’nde bu ders olarak okutulmaktadır. Kıbrıs Barış Harekatı 1974’te 20 Temmuz’da Girne’den başlamıştır ve havadan indirme kuvvetleri de buraya inmişler ve çıkarma birleşmiş ve Lefkoşe’ye kadar olan ilk bölge alınmıştır birinci harekatta. Sonunda ilk düşmeyen bölge Magosa’da Mehmetcik de harekata devam etmiştir. Her iki taraftan, 28. Tümen Magosa’ya, 29. Tümen Güzelyurt’a ilerleyerek adanın hemen % 38’ini elimize geçirmiştir.
-Adanın geçmişiyle ilgili gelişmelere bir göz atarsak, maziden bize ne gibi ibretler yansır?
Kalelioğlu: Adanın tarihine bakarsak tabii adanın tamamı bir Müslüman ve Türk toprağıdır. İlk defa 652 yılında Halife Hazreti Osman zamanında buraya Şam Valisi Muaviye bir sefer tanzim etmiş ve bu adayı tamamen fethetmişlerdir. Hatta Peygamber Efendimiz’in halasının kızı Ümmü Gülsüm Hatun da (Halası diye biliniyor, ama değildir. Yaş olarak Peygamber Efendimiz’e fark ediyor.) 3. Halife zamanında eşiyle birlikte muharebeye katılmıştır. O zaman İslâm ordusunda da kadınlar yemek yaparlardı, destek sağlarlardı. Çünkü sefer aylarca, senelerce sürüyordu. Onlar da bir nevi mutfak işlerini yaparlardı. İşte burada Ümmü Gülsüm Hatun attan düşerek vefat etmiştir. Türbesi de burada Larnaka tarafındadır. Yani düşman elinde olan bir yerdedir. Bütün Müslümanlar ve Arab Âlemi için de burası mukaddes bir yerdir. Burası mezbele gibiydi. Temizlettik, bakıma aldık. Şimdi ilk fırsatta bunların da Türk toprağına alınmasıdır tarafımızdan. Bakın ilk defa size açıklıyorum: Kıbrıs Adalet Partisi’nin amblemi şudur; Doğan bir Güneş ve hudutsuz bir Kıbrıs. Hudut falan yok burada. Hedef tam sıfır. Niye? Çünkü Limasol’da, Larnaka’da, buralarda km’ye 10 tane şehit düşüyor. Adanın tamamı bizim. Hiçbir zaman Yunan’ın olmamış ki.. Yunanlılar Osmanlı zamanında buraya gelmiş yerleşmiş, burada ticaret yapmış, ondan sonra sahip oluyor buraya. Biz sana yer vermemişiz, hiçbir zaman burayı kaybetmemişiz. Burası mukaddes Türk ve Müslüman toprağı. Burası 652’de Müslüman toprağı oluyor ve 620 sene Müslümanlar’ın elinde kalıyor. Fakat daha sonra Aslan Yürekli Rişard alıyor. 1571’de ise Osmanlı orduları geliyor ve Larnaka tarafından çıkıp adayı fethediyorlar.
-Demek ki Kıbrıs’ta geçmişten bugüne oyunlar oynanıyor..
Kalelioğlu: Evet öyle. Burası hakikaten kutsal bir topraktır. Tekrar bu toprakları 1877-78 yılında Padişah II. Abdülhamid zamanında zaruret hâlinde, İngilizler’e geçici bir süre emaneten veriliyor. Çünkü Ruslar o zaman Anadolu’ya Kafkaslar’dan ilerliyorlar. Kars Ardahan, Erzurum’u almak ve Anadolu’ya girmek istiyorlar.
Şimdi Kıbrıs’taki muhalifler ve Komünistler iddia ediyorlar ki Türk Kıbrıs’ı sattı. Osmanlı’nın cebine Kıbrıs’tan bir kuruş bile girmemiştir. Kiraya da verilmemiştir, parayla da satılmamıştır. Zaten Türk toprak satmaz. Can verir toprağı vermez. Ama onlar sırf bizi yıkmak için propaganda yapıyorlar.
Demek ki burası sırf İngilizler’e geçici bir üs olarak bize yardım etmek için verilmiştir 1877’de. Fakat 1914’te İttihat ve Terakki’nin hatasıyla 1. Dünya Savaşı’na, Almanlar’ın yanında girince İngilizler el koymuştur buraya ve burayı bir nevi gasbetmiştir. Bizim o zamanlar gücümüz yoktu, gelip burayı alalım. Ama aslında 1. Dünya Savaşı’nın sonunda vardı. Alman General komutasındaki Goben ve Breslav gemileriyle Karadeniz’e açılıp Sivastopol’u bombardıman edince bizim Osmanlı donanmasıyla Rus donanmasını tamamen imha etmişlerdi. Yine İttihat Terakki’nin hatasıdır. Ruslar’dan bir tehlike gelmeyince, İngilizler de Çanakkale’de imha olup yıkılıp gidince eğer bizim donanmamız gayret edip gelseydi, Kıbrıs’ı geri alabilirdik. Kıbrıs’ın elden çıkarılmasında tarihi hataları sıralıyorum. Çanakkale Savaşı’ndan sonra, İngilizler’e galip geldiğimizde, Kıbrıs geri alınabilirdi, bu bir. Bir de Lozan’da biz hatalıyız. Allah indinde doğrudan şaşmayacaksın. Doğruya doğru, eğriye eğri. Lozan bağımsızlığı kazandırdı bize. Ama Kıbrıs’ı unutmak hata. Büyük hatadır..
-Kıbrıs bir vatan.. Irak da öyle, mücadelede bu iki ülke farklılıklar arzediyor. Millet nasıl olmalı, vatanı nasıl telakki etmeliyiz?
Kalelioğlu: Peygamber Efendimiz ne diyor? Vatan sevgisi imandan gelir. Bir milletin vatan sevgisi yoksa o millet çözülmeye mahkûmdur. Yani vatan sevgisiyle inanç ayrılmaz bir bütündür. Biz kavmiyetçilik yapmıyoruz asla. Biz kavmiyetçi değiliz, ama dünyada yapılan incelemeler var. Vatanları için en fazla hayatlarını verenler Türkler’dir. 1. Dünya Harbi’nin Meydan Muharebesi’nde her km’de 38 kişi ölmüş. Alman, Fransız, İngiliz karışık haa.. Çanakkale Muharebesi’nde biz km’ye 252 kişi vermişiz. Bu rekoru ne 2. Dünya Harbi, ne Körfez Harbi, hiç birinde böyle bir şey olmamıştır. Türk Milleti hakikaten Allah’ın Kırbacı diyorlar ya, İslâmiyet’in de bekçisi, bayraktarı. Bu şeref bize aittir. En cengâver millete “bu dini koru!” emri verilmiştir. Biz bununla iftihar ederiz. Başka hiç bir milleti de küçümsemeyiz. Kardeş biliriz, inananları. Müslümanlar kardeştir. Ama görüyorum üzülüyorum, şimdi niye bütün Arab Âlemi, bir İsrail’in karşısında sonuç alamıyor? Kendi zayıflıklarından. Bakın, Irak Ordusu ABD ordusu karşısında çöktü gitti. Böyle mi olması lâzımdı?
-Peki burada bir oyun yok mu? Nasıl oldu da bir millet vatanını kolayca ABD’ye teslim etti? Kıbrıs’ta da böyle bir oyun söz konusu mu?
Kalelioğlu: Var oyun. Ama sen de yap bu oyunu. Sizi içerden çökertmek için her türlü psikolojik oyunu içerden yapıyorlar. İşte bunun en güzel örneği Kıbrıs. Bu kadar şehit verdik. 1963-73 yılları arasında 2000 Kıbrıslı Türk hayatı verdi. Bunlar da büyük bir mücadele verdiler hayatları pahasına. Ondan sonra harekatta da 500 kişi subay, astsubay ve Mehmetçi verdik. 1000 de öyle şehit verdik. İki bin şehit, üç bin yaralı 10 günde bu rakam. Peki bugünedir durum? Bugün korkunçtur. Öğretmenler diyorlar ki: “Bize İstiklal Marşı söyletemezsiniz. Biz Türk değiliz, devrimci Kıbrıslı’yız.” Niye? Güney KıbrısTürk Yönetimi, Yunanistan destekli Rum propagandayla içerideki gençlerin kafasını karıştırdı. İnsanları alttan oynattı ve bir çöküntü başladı burada. Türkiye bu kadar para veriyor, orada askerlerimizde var ama, oyunlarla onlar başkaldırıyor. Onlara milli şuuru enjekte edeceksin. Orada Türkiye’den gitme 24 bin üniversiteli gençlerimiz var. Pakistanlılar bile var. Cumaları camileri dolduruyorlar hınca hınç. Bir kısmı da işte kendi aleminde. Milli şuurdan uzak,maalesef menfi komünist öğretmenlerin ve Rum tarafının öğretmenlerinin etkisiyle gençlerimizi kaybetme noktasındayız.
-Demek ki neslimizin üzerinde oynanan oyunlar var, öyle mi?
Kalelioğlu: Var tabii. Ama bugünkü CTP’nin (Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Talat, Eğitim Bakanı iken teşkilatı kuruyor. Türkiye’yi saf dışı etmek için. (Buradan Türkiye gitsin diye şimdiye kadar hiçbir basın mensubuna göstermediğimi size gösteriyorum.) Mehmet Ali Talat’ın internette sitesi var. Bu sitede aynen böyle bir adam geliyor, afedersiniz pantolonunu indiriyor, küçük tuvaletini Türk Bayrağı’nın üzerine yapıyor. Bu şimdi internette, iki üç günden beri benim siyasi danışmanlarım; “kapatalım komutanım” dediler. Hayır dedim, bir görülsün alemi ibret için. Ondan sonra da mahkemeye veriyorum. Şimdi işlem başlatıyorum. Mukaddes bayrağımıza bu hakareti yapıyorlar. Bunların başı bu adam (Talat) Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı.
-Halâ Bakan mı bu adam. Daha ne tür faaliyetler içinde?
Kalelioğlu: Bu adam eskiden bakan idi, koalisyon hükümetinde. Şimdi muhalefette. Şimdi, bugün seçim olsa birinci parti çıkacak haa.. O kadar da kuvvetlendi. Rum tarafından yığınlarla para geliyor. “12 bin Euro ABD’den geliyor” deniyor ya.. Yalan. Yunanistan Merkez Bankası’ndan gelen paralar Filelefthros Gazetesi en etkili Rum gazetesinin 21 Mayıs 2003 tarihli yayınında deniyor ki; “KKTC’de Aralık 2003’teki seçimler tarihi bir dönüm noktasıdır. CTP kazanmalıdır.” Yani bu Mehmet Ali Talat’ın partisi kazanmalıdır deniyor. Bir ay evvel Ceviz Kabuğu’na çıktığımda ben Sinan Aygün ve İskeçe Müftümüz de geldi. Bir de İzmir’den bir Üniversite dekanı. Dördümüz konuşurken, bu CTP’nin yayın organı olan gazetelerde yazı yazan Hasan Hastürel diye bir gazeteci var. Tarafsız gazeteci diye geçiniyor. Bu proğramda ondan bahsettim ve CTP’yi desteklediğini söyleyince telefonla katılıp, Kıbrıs’tan; ”orada oturan bey CTP’nin Rum tarafının kazanacağını söylüyor. Öyle bir şey yok” dedi. Ben de dedim ki,sayın Hastürel, siz beni tanıyor musunuz?”Tanımıyorum dedi. Niye dedim. Ben Magosa’yı savunan komutanım. Bütün Kıbrıs tanıyor, siz niye tanımıyorsunuz? Küçümsemek için beni tanımadığını söylüyor. Dedim ki; ben bir ay Magosa’da çarpışan komutanım. Herkes tanıyor, niye tanıyamazmış. Özür dilerim dedi ondan sonra.Peki dedim,siz diyorsunuz ki, bu CTP’nin kazanması Rum tarafında istenmiyor. Bunu nasıl iddia ediyorsunuz? Fileleftros gazetesini gösterdim, orijinal şekliyle. Tabii mosmor oldu. Hemen devre dışı kaldı. Şimdi orada bunlarla mücadele edecek bir güç de yok. Kıbrıs’taki hükümet, Ulusal Birlik Partisi ve Demokrat Parti maalesef aşınmaz halde kan kaybediyor. Pelte gibi hükümet, pelte var ya, onun gibi. 12 Eylül öncesi Türkiye’de Anadolu’da bizim durum nasıldı. Kan gövdeyi götürecekti. O noktaya geliyor Kıbrıs.
-Peki Denktaş faktörü yok mu?
Kalelioğlu: Şöyle ki TAK Ajansı’nın 19 Haziran 2003 tarihli basın özetinde, Kıbrıs müzakerelerindeki Rum Heyeti üyelerinden Tumazos Çelebis’in Flelefthros Gazetesi’ne verdiği demeçte, KKTC’de yapılacak seçimleri muhalefet güçlerinin kazanmasını istediklerini açıkladı. Çelebis; ”hepimiz Denktaş’la aynı çizgide olan güçlerin kaybetmesini istiyor ve umuyoruz” demiştir. Denktaş orada bir milli mücadelenin sembolü. 50 yıldır kendini bu işe adamış. Onu tavsiye etmek Rum propagandansın birinci hedefi görünüyor. Kıbrıs’ı Türkiye’den ayırmak, koparmak,yalnızlığa itmek ve kendi kontrollerine almak istiyorlar. Yunanistan’ın 10 Madde’lik bir “Megale İdea” diye hedefi var. Bir maddesi de Kıbrıs’ı ele geçirmek ve Helen adasını yapmak.
Kıbrıs’ın Akdeniz’in en cazip bir adası olduğuna ve Arab ülkeleri başta olmak üzere Ortadoğu’nun gözünde adaya böyle bakıldığına işaret eden Kıbrıs’ın Mücahidi ve kahraman savunucusu Emekli Albay Oğuz Kalelioğlu’nun adına, üstün hizmetleri dolayısıyla Magosa’da bir Özgürlük Anıtı yaptırıldı.
O gün mücadelesi itibariyle komutanlarınca takdir ve taltif edildi. Bugün ise kurduğu Kıbrıs Adalet Partisi ile Rumlar’ın korkulu rüyası oldu ve Kıbrıs’ta Türk’ün milli heyecanını yeniden ateşledi. İşte Kıbrıs ve işte gerçekler:
-Kıbrıs’la ilgili dönen dolaplar var değil mi? İçte ve dışta tedbir gerektiren ne gibi bariz gelişmeler dikkate alınmalı?
Kalelioğlu: Türkiye’de bugün liberal aydınlar, köşe yazarları bir yanlışlık içerisindeler. Diyorlar ki, “efendim Avrupa Birliği’ne girip girmeme konusunda bir tercih noktasındayız. Kıbrıs’ta bunun anahtarı.” Yani, ver kurtul. Alâkası yok. Kıbrıs’ı versek, değil Avrupa Birliği’ne girmek daha beter, Türkiye’den daha başka tavizler isteyecekler. Doğu’da Ermeni devletini, Kürt devletini kurdurmak istiyorlar. Taviz tavizi doğurur. Kıbrıs bizim asla vazgeçemeyeceğimiz bir kalemizdir. Eğer Kıbrıs kaybedilirse Türkiye’nin güvenliği tehlike altına girer. O bakımdan Kıbrıs daima elde tutulmalıdır. Hattâ biz hak iddia etmeliyiz. Demeliyiz ki sen burada ne yapıyorsun? Rum Başbakan Papadopulos geçen hafta açıklama yaptı. ‘KKTC’nin topraklarının tamamı bizimdir’ diyor. ‘Buradan Türk’leri çıkaracağız, burayı alacağız’ diyor. Bunu bizim dememiz lâzım. Hiçbir zaman bu adaya sahip olamamışız. Çünkü sahibi biziz. Bizans döneminde biter. Bizans nedir? Doğu Roma’dır. Yunanlı’larla hiçbir ilgisi yoktur. Bu Doğu Roma döneminde burası Bizans’ın bir adasıydı, tamamı. Bir tek Jüstinyonus zamanında 90 yıl kadar resmi dili İmparator, Helence yaptı ve buralarda da Yunanca konuşuldu. Roma’nın her tarafında ve Anadolu’da. Eski Yunan’lıların, Grek’lerin hiçbir zaman hakları yok ki adada. Benim padişahım da Farsca divan yazıyordu. Osmanlı zamanında padişaha bu bir kültürdür. Dolayısıyla Yunan’ın burada hiçbir hakkı yoktur. Tarihi yönden meseleyi bir defa böyle ortaya koymamız lâzım.
-Peki, efendim, Kıbrıs Adalet Partisi istenilen cevabı verebilir mi? Teşkilatlanmanızın ve çıkış sebebinizin başında Kıbrıs’ta meseleye hâkim olmak ve bu paralelde hizmet etmek var..
Kalelioğlu: Kuvvet insanın içindedir. Biz kendimize, halkımıza ve Allah’a güvenerek yola çıktık. Hiç kimseden icazetli değiliz. Denktaş Bey’e dış politikalarda yakın olabiliriz. Ama hiçbir zaman hiç kimseden talimat almayı hedeflemiyoruz. Hiç kimsenin yardımına ihtiyacımız yok. Biz yola çıktık ve son derece başarılıyız. Köylü kadınlar geliyorlar, ağlayarak: ‘bileziklerimizi vereceğiz komutanım’ diyorlar. Biz bu heyecanı yakaladık, kaybolmuş heyecan yeniden geldi avuçlarımıza. Sel gibi insanlar akıyorlar. Nasıl ki Anadolu’da, Türkiye’de siyasette boşluk vardı, geldi AK Parti doldurdu orayı. Biz de Kıbrıs’ta o boşluğu doldurmaya aday bir partiyiz.
-Kıbrıs Adalet Partisi’nin hedefleri nelerdir?
Kalelioğlu: Bizim yol ve çizgimizde milli şuurdan taviz vermemek var. Üç tane hedefimiz var: 1-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ne pahasına olursa olsun yaşayacak. İçerden ve dışardan hiçbir tehlikeye boyun eğmeden bunu yaşatacağız. 2- Adaleti tamamen sağlayacağız. Kıbrıs’ta adalet tamamen kökünden sarsılmıştır. Adalet diye bir şey yoktur. Hem Kıbrıs Türkü’nün uluslar arası hukuk ve adaletini sağlayacağız. İçerde nasıl sağlayacağız? Otuz yıl olmuş,bizim gazimiz gitmiş Kıbrıs’ta çarpışmış,kan dökmüş, can vermiş. Onun çoluk çocuğu yok, daha sonra giden göçmenlerimiz1986’da, 1990’da gitmişler, tarlasının tapusunu vermemiş. Her anda elinden alıyoruz, kendi iktidarına, yakınına veriyoruz. Böyle haksızlık olabilir mi? Ve adam sahip olmuyor, sıvası dökülüyor, yapmıyor. “Er geç benim elimden alacaklar bunu” diyor. Herkesin tarlasının, evinin tapusunu biz eline vereceğiz. Dünya gelse kimse mani olamaz buna. Magosa’ya ben girdim ilk defa taburumla. Maraş bir İzmir vilayeti gibi büyük bir şehirdir. Şimdi harabe hâlde duruyor 30 yıldır. Taviz için bekletiyoruz, yanlış bir politikadır. Katılmıyorum. Halka da söyledim. Hepsi de söylediler: “zaten bunu yaparsan, bir tek sen yaparsın” dediler. El ele tutuşacağız, Maraş’tan içeri gireceğim, bütün barikatları yıkacağım. Ev ev herkese vereceğim. Otelleri vereceğim, yap işlet devret, bir yıl,iki yıl, kim iyi işletir, kim turist getirir, kim kazanır, onu bilirim. Kazanamazsa, alacağım başkasına vereceğim. Hakkı hukuku tecelli ettireceğim. Hiç kimseden korkmadan, çekinmeden Kıbrıs, demek ki hür ve bağımsız yaşayacaktır. Kıbrıs Türkü’nü hiç bir şekilde kimsenin boyunduruğuna, Avrupa’nın, şunun, bunun keyfine bırakmayacağım.
İkincisi adaleti tam sağlayacağım. Üç, Kıbrıs, Türkiye’nin sırtında kambur değil, bir refah ve saadet ülkesi olacak. Serbest bölge olacak. Beyrut gibi. Bütün Akdeniz ülkeleri, Arap ülkelerinin Ortadoğu’da cazibe merkezi olacak. Burayı böyle geliştireceğiz ve Rum tarafından daha büyük bir gayri safi milli hasıla olacak. Sosyal adalet sağlanacak, bütün gümrükler kalkacak. Fert başına düşen gelir orada on bin Dolar ise, burada yirmi bin Dolar olacak. Kıbrıs’ın buna müsait her türlü yer üstü, yer altı kaynakları, verimli toprağı, turizme müsait bir çok potansiyeli vardır. Dolayısıyla bunlar hayatidir. Yeter ki kuvvetli insanlar, kadrolar olsun.
Analiz
2003 yılının Temmuz ayında bu röportajı Mücahid Komutan Oğuz Kalelioğlu ile tamamlayıp Sonhaber’de neşrettiğimde, Kıbrıs’ta henüz seçimler yapılmamış, Türkiye’de de hiç Ermeni meselesi 2008 yılında olduğu kadar gündeme gelmemişti. 2008’de, tarihimizde ilk defa Ermeni özürcüleri ile karşılaşma ve bu sözde aydın guruba öfkelenme hâlini yaşamıştık.
Türkiye; Osmanlı’nın yadigârı ve İslâm’ın bayraktarı olan bir millete emanet edilmiş, hakkı ve adaleti en iyi temsil edenlerin ülkesi.. Bu ülkede yaşayanların idrakleri, Haçlı taassubunu okumaya, anlamaya mecburdur. Dünya’da yaşanan en acı zulümlerin temelinde, Filistin’i yok etmeye çalışan mantığın esasında işte Osmanlı yokluğu ve Haçlı zorbalığının varlığı yatmaktadır. Dolayısıyla Osmanlı’ya yapılanlar ile doğan boşluktan dünyayı yasa boğan zulümler türedi,büyüdü ve azametini kazandı. Şimdi aynı Osmanlı’nın torunlarına karşı; Papa 16. Benedictus’un dediği üzere 3. bin yılda Hıristiyanlaştırılacak olan Ortadoğu’nun başı Asya’da hedeflerin kazanılması için bir oyun ortaya konmaya çalışılmaktadır.
Bütün dünya milletleri bildiklerini teyid etmek adına,derim ki; insanlığın koruyucusu ve hiçbir ırk ayrımını kabul etmeyen Türk Milleti’nin zayıflatılması demek, bütün insaf,adalet, hak hukuk ve vicdan kalelerinin yıkılması manâsını verir.
Uzun lâfa ne gerek var.. İhdas edilen bütün oyunların içinde, Batı âlemi’nin atını oynatabilmesi için Büyük Atatürk’ün veciz sözü itibariyle ‘içimizdeki dahili bedhahlar’ devreye sokulmuştur.
Ki; Sayın Kalelioğlu’nun 2003 Temmuz’unda dediklerini 5 yıl sonra okuduğumuzda değişen olarak şunu görüyoruz. Roller aynı, sadece eskiyen yüz ve ihtiyarlayan kafaları taşıyan aktörlerde farklılıklar var. Eskileri atılıyor, yerlerine sinsi maksatlarını anlatırlarken emin görünseler diye yenileri tayin ediliyorlar..
Ama Hakk’ın adaletine müessir olamıyorlar ve o itibarla da Türk Milleti’ne bir zararları dokunamıyor. Keşke Türk’e dokunamadıkları gibi bütün mazlumlara da dokunamasalar.!
YORUMLAR
Sevgili Komutanım!
Evet.. şiirli sayfaların tahayyüllü havasında çaldığımız bağlamada caz faslı; nihayetini böyle bir fasılda bulmuş oldu..
Size bu alanda Komutanım diyorum..
Ve bütün komutanlarımızı da hassasiyetleri ve vazife mecburiyetleri dolayısıyla seviyor, bizim için gösterdikleri mücadeleleri için de hep şükran saygısına duruyoruz..
Ama; iyinin içinde Resulûllahımızın dediği üzre fitne var..
Güzelin içinde çirkin, doğrunun içinde yalan, ciddiyetin içinde düzenbazlık, ahlâklılığın içinde madrabazlık..
Yani bir büten sardığımız bu meselelerin arasında mutlaka menfi durumlar, sanki panzehire zehir gibi karşımıza çıkıyorlar..
Çıkıyor, ama sizlerin bildiğini ben bilemiyorum..
Bu meselede de varsa zaaf, ya da varsa bir oyun, o da bizim muhatabımız da..
Zaten gazeteciliğimizin en enteresan tarafı; biz köpek ısırırsa haber olur dedikçe, karşımıza dikilen çağın kaidesi; insan köpeği ısırırsa haber olur diye diretiyor..
Neticebelki de işti bu..
En samimi duygularımla size derim ki; 48. yılına giren gazetecilik hayatımın başından bugüne durduğum asil noktanın en itiraz verici yönü böyle..
Netice itibariyle sevgili komutanım; biz bir komutanın bize, seslerini de kayda almak suretiyle anlattıklarını nakil ile görevli bir basın mensubu idik..
Elbette sonrası, geçmiş rüzgârın mevcut zati esintileri kamu vicdanından gelen bir diğer esintilerle harmanlanmaya kalıyor..
Siz burada o harmanı bize gösterdiniz..
Ve biz de film ardı gerçekleri izleme şansı elde ettik..
Yine de her şeye rağmen her kim, bu vatan için bir adım dahi yürüse başımızın üstünde yeri var..
İnşallah sizinle de bu konuda bir röportaj yaparız..
Zira 64 yaşımıza rağmen bu habis gazetecilik mesleği bizi terketmekte inad etmekte..
Selâm ve dualarımla Cemil Komutanım..
Bu arkadaşım partinin ismini yanlış koymuş. ben başka bir isim düşündüm fakat yazamayacağım. ben de bir emekli asker olarak oralarda bulunma şerefine nail oldum. gerçeklere kendi penceresinden bakan hiç kimse yaptığı işte başarılı olamaz. Bu Kıbrıs için kat be kat daha zordur. Kurunun yanına yaşı katarak bir yere varılamaz. Zaten fikir olarak Kıbrıs türk toplumunu tümüyle kucaklamak yerine yine aynen Türkiyedeki siyasi zihniyetle olaya yaklaşmış. hemen ayrılıkları düşünde yaratmış. oysa ki o zaten var olan ayrılıkları birleştirme çabası ön planda olmalıydı. Söyleşide hep taraf olma gayreti sezdim. başlık dikkatimi çekti ve baştan sona okuyum dedim. ancak dayanamadığımı da söylemek istiyorum. katıldığım tek nokta oradaki türk askerinin varlığının sürdürülme noktasıdır. Bunu hiçbir sebeple ve şekilde göz ardı edemeyiz. O askerin oradan çekilmesi demek toprağın yitmesi ve Türkiye'nin güvenliğinin tehlikeye girmesidir. Çünkü orası sadece bir toprak parçası ya da Müslüman Türklerin yaşadığı bir yerleşke olarak düşünülemez. Dünyanın yarısına hükmedilebilecek doğal bir deniz üssü ve yüzer bir gemi gibidir Kıbrıs. Bu kadar stratejik bir konumu vardır. işte mücadelenin aslı da bu olmalıdır. Bırakalım siyaseti siyasetçiler yapsın. Askerden siyasetçi olmaz. Birileri çıkar ve kendi menfaatleri için alkış tutarlar önceleri. Tutarsa planları seni kullanırlar. Yok tutmadıysa bir bakmışsın tek başına kalmışsın. Adını bile anan olmaz. Sorun bakalım şimdi adını anıyorlar mı?
Sevgili dostum kusura bakmayın Kıbrıs konusunda çok doluyum aslında. O kadar çok çarpıklık var ki. Neresini anlatacaksınız. Bu bizin devlet politikamızdaki yerini bile anlamak mümkün değil.
Sevgiler göndriyorum.