- 567 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Fırtına Sonrası Sensizlik...
Zamansız akşamın hafif karartısı hayallerimin üzerinde beliriveriyordu sanki. Üzerinde oynak buharların uçuştuğu çayım içilmeyi bekliyordu, zaten bende onun istediği şeyi yapacaktım. İçimde anlamsız büyük bir oyuk vardı. Her an ayağımın takılıp o oyuğun içine düşecekmişim gibi hissediyordum kendimi. Yeni bir şeylere hazır değildim belki, kendimle yüzleşemiyordum. Kendimle yüzleşememek kızdırıyordu beni ama yüzleşemiyordum işte.
Zor gelir insana hayat. Özellikle yarım kalan aşkın bıraktıklarını taşırken... Bazen öyle bir olur ki, omuzların taşıyamaz hale gelir. Milyonlarca problem esir alır beynini, bedenini. Yorulursun. Aslında problem tekdir. Kalbindeki tek şey. O, özlenen sevgili... Bir gelse her şey biter. Ellerine dokunsan ruhun titrer… Ama yoktur. Bu yüzden de problem çoktur… Bu acıyı anlatmaya bu kadar kelime yetmez aslında. Yetmiyor zaten ama yetinmeyi bilmek lazım… Acılarda bile… Acıları anlatmakta bile…
Her şarkı hayâsızca, durmadan seni anlatıyordu bana. Sesi kısık müzik radyoda çalarken, anılar oynuyordu akıl perdemde. Başrol hep aynıydı, güzel ve ruhuma kadar uzanan saçlar, baktıkları zaman içimi artçı depremler gibi titreten bakışlar, hayatın cilvelerine aldırmayıp rest çeken gülüşler ve o ruhumun en derinine kadar dokunan eller, ah o eller… Anlatılmakla bitmezdi bu film, zaten izlemekle de bitmiyordu. Kibritimi yakmayı planladı beynim, dertlerimle birlikte bir nefes çektim ucu benim gibi yanan sigaradan. Değiştiremiyordu dudaklarımdaki yarım kalan tadını ve artık yabancı geliyordu sigara, aynı senin gibi. Sigaram diyemiyordum…
Evet şarkılar… Şarkılar o kadar acımasızdı ki, tahmin bile edemiyorum… Aslında dinlemeye ihtiyacı oluyor insanın. O an benimde ihtiyacım vardı. Bir parçası kırık radyoda çalarken şarkılar, ardı arkası kesilmeyen bir sis kaplıyordu düşüncelerimi. Önümü göremez hale geliyordum. Biraz daha ses… Hadi biraz daha… Her ses fazlalaştığında bir bıçak daha saplanıyordu kalbime. Her şarkıda daha çok süzülüyordu kanlar. Her notada daha çok kaybediyordum kendimi… Ellerim kaleme sarılıyordu hemen. Birer birer dökülüyordu kelimeler… Beyaz kâğıdım biraz da olsa yaralarımı sarıyordu. Dur durak bilmeyen kalemim her harfi yazarken, bütün duyguları işliyordu kâğıda ve her cümleyi hissedebiliyordu vücudum…
...
Daha sonra kaçmayı örnek almaya çalıştım senden. En küçük kelime, dert, sıkıntı köşeye sıkıştırdığında beni hemen oradan uzaklaşıp kaçmalıyım planını kurdum. Mantıklı değildi, çünkü aynı şeyi sen yaptığında kafayı yiyecek gibi oluyordum yâda çok kızıyordum. Ama birçok şeyi olduğu gibi bunu da becerememiştim. Kaçamamıştım… Şimdi nerdesin diye sorma. Tek cevabım olur;
Kelimelerimin bittiği yerdeyim...
Yeni bir gün sabah rüzgârıyla birlikte giriyordu pencereden. Herhalde benliğimin uykuyla arası açılmıştı son zamanlar. Gözlerimdeki gecenin bıraktığı yorgunlukla karşılıyordum rüzgârı. Güneş açmamıştı yine. Bulutlar gökyüzüyle sevişiyordu… Sanırım o gün de yalnız bırakacaktı güneş kuşları. Bıraktım kovalasın günler birbirini, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri…
Sonra ne oldu diye sorma inan anlatmak bile yoruyor insanı. Duygular birbirine karışıyorken seni de harmanlayıp bilmediğin bir rüyaya bırakıveriyor hayat… Bazen gözlerin kapalı izliyorsun her şeyi… Görmezden geliyorsun gerçekleri, gerçi gerçekler mi görmezden geliyor seni orası bilinmez… Bende bilmediklerimi anlatamam zaten…
Umut eder mi seni benliğim? Sanırım cevabı “Hayır.” Bak artık kendimle yüzleşebiliyorum… Zaten benden dostta olmaz… Olamam…
Anlatmayı beceremiyorum galiba ama fırtına sonrası sensizliğin adıydı bu ya da ben böyle adlandırıyorum. Belki de anlatmayı becermek bile istemiyorum… Ve sen, her zaman, her an, yarım kalan sevgili,
Unutma,
Ellerin çok yakışıyor sana…