Bu Yazı Bir Başka
Çok kelimeler geldi içimden. Kimisi taşıdı hissettiklerimi, kimisi taşıyamadı. Düşüp kırmasınlar diye bir taraflarını, hislerimden yonttum bazen. Kendilerini yetersiz hissetmesinler diye, daha sıradanlaştırdım ifadelerimi...
Çok sitemler edesim geldi. Birçoğu kendime, pek azı yarime... Ama anladım ki, o azıcık sitemler bile pişman ediyor zaman geçince. Öyle ya deyiveriyor içimden bir ses, senin yarin o mu, yoksa ondan gelecek güzellikler mi? İkincisiyse eğer, git buralardan, önce sevmeyi öğren! Bir diken bahçesinde gizlenmiş tek bir gül tomurcuğunu arayarak geçir yıllarını, paramparça olsun kolun bacağın, acıyı hissetmeyene kadar kanat ellerini... Kanat ki akan kanın temizlesin görünmeyen kibirini!..
Ya da aylarca her gün sabahın köründe kalkıp odun kırıp taşı sevdiğine. O her kalktığında sıcacık bir eve uyansın da yine bir kere bile bakmasın yüzüne... Onun geçeceği her yolu önceden tertemiz yap, bir çöp tanesi bile bırakma ama o hiçbir zaman bilmesin bunu. Her gece rahat uyusun diye yumuşat yastığını, bildiğin en yüce duaları oku ama o hiçbir zaman görmesin. Güllerle donat odasını... Ama senin yapacağına ihtimal bile vermesin...
Sevilmek için sevmek bencillerin işi. Sevdiği için utanmak da şaşkınların. Sen ne bencil ol, ne de şaşkın... Dik dur, öleceksen de dik öl. Kambur yaşamaktan iyidir!..
İşte böyle diyor içimdeki ses. Artık kulak kesilerek dinlediğim tek ses söylüyor bunları...
Çok sevgiler tattım geçen ömrümde. Bazen birbirine karıştı aşk, sevgi, beğeni, hoşlanma... Zaman geçtikçe ayırmaya başladım onları birbirlerinden. Kiminin beş günde bittiğini, kimininse beş yılda bile geçmediğini zamanla anladım. Bazen ne kadar kaçmaya çalıştıysam da, köşeye sıkıştırıldım. Bunda da var bir hayır dedim, yaşadım payıma düşeni. Hiç isyan etmedim diyemem ama en azından ettiklerimden de pişman oldum. Yaramaz bir çocuk gibi başım önde yaklaştım tövbe kapısına...
Bu zaman öyle bir şey ki, bir taraftan içindeki çocuğu hiç büyütmeden besliyor, bir yandan da dışını kavurup duruyor. Kimileri görünce çok gamsız sanıyor seni, kimileri çok dalgın, kimileri çok güçsüz, kimileri çok ruhsuz... O kadar farklı şekillere giriyorsun ki, değişik açılardan değerlendirmeye başlıyorsun hadiseleri...
Eskiden vuslatın ne olduğunu bile bilmeden, vuslat için verecek bir can vadederken; sonraları firkati vuslata tercih edebileceğin hesaplaşmalar içine giriyorsun. Ya da mantık kantarında fazla tartılıp, her ihtimali düşünmekten kalbinden gelen sesi dinlemez oluyorsun... Bazen de o gizli gururun okşanıyor; kendini değerli görüp, zamanında canını vermeye layık gördüğünü bir kenara koyup, onun sana layık olup olmadığını sorgulamaya başlıyorsun...
Uçlarda gezinmek her zaman tehlikelidir. Aşağı düşme riski tepededir çünkü. Canın sahibi onu sana emanet etmişken onu feda etmeye sevdalı olmak bir uçsa, canın sahibinin başka bir canını hor görmek ya da nefret etmek de diğer uçtur... Galiba en doğrusu bir film repliğinde geçtiği gibi, ’yaşamayı göze almak’...
Dedim ya: Bu yazı başka... Gönlümden geçenleri kalıba sokmaktan ya da yontmaktan sıkıldım artık. Ne geçiyorsa içimden, açıkça yazıyorum. Ben sabaha kadar yazarım da, okuyan çıkar mı bilemem...
Bugün farklıyım ben... Anladım ki gerekirse en ümitsiz görünen durumlarda bile inadına ümit etmek gerekiyor. En imkansız gibi görüneni dilemek ya da... Yarın bambaşka ya da tam tersi bir durumla karşılaşacağını bilsen bile, o günün verdiği mutluluğu hakkıyla yaşamak. Hiçbir zaman ’o’ olamayacağını bilsen de, ’sen’in de onun gibi bir beşer olduğunu unutmamak...
Bu yazı bir başka... Tüm yazdıklarım bir yana, bu bir yana... Zaman herşeyin ilacı ama bazı şeylerin üstünü örtüyor sadece. Ya da bazı şeyler o kadar gerçek, o kadar samimi oluyorlar ki, zamana bile direniyorlar... Utanmalı mıyım bundan, sıkılmalı mıyım? Hayır! Ben bir garip yolcuyum... Yolculuğun sonu zaten belli. Başınıysa hatırlamıyorum... İkisinin arasında geçen sayılı günü kendimi kandırarak mı geçireyim? Gerekirse yalnız ama başım dik olayım, daha iyi...
İçimden gelenleri törpülemedim bu kez. Ama yazmadıklarım, söylemediklerim çokça mevcut... Çünkü kimisi zamansız, kimisi ağır, kimisi kafa karıştırıcı, kimisi kelimelerin taşıyamayacağı kadar çetrefilli... Onlar içimde kalsın da, tüm bu keşmekeşle ben uğraşayım, muhatabı değil... Yastığını her gece yumuşattığım gibi, varsın bilmesin kendisine yazıldıklarını, varsın başkası için yazıldılar sansın... Ben yine devam edeyim bildiğim en yüce duaları onun için okumaya... Arada bir kızsam da, ona hiç belli etmeyeyim... Türküdeki gibi ’bu benim cahil gönlümün senden geçeceği yok’ diyeyim...
Kim ne derse desin, gerçekten de öyle...