12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1479
Okunma
Bu hafta mayınlı tarlalarda mı gezsek ya da o mayınlı tarlalara adım bile atmadan 216 milyon Metre Karelik bir alanı “ Ben mayınlardan temizleyip kullanamıyorum al sen kullan” diyerek 44 yıllığına İsrail’e verilmek istenmesini mi yazsak?
Ya da kahpe teröre kurban verdiğimiz altı tane Mehmet’imizin neden ve ne için ölüme gittiklerini mi?
Ya da “Geçmişte azınlıklara Faşizanca davranışlar nedeni ile birçoklarını ülkemizde istemedik ve hepsini buralardan kovduk ” diyen ( Eğer bu düşünceleri sayın başbakan, kafatasçı anlayışların 6–7 Eylülde İstanbul’da yaptıkları, Sivas, Çorum Maraş olaylarını kastederek söylüyor ise tüm kalbim ile katılıyorum) sayın başbakana cevap mı verelim?
Ya da her zaman olduğu gibi Mayınlı tarlalardan tüm dikkatleri başka bir yöne çekmek için, ülkemizin en büyük Sendikalarından KESK Genel Merkezi ve ona bağlı bazı şubelerinin TERÖR amaçlı aranması ve 37 yöneticisinin gözaltına alınmasını mı?
Sayın Cumhurbaşkanımızın “ Kürt sorununu aşmak için tarihi fırsat” diye seslendirdiği ama günlerdir bu tarihi fırsatın ne olduğu ya da olmadığının neden açıklanamadığını ve kendi tahminlerimizi mi yazsak?
Ya da geçim sıkıntısının tavana vurduğu günümüzde 10 TL için bedenini satarak para kazanan ve o parayı nasıl kazandığını gören altı yaşında ki çocuğunu acımasızca öldürüp, sevgilisi ve onun işbirlikçileri ile birlikte bir araziye atıp, kırk beş gün TV karşısında, gözünde tek bir damla gözyaşı bile olmadan her türlü yalana sığınarak suçunu örtbas etmeye çalışan, Dilber FIRTINA ve onun gibi annelerin neden bu kadar canavarlaştığını mı yazsak?
Bir ülkenin gündemi, bu kadar anlık değişimlere gebe bırakılmış ise, o ülkede gerçekten bir kokuşmuşluk, bir başıboşluk ve sona gelişlik vardır. Ve biz ülke olarak, her an her şeyin değişilebileceğini düşünerek yaşamımıza devam etmeye çalışırken her birimiz beyinsel anlamda tam bir çıkmaz içine giriyor, sinirlerimize hâkim olmayı başaramıyor ve toplumsal anlamda cinnet geçiriyoruz.
Evlatlar anne ve babasını, anneler çocuklarını hiç acımadan öldürüyor. Baba, dayı, amca, dede, ağabey, en yakınında ki kızlarına tecavüz ediyor ve “kol kırılır yen içinde kalır” mantığı ile ya aile içinde alınan karar ile kız çocukları öldürülüyor ya da hiç kimse ” anne de dâhil” bu olanları anlatmıyor. Çocukların on dört aylık olması, yaşları sekiz, on, on beş olması, cinsiyetinin kız ya da erkek olmasının hiçbir önemi olmadan tecavüz ve tacizlere maruz kalması hepimizde tam bir şok etkisi yaratmaktadır. Tecavüzcülerin bazıları yakalanıyor, yakalananlar her şeyi kılıfına uydurup ( Üzmez, Kalkancı) gibiler ceza bile almadan, dışarıda elini kolunu sallayarak geziyor. Bir de utanmadan bu tür adamların tecavüzünü normal göstermek uğruna evlenme yaşının on dörde indirilmesi için uğraşılıyor. Yakalanamayanlar zaten yakalanmadıkları için hayvanlaşmaya devam ediyrlar. ( Hayvanlardan özür dilemek gerek sanırım bu kelimeyi kullandığımız için. Çünkü hayvan bile aciz durumda kalan hiçbir yaratığa bu kadar büyük zulmü reva görmüyor.
Hiç birimiz en yakın komşumuza bile çocuklarımızı emanet edemiyoruz. Çocuklarımızı bir dakika güzümüzün önünden ayıramıyor, gittikleri yerden beş dakika geç geldiklerinde heyecana kapılıyor, kendimizi sokağa atıp çocuklarımızı arıyoruz. Yaralı birine yardım edemiyor, yolda kalan birini arabamıza alıp gideceği yere bırakamıyoruz. Kapıya vurup bir bardak su isteyen birinden şüphelenir olduk. Kapılarımıza, camlarımıza parmaklıklar taktırıp, her birimiz evlerimize mahkûm eder olduk kendimizi Hep birbirimize kuşku ve korku içinde bakıyor, yardıma ihtiyacı olana elimizi uzatamıyoruz.
Neler oluyor bize? Nereye gidiyoruz? Ve neden bu kadar ahlaki çöküş içindeyiz? Neden güven duygularımızı yitirdik? Toplum olarak hepimiz paranoyak olduk ve bizi bu kadar paranoyak yapan etkenler neler?
Düşünmek ve bir şeyleri sorgulamak için çok mu geç kaldık?
Türkan DİNÇER
29.05.2009 [
Resim: Türkan DİNÇER
Yer: Sinop