- 747 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İKİ DOST... (ÖYKÜLERİM)
Mevsim yaz. Sıcak günlerden biri... Ağaçların dallarını yere doğru eğdiği, yaprakların bir bir boyun büktüğü bir saat... Sıcak.. Öyle ki ; kuşların dallar arasında, gagalarını açıp aralıksız soluduğu, köpeklein oturdukları yerde, can çekişircesine, derin derin nefes aldığı, iki çenesinin arasından dilini çıkarıp bir karış sarkıttığı, ağızından salyalar akıtarak, göğüs kafeslerini şişirip susuzluktan, çatır çatır yandığı bir an..
Şirin bir kentin sokaklarında, tüm esnaflar hortumları takmış, dükkanlarının önünü suluyordu..Bu kentin özelliklerinden biri; kentin orta yerinden, Kuzeyinden, güneyine doğru uzanan bir çayı olması... Çayın özelliği ise, kışın yağmurların sel suları ile taşacak derece dolması, yazınsa, Mayıs-Haziran aylarında, yok denecek derecede kuruması..
Çayın üzerinde, beş-altı tane, çeşitli büyüklükte köprünün bulunması da, ayrı bir özelliği.. Bir yaya köprüsü hariç, tümünden araç geçebiliyor, vasıta ve yaya trafiği devamlı var. Hepsinin de ayrı birer adı var.. Kimisi, “ Aşıklar köprüsü “, kimisinin eski adı “ Tahta köprü “, kimisi “ Demir köprü” , kimisi “ Demirciler köprüsü”, kimisi “ Madenciler köprüsü “, kimisi “ Yaya köprüsü”, kimisi de “ Arap köprüsü “ adlarını almışlardı.Köprülerin hepsinin ayrı ayrı birer özgeçmişi, anısı, destanımsı öyküleri bulunuyordu.. Örneğin; Demir köprü olanı, bir bahar mevsimi Mayıs ayında, zamansız fazla yağışlarla gelen, seller nedeniyle, kökünden yıkılmış, altında, çay içinde bulunan testi, çömlek istiflerini, bu işle uğraşan birkaç esnafın barakalarını, bazı atarabası ve diğer vasıtaları, önüne koyup sürükleyip alarak, götürmüş, Menderes nehrinde millemişti..Gömmüştü. Yıl l965- 66 gibi...
Bu facia, maddi kayıplar yanında, birkaç kişinin canını da, koynuna alıp götürmüştü. Daha sonraları aynı köprü, Karayolları`nca yeniden, modern bir şekildeinşa edilmiş, yenisi yapılmıştı. Ama,bu sefer de o köprü, kentin yoksul, vasıfsız işçi sakinlerinin, iş bulma merkezi haline gelmişti.
Köprüde nasıl iş bulunur diye, soracaksınız ? Evet,nasıl iş buluyorlardı, köprü başında ? Sözkonusu vatandaşlar, sabahın erken saatlerinde, Demirköprü başında toplaşırlar, iş verecek kişilerin gelip kendilerini bulmalarını, beklerlerdi.. Bazen gün doğuşundan, gün batımına kadar orada bekleşip bir ekmek parası, alamadan evlerine dönüyorlardı. Ama ; işçi aramak için gelenleri, çevirmezlerse, nazlanmazlarsa, iş konusunda fazla seçme yapmazlarsa, çoğunlukla, devamlı işler bulabiliyor, günlük nafakalarını sağlıyorlardı..
Neydi, buradan sağlanan işler ? Genellikle hamallık.... Ağır, beden gücüne dayalı işçilikti. Başta gelen işlerden biride, inşaat işleri, amelelik v.s. Çoğunlukla, iki saati ve bir günlük çalışmayı geçmezdi, verilen işler.. İşte, böylesine kişilerin guruplaştığı, bekleştiği yerdi, Demirköprü başı..
İki dost.. Evet iki kişi, kader arkadaşlığı yapmışcasına kafa kafaya vermişler, bekliyorlardı şuan, o köprü başında. Demir kenarlıklara birer dirseklerini dayayıp, yarımca öne doğru eğilmişlerdi. Yüzleri çayın derinliklerine dönüktü.Şu kavurucu öğlen sıcağında, yakalarını ıslatan terlerini, boşta kalan elleriyle, mendil mendil siliyorlardı.. Birisinin uzamış kara sakalları, ürperti veriyordu, bakan kişiye... Belki bir hafta, belki de on gündür, bıçak değmemişti o sakala.. Akan tuzlu ve tozlu teri, sakalların arasından uzayıp çenesinin sivri ucundan, yere damlıyordu.. Akıyordu da, diyebilirsiniz.Ayrıca tatlı tatlı, bazen yakıcı olarak kaşıntı yapıyordu. Şöyle; biraz daha , yanlarına yanaşınca, yüzlerinde zamansız üreyen çizikleri, kırışıklıkları, hatta sakal ve saçlarına, yer yer düşmüş olan akları, görürsünüz.. Ama onlar, aldırmazlardı aklara, kırışıklıklara. Hatta avuçlarında, top top olmuş nasırlara da, gülüp geçerlerdi.. Fakat ekmek... Ekmeksizlik. Eve götürecek, bir ekmeği alamazlarsa...İşte, o yıkardı onları. Cigara parası, hatta bir küçük “ Papazkarası “ da alacak paraları olmasa, o denli üzülmezlerdi.Ama bebelerine, bir ekmek götüremezlerse, yıkılırlardı. Kemirir içlerini.. Öldürürdü onları.
Çeşitli kişiler geçiyor köprüden.. Elleri dolum dolum. Paket paket kolları.. Biri umutsuz, diğeri çaresiz gözlerle, izliyor onları. Ne güzel, yavruları sevindirmek.. Evine, bir şeyler götürebilmek. Ama ellerin boşsa, cebinde kuruşun, meteliğin yoksa... Öylesine, boynu bükük dönmek acı, çok acı.Ölümden de beter... Hele evini geçindirmek, bebelerini bakmak yükümlülüğü , yok mu ? O, acının başka yönü.. Bunu anlamak, anlatmak kolay değil. Yaşamak ise, daha zor..Herkesin evine sepet sepet, torbalarca , hafta masrafı götürdüğü gün, cebinizde bir kilo meyva alacak paranız yoksa, çocuklarınıza ne dersiniz ? Onlara nasıl anlatırsınız ? Çocuklarınız herşey isteyeceklerdir..O zaman :
----- Para kazanamadım. İş bulamadım.. Onun için, bir şey alamadım, diyebilir misiniz ? Çocuklarınız, komşu çocuklarını meyva yerken görünce, onlara yoksulluğu, işsizliği, yaşamın katı kurallarını, nası anlatırsınız ? Küçücük akıllarıyla isyan ederken, onlardan, nasıl anlayış bekleyebilirsiniz ? Onlar, isyan edip ağlayarak :
----- Bana ne, bende isterim.. Bende isterim dediklerinde, sabrı ve umudu, nasıl öğretebilirsiniz ? Mümkün mü ? Hayır... Bilir misiniz, böylesine yaşamak ne zordur ? Yaşamayan, bunu bilir mi, dersiniz ? Ben, bilmez derim.
Bu iki dost, öylesine karmaşık düşüncelerin, ezikliğini yaşıyorlardı, şuan.. Çoğu kez, o köprünün taş duvarları dibine atlamayı, kaya, beton, çakıl parçaları üzerine, uzanıp kalmayı istiyorlar... Ölmeyi düşünüyorlardı. Ama, ne geçerdi ellerine ? Onlar, belki ölüp kurtulabilirdi.. Ya geride bıraktıkları ? Eşleri, mini mini, boy boy çocukları, ne olurdu arkalarında ? Kim bakardı onlara ? Nasıl geçinirlerdi ? İçlerinden gelen bir ses :
----- Olsun varsın, at kendini.. Düşünmeye bile değmez bu hayat, diye seslenirken, bir başka ses :
----- Dur bakalım, acele karar verme. Kendin, acı çekmekten kurtulmayı nasıl düşünüyorsan, geride bırakacaklarını da düşün.. Ya ölmeyip sakat kalırsan ? Çocuklarının bakımına muhtaç lursan, ne yaparsın sonra ? diyerek, düşüncelerini yönlendiriyordu. Frenliyordu duygularını.. Evet, atlamak, kendini köprüden aşağıya salıvermek, çok kolaydı..Yavaş, yavaş aşağıda bir şeyler ararmışcasına, köprünün kenarına iyice sokulurdu. Sonra gözlerini kapatır, hafifçe, boşluğa salıverirdi kendini.. Basit.. İşte, bu kadar basitti. Hiç kimse, farkına bile varamazdı. Göz açıp kapayıncaya kadar olup biterdi, bu iş.. Ne de kolay olurdu. Kurtulur giderdi.. İyi hatırlıyordu. Bir zamanlar, aynı yolla,adamın biri ölmemiş miydi, bu köprü başında ? Sabahına, ölüsü bulunmuştu, çayın içinde..Ne olduğu, nasıl olduğu hala bilinemiyordu ? Bilinememişti ölüm sebebi ? Kim bilir ? Belki de, kurtulmuştu o adam.. Pekiyi, ya sonrası...? Boşver sonrasını. Yaşamaktan daha kolaydı ya ölmek.. Sen, ondan haber ver. Gerisi, ne olursa olsun. Nasıl olsa, o, bir şey duymayacaktı.
Öyle sanıyodu. Fakat... Fakat, ölmezse.. Ya, ölmezse ? Ya birde, sakat kalırsa ? Ailesine,çocuklarına ömür boyu acı çektirecek olursa.. Yaşamı boyunca, bakılmak zorunda kalırsa. O zaman ne yapardı ? Küçücük bebeleri, çaresiz kalan kadını, nasıl geçindirir, nasıl baş ederdi, bu savaşla ? Onların çaresizliği, acısı kendisini öldürmez miydi ? Evet, evet.. Ölümdende acı bir yaşam olurdu bu.. Çekilmez..Dayanılmazdı.Yaşamla ölüm arasındaki bu incecik çizginin, kıldan ince ipin üzerinde dolaşan, gidip gelen, iki dostlardan birinin omuzuna,yabancı bir el, iki defa, hafi hafif vurdu.Sakallı olanı, ardına baktı. Düşünceleriyle çok uzaklarda uçuşan, duygusuz, boş bir bakıştı, gözlerinde can bulan. Sanki, düşüncelerini yapacağı anda, onu bu el durdurmuştu.. Evet, onu kurtaran el, bu eldi. Duygusallık bitmiş, gerçek hayatın eşiğinde, uyanıvermişti..
Birden ; gözleine, güneş ışıklarının çarptığını, o ışıkların sıcaklığını duydu.Yaşadığını hatırladı.Ardında duran adam :
----- Ne o Kerim ? Rengin değişmiş, hasta mısın ? Gözlerinde de bir tuhaflık var.Seni, bir haftadır aradım, bulamadım.Dün de yoktun..dedi.
Kerim, terden ıslanmış, kara sakallarını okşayarak :
----- Yok ağbi, iyiyim artık.. Aklım başımda. Hastaydım bir haftadır. Çalışamadım. Bugün sabah çıktım, köprü başına. Omuzuna dokunan müşteri, işveren :
----- Çalışıyor musun ? Sana göre bir iş var. Fazla değil, bir-iki günlük.. Belli de olmaz, belki, iki saatte sürebilir..Nasıl, ister misin ? dedi.
Kerim, birden bire,yeni cansuyu içmiş ağaç gibi canlandı.. Doğruluverdi. Yüzündeki kırışıklıklar sanki, birden kayboldu. Sevgiliye yaklaşmışcasına, kalbi hızlıca, düzensiz bir şekilde atmaya başladı. Mutluluk çığlığı atarcasına, konuştu :
----- Sözü mü olur ağbi ? Tabii çalışırım.İsterse, yarımsaat olsun... Yeter ki, iş ver.. Hemen geliyorum, dedi.Yanıbaşında duran dostuna, az önce aynı kaderi paylaştığı arkadaşına, hafifçe dokunarak, seslendi :
----- Eyvallah, Fikri ağbi. Görüşürüz.Allah kerimdir, üzülme, dedi. Ondan ayrıldı..
işveren önde, o arkada ; Demirköprü`den doğuya doğru, karşı yönde ilerlemeye başladılar. Az önce, ölüm uyuşukluğu ile dolaşan kanı şimdi, alevlenmişti artık.. Bir umut doğmuştu. Hiç değilse, birkaç gün daha yaşayabilme umuduydu bu.. Boş olan midesinin gürültüsünü , havanın bunaltıcı sıcaklığını duymuyordu, artık. Çalışacak, açlıktan acı çeksede, çalışacaktı.. Az sonra, aldığı yövmiyesi ile evine birkaç ekmek, bir karpuz, biraz şeftali götürecekti.. Az da olsa, bir parça et götürebilirse, değme keyfine gitsin.. Hele, bir paketde filitreli sigara alacak parası artarsa... Gel keyfim, gel.. Bebeleri, şeftali başında kavga ederken, onları seyretmesi, ne güzel olacaktı..
İşverenin ardından giderken bunları düşünüyor, onları gözleri önünde canlandırıyordu.. Bu duygular yüzüne, tatlı bir tebessüm getirmişti. Eşinin ise, devrik devrik bakışları, gözünün önünden gitmiyordu.. Yaşamak, bu muydu ? Mutluluk denen şey, böyle mi yaşanıyodu ? Ya ölüm... Ona, ne olmuştu ? Galiba ölüm, şimdi Fikri`nin yakasındaydı.
Güneş ışıklarıyla, salkım saçak olmuş sarkıyordu. Alnından uzayan terde damla damla, tozlu tozlu, tuzlu tuzlu gülümsüyordu. Kerimin gözleri ise, yaşamayı bir başka görüyordu.. Bir topan ekmek parasını kazanma, kazanabilme umudu, onu yaşama döndürmüştü sanki..İnanmasada, yaşam işte buydu...
Suat TUTAK
01.06.1980
SÖKE
İKİ DOST... (ÖYKÜLERİM) Yazısına Yorum Yap
" İKİ DOST... (ÖYKÜLERİM)" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.