- 2935 Okunma
- 26 Yorum
- 0 Beğeni
GİZ GÜLÜ
Onlarca martı taaa İstanbul’un göğünde çığlık atıyordu sarı yalnızlığın keskin teninde ruhunu susturan yüreğe… Martılar vefalı kanatlarının rüzgârla dansında duymuşlardı düşlerini sevgi yoksunu depremlerin sarsıntısında kaybeden yüreğin sesini… Hüzün treni sanki ona katar katar sıraladığı yükleri omzuna vermiş gücünün sınırlarını zorlamak ister gibiydi…
Martılar yürek dostlarının sarı yalnızlıkta inleyen sesini duydukça kanatlarını çırpıyor onlar kanatlarını çırptıkça depremin yıkıcı gücü azalıyordu... Martıların gözyaşları marmaranın yeşil sularına aktıkça enkazın altındaki gözleri yosun yeşili yüreğin nefes almasına fırsat kalıyordu…
AMA BU DESTEK YETMİYORDU GÜNEŞE ÇEKİLEN PERDEYİ KALDIRMAYA…
Doğadaki bu yaşamsal devinim insanların bencil duruşuna bir savaştı … Yaşamın hüzün yüklediği bir yüreği yaşamın en gerçek sahipleri olan insanların yok oluşa sürüklemesi ve bu sürükleyişe dur demek için
Martıların,
Rüzgârın ya da
Gecenin ak duvaklı gelini mehtabın
bu sürüklenişi devam ettiren devinime ısrarla dokunması biraz düşündürse de asıl manayı çoğaltıyordu aslında…
Sarı yalnızlığın mavi düşlü yüreğini İstanbul’da en son uğurlayan martının telaşı değdi gözlerime... Martı bir oyana bir bu yana şefkat telaşı çırpınışındaydı… Bembeyaz güvercini yolluyordu enkazdaki ürkek, eksilmiş ve üşümüş yüreğe... Güvercinin kanatlarına giz gülüne değmiş canın bütün öyküsünü yazmıştı sanki martı…
Çalınan kokusu,
Dökülen yaprağı,
Bir kaktüsün büyümesi için gölge görevindeki yorgun bedeni…
Sadece dikeni ise onu hala öz anlamında koruyordu...!!!
Enkazın ıslak, buğulu, karanlık mekânında son demlerini yaşadığını düşünürken giz gülü, minicik zerre büyüklüğündeki bir ışık huzmesini gördü… Başını kaldıracak ne takati ne de cesareti vardı… Bakmak istemiyordu o ışığa ve o ışıkla gelecek olana… Çünkü yaşamındaki diğer kıpırtılar gibi onun da ya kokusuna ya düşlerine ya onu koruyan dikenine ya da son kalan yaprağına zarar vereceğine inanıyordu…
Her sabah aynı ışıktan bir beyazlık değiyordu ruhuna, gün geçtikçe kafasını kaldırabilecek gücü hissetti kendinde… Alnına değen ışığın sıcaklığı güneşin bakir renginde büyüyen umut sağanaklarıydı sanki… Ruhunun en mahrem yerlerine kaçamaklar yapan umut daveti sona bir vuruşları ezberleyen yüreğini rahatlatıyordu…
Hayır dedikçe sanki teslim oluyordu ışığın koynundan gelen güvercinin kanatlarına… Onun kanatlarına ruhunu verdikçe aslında kendi oluyordu yeniden… Kendi içinde kendine çoğalıyordu… Çoğaldıkça, eriyen duygu tellerini onarıyordu insanca kadınca ve çocukça…
Ve son duyduğumda enkazdan kocaman bir çığlık yükseliyordu…
İşte yaşam
Senin delikanlı duruşunda
Atlasın gelini olup yağacağım yıldızlarına…
ENKAZ ALTINDAKİ HİÇ BİR DÜŞ IŞIKSIZ KALMASIN…
Beyaz Ağıt/ Mehtap ALTAN
28.05.2009
YORUMLAR
Martılar yürek dostlarının sarı yalnızlıkta inleyen sesini duydukça kanatlarını çırpıyor onlar kanatlarını çırptıkça depremin yıkıcı gücü azalıyordu... Martıların gözyaşları marmaranın yeşil sularına aktıkça enkazın altındaki gözleri yosun yeşili yüreğin nefes almasına fırsat kalıyordu
.....................................................
kutlarım efendim mükemmel bir eser yüreğinize sağlık
saygılar selamlar sizide sayfama beklerim
Değerli sevdaları, yürekten yaşanan zamanları yazınızda bir kere daha can bulmuş gördüm. Gelen ışığı, sevginizle çoğaltmanız, yazının son cümleleriyle daha bir güzel son
blumuş. Atlasın Gelini sözü o kadar geniş bir anlama sahip ki... Yüreğinize selam ve saygılarımla.
Doğadaki bu yaşamsal devinim insanların bencil duruşuna bir savaştı … Yaşamın hüzün yüklediği bir yüreği yaşamın en gerçek sahipleri olan insanların yok oluşa sürüklemesi ve bu sürükleyişe dur demek için
Ne yazık ki bu savaşı doğayı korumak için çabalayanlar kaybetti ve kaybetmeye de devam edecek sevgili şairim.
İnsan denen en gelişmiş canavar her türlü yıkımı mübah sayıp kendine yıkıtılar tüm hayalalrimizi ve bırakıverdiler harabelerin altında hepimizi. Çıkacak mıyız? diye sorarsanız. Umutsuzum olur cevabım inanın bana.
Yine çok özeldiniz ve yine çok güzeldi yazınız.
Sevgiler yüreğinize
Mehtabım......
Hüzün ne güzel söylemiş yüreğinde birikenleri ve bırakmış marmaranın yeşil sularına...Ruhun özgürlüğü hüzüne bağımlı..O da bedende saklı...Bir bırakabilsek ve bilsek ki mutluluğumuz kendimizde gizli...O zaman gölgelerden ışığa doğru veririz savaşımızı...Ben kimim dediğimizde ""ben kendimi okuyanım""" diyeceğiz..İnan bu enkazlar hep aynı..yalnız altında kalanlar farklı.
Ama önemli olan o enkazın altından uçarak, yüzerek veya yürüyerek çıkmayı başarabilmek..Atlasın gelini...Saçlarındaki umudu tararken yıldızları düşürme..Delikanlıca duran yüreğindeki sevgi hala sıcak..
Gül yaşar dikenin himayesinde
Dikenin itibarı gülün sayesinde..
Seni okumak çok güzeldi..Canım benim..
Günün herhangi bir zamanı...
Türlü iç çelişkileriyle yaşama asılan bir birey,bulunduğu mekana yönelik derin gözlemlerde.
Görüş alanına nice ayrıntılar giriyor.Bunlar kanıksadığımız objeler ..Asllında bir noktadan başka bir noktaya,bir karden öteki kareye geçen rutin eylemler bunlar.
Fakat,yaşamın içinden çekip çıkarttığımız ve devingenliğini algıladığımız o eylemlerin görünürlüğü arkasına sığınmış nice giz'ler vardır.
Hepsi de değişik zamanların,değişik mekanların,değişik olayların,objelerin,iletişimlerin,bağların,sorunların...iç içeliğinden beslenirler;birbirlerine yeni halkalar ekleyerek zincirlenirler.
Gözlemci durumundaki us,kaydettiklerini ,iç evrenindeki 'kara kutudakilerle'' bağ kurarak sorgulamaya tabi tutar.
Bazen hesapsızca kitapsızca ve hatta zalimce davranır.Bazen çok naif bir tavır içinde sevecen sürdürür duruşmayı.
Kendi istencini zorlayan ,içinden çıkılamaz durumdaki dosyalara takipsizlik kararı verir;ya da zaman aşımından dolayı düşürebilr.
Bazen de ayrıntılara inerek sürdürür duruşmayı;kararını böylelikle açıklar.
Metin boyutuna yayılan yaşamla hatta yaşamın kendisi ile;iç yaşam ve iç yaşamın kendisi arasındaki ayrıştırıcı sorguları çözmeye çalıştım.
En iyisini; yaşayanı/yazanı bilir,mantığından hareketle bir vargıya bağlayamadım.
Ancak,öyküleme yetkindi.
Betimlemelerde sıklıkla ad ve sıfat takımlarının yardımına gereksinilmiş .Bu takımların bazılarında öğe ilişkilendirmelerinde us'a uygunluk göremedim.
Özellikle, çözümlemelerde çıtanın yüksekte tutulması ereklenmiş ve aşırılığa kaçılmış.
Uzun tümcelerde özne/yüklem uygunluğu,anlatım bozukluğu gibi sorunsallar dikkati çekiyor.
Bütün bu saptamalarıma karşın çalışma bir öyküsel deneme olarak okuyucuyu sıkmıyor.
Bu dar boyutlu bakışın ışığında çalışmayı beğendimi söylemeliyim.
Değerli ALTAN'ı kutluyorum.
Necdet ARSLAN tarafından 5/29/2009 8:53:43 PM zamanında düzenlenmiştir.
bir ışık zerresi bir umuta özlem bir beklenenin gelmeyişi,yada geldiğinde korkulanın olması ve son yaprağın hazince sonra ermesi gibi korkular insanı hayatın son noktasına getirir...gecenin sancısı değilmidir şafağı söktüren.şafağın sökmesini izleyen yürekler bunu iyi bilirler..
fecir ikiye ayrılır fecri kazıb fecri ayin,fecri kazıb geçici fecirdir suni bir aydınlatım sunar doğaya,ve tüm canlılar şafak sökecek sanar.....oysaki şafağa çok erkendir...bu aldatıcı fecir tüm canlıları hayal kırıklığına uğratır...akabinde gerçek fecir sökecektir ama sabrın metanetin umudun kırılmaması koşuluyla....metaneti kırılan..umutları tükenen canlılar gerçek feciri yani fecri ayini fecri kazıb sanarak yeşeremez hayata merhaba diyemezler.........
kazananlar yeeşerenler gerçek fecri metanetle bekleyenlerdir..küçücük bir delikten gelen bir zerre ıışığın esas sahibinin fecri ayin olduğuna inanmayanlar bu korkudan kurtaramaz kendini,,,delikanlı bir duruş içerisinde olan fecri ayin in zerresiyse bu zerre son yaprağının dökülmesinden korkmadan hattaa yeşerebilceğin ihtimalini yüksek tutarak bu zerrede olsa ufacıkta olsa bu ışığa teslim olman dileğiyle.........başarıların daim olsun dost kalem.....
Her sabah aynı ışıktan bir beyazlık değiyordu ruhuna, gün geçtikçe kafasını kaldırabilecek gücü hissetti kendinde… Alnına değen ışığın sıcaklığı güneşin bakir renginde büyüyen umut sağanaklarıydı sanki… Ruhunun en mahrem yerlerine kaçamaklar yapan umut daveti sona bir vuruşları ezberleyen yüreğini rahatlatıyordu…
Hayır dedikçe sanki teslim oluyordu ışığın koynundan gelen güvercinin kanatlarına… Onun kanatlarına ruhunu verdikçe aslında kendi oluyordu yeniden… Kendi içinde kendine çoğalıyordu… Çoğaldıkça, eriyen duygu tellerini onarıyordu insanca kadınca ve çocukça…
**kokrmamalı ışğın ruha sunduğu umuttan sımsıkı tutunmalı umuduna ki yürek sesini duyabilsin..**bir parça kendimi buldum bu mükkemel armosferde kutlarım kaleminizi tam puanımla sevgimle..**
Yaşamın delikanlı susuşlarına dökülen ak köpüklerle dumur bir acının ve ona sarılan sancının kaynağını kurutmak içindir şiirler. Sözümüzle beslediğimiz ve gözyaşlarımızla süslediğimiz o yangın hasatlarına yağmur düşer ansızın, dallarımızı eğen yalnızlık rüzgarı kesilmeden güz biter ve bahar hep yeşildir ve biz istedikçe yeşil gülümser...
Tebrikler...
İçinde birçok ipucu saklı bir öykü denemesi.
Yazarı yakından tanıyanlar daha güzel anlar. Ama ben hergün şahit olduğum bir İstanbul sahilini görebildim.
Ak duvaklı gelin Mehtap, atlasın gelini, kaktüs, enkaz, düş...
Elbet tesadüfi kullanlan terimler değil.
Zevkle okudum.
Güzel Türkçesi çok etkileyici.
Tebriklerimle.
Önce unuttuk sandığımız depremi hatırlattığınız için teşekkürler.Evet Marmara'da ne zaman çığlık olsa martılarla gelir değil mi? Hiç düşünmemiştim birarada.Yazının ismi de çok güzel,resim de öyle...Sevmemek için çok bahane aradım ama,bulamadım! Tam not efendim.Yürekten kutladım.Selam,saygı...