5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1113
Okunma
Şu insan denen yaratıǧın acayipliǧine bir türlü akıl erdirilmez. İnsan üzerine kafa yoran felsefeciler, teologlar ve diǧer sosyal bilimciler konuyu bugüne kadar somut bir biçimde açıklayamadıkları gibi, bundan sonrada açıklayamayacakları kesindir. Ama en azından bu konuda fikir yürütmek için derin bir konudur fikir yürütülmesi gereken.
İşte bu hanımda bugünlerde herkes gibi kendisini medyatik yapıp acındırmak ve duygu sömürüsü yapmak için „Vakit“ gibi gerici, cumhuriyet ve insanlık düşmanı, laikleri ve ilericileri, Atatürkçüler’i pislik olarak gören bir gazetede söyleşi yapması bir rastlantı olmasa gerek. Cumhuriyet‘in kurulmasını hazmedemiyen bir ailenin çocuǧu olan ve bu rejimden en fazla nemalanan bir klanın mensubu olan biri bugün ne malmsa homurdanmaktadır 27 Mayıs’ın öcünü almak için. Mışmışlarla dolu, timsah gözyaşları akıtan bu ekabir döküntüleri şimdi bir nostalji ve suçsuzluk teranesiyle gerçekleri gizlemek için her kapının ziline basan dilenciler gibidirler. Ve en kötüsü bunlar birdenbire demokrasi havarisi ve savunucusu olarak karşımıza dikildikleri için, bazen gerçekleri savunanlarda zorduruma düşmüş hissederler kendilerini…
Adı sözde Demokrat olan bir parti zamanını yaşayan bu „papatya güzelleri“ bu parti dönemindeki tutuklanmaları, rüşveti, solculara ve komunistlere karşı girişilen eylemleri, 6, 7 Eylül olaylarını ve cezaevlerine tıkılan; Aziz Nesin. Vedat Türkali ve daha yüzlerce aydın yazar ve düşünürü yok etmek için mücadele ederek acımasız bir saldırıya geçerler. Bu yobaz sürüleri zaten iyi birer partili olsalardı yaǧcılıklarıyla o zaman CHP’ye girerek politika yapmazlardı. Atatürk’ün ölümünü fırsat bilerek önce 1942 yılında yapılan CHP’nin 7. Kurultayı’nda, bu Parti’nin tüzüǧüne dinamit koyarak gelişmekte olan laiklikte tehlikeye girmezdi. Burada elbetteki bizim İsmet Paşamızın suçu afedilecek bir suç deǧildir. Ama bütün bunlara raǧmen bu Cumhuriyet düşmanları geçirilen her fırsatta, rejime karşı amansız bir savaş vererek arkalarına pentagon sümüklülerini alarak Türkiye’yi yabancı sermaye çekiyoruz diye daha ogün temelinede şeriat dinamitinide koyarak fitillemişlerdir.
Bu hanımefendi sadece olayları kendi görmek istediǧi gibi anlattıǧından dolayı „Vakit“ gibi vakitsiz bir söyleşiyle ne kadar yanlış ve yalan bilgiler beyan ettiǧini o yaşında öǧrenmiş olsaydı ne güzel olurdu. Yada bu dönemin (1950 -1960) Abdülhamit – İstibdat – Döneminden hiçbir farkının olmadıǧını vuku bulmuş olayları örnek göstererek vermiş olsaydı kendisini daha inadırıcı kılabilirdi… Ama tarih sayfalarını yavaş yavaş döndürerek bu döneme bir göz atarsak; Türkiye’nin başına hangi çorapların örüldüǧünü daha iyi anlayabiliriz. Kanımca bu hanım yanlış bir demokrasi anlayışından dolayı bu yanılgıya düşmektedir. Hiçde demokrat olmayan bir dönem olan 1950’li ve 1960’lı yıllar; „bugün sık sık Demokrat Parti’nin siyasal hayatımıza demokratik bir açılım getirdiǧine vurgu yapılarak kitleler aldatılmıştır ve aldatılmaktadırlar. Halkın yoksullktan, yokluktan ve fakirlikten bıktıǧı, aǧaların, şeyhlerin, seyitlerin, rüşvetçilerin, din bezirganlarının demokrasi tadı olmayan bir demokrasiyi savunarak meclise dolan köyaǧaları ve feodal beyleri sadece ve sadece kendi çıkarlarını savunan ve destekleyen yasalardan başka Cumhuriyet’e en küçük bir katkıları dahi olmamıştır. Hatta Celal Bayar daha Atatürk hasta yataǧındayken Ankara’nın göbeǧinde çok önemli bir arsayı dalavere ve üçkaǧıtla zimmetine geçirmiştir. Doǧan Avcıoǧlunun Türkiye’nin Düzeni kitabında bu bilgiler detaylı olarak yer almaktadır.
7. Ocak 1946 yılı aslında Türkiye için karanlıkda bir gündür. Çünkü bugün Demokrat olmayan bir partı adınıda „Demokrat Parti“ olarak simgeleyerek resmi talanıda başlatmıştır. Rejimin ezeli, gizli düşmanları olan ve rejime kin güden bu toprak aǧaları siyasi tarihimizde de kara lekelerin varlıklarıdırlar. Hep sol gösterip saǧdan acımasız tokatlar indirerek, sömürünün Tek Parti döneminden de kat kat fazla olduǧu bir döneminde başlangıcıdır. Kısıtlı olarak ortaya çıkan bazı özgürlük acılımları ise daha çekirdekde iken, DP’nin getirdiǧi baskılar sonucu boǧularak yok edilmiştir. Hatta DP’ye girerek aktif faaliyetler yürütmek isteyen ilerici kesimin önü Menderes ve ekibinin kurnazlıklarıyla bir anda yok olup gitmiştir. Taşrada yapılan faaliyetlerin birçoǧunu sıradan ve temiz yürekli insanlar yürütmüş olsalar bile, gelişen süreç içerisinde küçük kırıntılarla beslenen bu küçük burjuva özentili yarı cahiller belli bir süre sonra „kıraldan daha kıralcı“ kesilerek fanatik bir partili olmuşlardır DP için.
O halde kendini herşeyden önce insan olarak gören bir kişi eǧer gerçekleri savunuyorsa bu dönemide tarihsel bir gözlemle eleştirmelidir. Yoksa „onlar bizden deǧil“ mantıǧı hiç bir kimseye haklılık yolunu açamayacaǧı gibi, aydınlık olması gereken yaranları da karartacaktır. Ayrıca 27 Mayı 1960 hareketi bir darbe deǧil Cumhuriyet’in korunması için atılan bir adımdır. Bilimsel olarak deǧerlendirildiǧinde tarihteki yeri tartışılmaz bir biçimde saǧlam temellere dayanmaktadır. Ve bu dönemde yapılan Anayasa ise Türk Tarihi’nin görmüş olduǧu en ilerici ve demokratik bir Anayasa’dır. Peki bunlar nedir dendiǧinde üstad İlhan Selçuk’unda belirttiǧi gibi; „1961 Anayasası’yla Türkiye’nin “laik, sosyal bir hukuk devleti” olduğu tescil edilmişti..
Sonra?..
Anayasa Mahkemesi..
Basın özgürlüğü..
Yargıç güvencesi..
Sendikalar..
Toplusözleşme..
Grev hakkı..
Vesaire...
Peki, adı ‘demokrat’ olan Menderes iktidarı tam 10 yıl bu demokratik hakları neden gündeme getirmemiştir?..
İstanbul’da 6-7 Eylül faciasını tertipledikten sonra neden suçsuz olduklarını çok iyi bildiği solcu ve sosyalist aydınları suçlayıp içeri atmıştır?.. „ (Alıntı, İlhan Selçuk).
Buyurun işte kendisine demokrat diyen bir partinin yaptıkları aslında bugünkü AKP – Faşizmiyle öyle özdeştirki, kırk gram beyni olan bir özürlü bile bunu anlamakta güçlük çekmez. Ama nedense bizin yönünün suudi çöllerine dönmüş düzenbazlarımız görmek istemiyorlar bu gerçeǧi. Sonrada Hüseyin Üzmez gibi halkı üzen canileri serbest bırakan, yasaların çıknması için vijdanları sızlamayan vijdansılarla beraber talanlarına devam ediyorlar.
Gerisi ise Cumhuriyet’in bugünkü şeriat tehlikesinin çanlarının çalmaǧa başladıǧı, Türk İslam Sentezi – Faşizmi’nin, faşistlerinin yönettiǧi bir dönem olmuştur ve olmaǧa devam etmektedir. Laik güçler ayaklanın, onlar nasıl cesaretleniyorlarsa bizlerde onlar kadar cüretkar olmak zorundayız. Yoksa bu gemide hep birlikte batacaǧız. Bizi ne gerici arabın dini, ne de ABD ve AB’nin yardımları kurtarır. Bir ülke kendi iç dinamiklerini yaratmadan hiç bir yerde söz sahibi olamaz. Polis copları ve jandarmanın dipçiǧi solculara ve ilericilere karşı olduǧu kadar gericilere karşida kalksaydı durum herhalde biraz daha farklı olabilirdi bugün.
Hasan Hüseyin, hükümsüzdür dikkatinize sunarim. 27 Mayıs 2009