- 1314 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İzmir Bursa Arası (Küçük bir roman. Bölüm 5)
Horlamalara gülümseyişim çok gördüğümden falan değil. Benzer şeyleri yaşadığım içindi. Aslında kendime gülümsüyordum.
İnsan yaşlandıkça dilceği eski özelliklerini mi kaybediyor, kilo aldığı için mi büyüyor bilemiyorum ama horlama bir yaştan sonra oluyor. Zayıf insanlarda olmadığını düşünüyorum kesin bilmemekle beraber.
Hanımın arkadaşının anne ve babası Bornova’ya özel bir kulak burun boğaz hastanesi varmış. Oraya gideceklermiş. Ben de kızların yanına gidecektim. Hanım da katıldı ve hep birlikte benim arabayla o hastaneye gittik.
Son zamanlarda horlama şeklim çok farklı olmuştu. Evin en uzak odasında yatmaya mahkûmdum. Kimse yanımda yatamıyor, diğer odalarda yattıkları halde rahatsız oluyorlardı. Alt ve üst kattakilerden ses çıkmamıştı ama eminim duymuşlardır horlamalarımı.
Durmadan kilo alıyordum. Yediğimden kıstıkça şişmanlıyordum. Yüz on kiloya yaklaşmıştım. “Su içsem yarıyor.” denir ya, aynı durumdaydım. Bu arada bacaklarımda, göbeğimde ve kollarımda deri döküntüleri oluyordu. Cildiyeciye gidip gösterdiğimde söylediği cümleye şaşırmıştım. “ Bir ay içinde çok şiddetli bir iltihap geçirmişsin.” demişti ve doğruydu.
Kilo almaya başlamadan önce kaplama olan dişim iltihaplanmış, yüzüm bayağı şişmişti. Akacak yer de bulamadığından gittikçe şişiyordu yüzüm. Bir gün parmağımı damağımda gezdirdim. Bir şişlik vardı. Ayna ile baktığımda iltihaplandığını gördüm. Ama akmıyordu. O şişen yeri kolonya ile temizlediğim bir iğne vasıtasıyla delip, akıntıyı peçetelerle iyice çektim. Sonra da antibiyotik alıp içtim bitinceye kadar.
Cildiyecinin söylediği bu olaydı ve adam bilmişti. Doktorların söylediklerine ve yaptıklarına pek inanmamam için haklı sebeplerim vardı ama bu doktor bilmişti. Bademden yapılmış iki ilaç vermişti. Birini sürüyordum. Diğerini de banyodan çıkmadan son suya katıp başımdan aşağı döküyordum. Azalmıştı fakat ilaç kullanmadığım zaman yine devam ediyordu deri döküntüsü. Üstelik kilo almaya başlamıştım. Dilim de büyümüştü konuşmakta zorlanıyordum. Horlamam da işte o zamandan beri her geçen gün daha da şiddetlenmeye başlamıştı.
Hazır kulak burun boğaz hastanesine gelmişken, götürdüğüm teyze ve amcanın tanıdıklarının oğlu olan doktora ben de görüneyim demiştim. Ücret yatırdıktan sonra doktor, kamerayla boğazıma ve burun deliklerime baktı. Karşıdaki televizyondan ben de görüyordum.
Sonuçta doktor çok ciddi olarak : “ Senin durumun, amca ve teyzeninkinden daha kötü. Uyku aknesi olmuşsun. Her an uykudayken nefesin durup ölebilirsin. Ege üniversitesine gidip, uyku servisinde bir iki gece uyutulman gerekiyor. Sonra sana oksijen veren bir cihaz verecekler. Ömür boyu onu kullanacaksın.” demişti. İçimden “Demek ki bunları da yaşayacağım.” diyordum.
Göğüs servisine gittim. Doktor hanım nefes ölçme servisine gönderdi. Orada “Derin nefes al, üfür, üfür, üfür, nefesini tut!” talimatlarına uygun olarak nefes ölçtürdüm. Normalmiş her şey. Doktor hanıma geri döndüğümde: “Uyku bölümüne almamıza gerek yok her şey normal. Sende problem yok dedi. Kulak buruna gideceksin. Diyerek kulak burun boğaz polikliniğine sevk etmişti.
Gençten bir doktor vardı. Muayene ettikten sonra ameliyat olman gerekiyor dilceğin içine plastik bir parça konulacak. Özelliğini bayağı kaybetmiş.” gibi bir şeyler söyledikten sonra : “Sizin tiroitlerinizi kontrol ettirmek istiyorum. “ diyerek tahlil kâğıtlarını yazıp vermişti. Gidip kan verdim daha sonra.
Sonuçları kızlardan birisi alsın diyerek eve dönmüştüm. Kız sonucu almış. Telefonda: “Değerler çok kötü.” demişti. Gerçekten de beş bin olması gereken bir değer elli bin, bir diğeri de otuz bin olmuş. Endokrin bölümüne gidip sonuçları gösterdiğimde, tiroitlerin emekli olduklarını ve hiç çalışmadıklarını öğrendim. Hoşimato olmuşum. Sebep üzerine kızlarla tartıştım. İltihaptan olmaz dediler. Ben ısrar ettim. Onlar öyle öğrenmişler. İnternetten araştırdığımda iltihaplanmanın da tiroıitlerin çalışmasını durdurabileceğini okumuştum daha sonra.
Her gün bir ilaç alacaktım ömür boyunca ve arada kan ölçtürecektim. Öylede yapıyorum her sabah aç karnına ve kahvaltıdan yarım saat önce, az suyla bir hap yutuyorum.
Hava aydınlanmaya başlamıştı. Uykumda gelmişti. En fazla bir saat içinde Bursa terminalinde olurduk. Köksal’ıma kavuşacaktım. Çok erkendi. Uyandırıp erkenden getirtmek istemiyordum. Saat yediye kadar oyalanmayı, sonra uyandırmayı istiyordum. Aslında Köksal’a eziyet etmeyi severim. Yanaklarını çok sıkıyorum. Elli yaşını geçmiş çocukluk arkadaşıyız kolay değil.
Bir tv reklamı vardı iki yaşlı hep birbirine çatıyordu. Biz de hep çatarız birbirimize ama severiz. Köksal’ın bir huyu daha var ki çocukluktan beri bayılırım. Çok güzel küfreder. Arada damarına basıp küfrettirmezsem canım sıkılıyor. Msn de bile mesajlaşırken küfrettirir kahkahayı patlatırım ardından.
Mahallenin arka sokağında oturan bir kızı görmüş. Görüş o görüş. Âşık olmuş. Beni ilk gördüğünde “ Turgut ben âşık oldum olum.” Sözleriyle başlamıştı anlatmaya. Biz de merak etmiştik tabi kim bizim arabın kalbini böyle çalan diye. Köksal ve kardeşleri renkleri epeyce koyu esmerdirler ama biz, özellikle ben arap derim. Bize bir fırsatını bulunca kızı göstereceğini söylemişti. Mahalleden geçerken de işaret etmiş, biz de diğer arkadaşlarla yaklaşıp yüzüne iyice bakmıştık. Maşallah güzel kızdı ve Köksal haklıydı âşık olmakta. Dimdik yürüyordu. Kendinden emin bir görünüşü vardı. Cahil birine de benzemiyordu.
Köksal ne yaptıysa bir türlü kıza evet dedirtememişti. Yanıyordu resmen. Dama çıkıyorduk. Kızın evinin balkonu tam karşı hizadaydı. Köksal’la ben log taşına oturuyorduk. Log taşı, her yıl evin toprak damının üzerinde toprağı sıkıştırmak için yuvarladığımız silindir şeklinde bir taştı. Kıza, işaretler le mektup yazalım diye anlatmaya çalışıyorduk fakat o hep başını sağa sola sallıyordu. Sonunda mektup yazıp balkonlarına atmaya karar vermiştik.
Hemen her gece, geç saatlere kadar, adının Nebahat olduğunu öğrendiğimiz kızın evinin sokağından geçiyorduk. Fırsat bulunca da kibrit kutusunun içine koyduğumuz Köksal’ın mektubunu fırlatıyorduk balkona. Bir iki denemeden sonra balkona atmayı başarıyorduk. Ertesi sabah erkenden dama çıkıyor ve işaret ediyorduk. Ben uyanamadığım zamanlar Köksal tek başına çıkıyordu. Artık o damdaki Köksal olmuştu.
Bir sürü olaydan sonra Köksal, Nebahat ile evlenmeyi başarmıştı. Sonradan Adapazarı’na, oradan İstanbul’a ve İstanbul’da bir mahalle arkadaşı darbesi yedikten sonra da Bursa’ya yerleşmişti.
İki oğlu vardı. Biri üniversitede okuyordu. Bir yemekhanenin ortağı olmuştu ama biz ziyaret için gittiğimiz Bursa’dan döndükten sonra ortaklıktan ayrılmıştı. Emekli olması için sigortalı olarak altı yedi ay daha çalışması lazımdı.
Üniversiteden arkadaşım Bekir’in Bursa’da olduğunu öğrenmiştim. Hem özlem gidereyim, hem de tanıdıkları vardır belki Köksal’a en azından altı yedi aylık bir iş bulur düşüncesiyle gidiyordum. Umudum vardı. Hayırlısı olsun.
Çok uykum gelmişti. Defteri kalemi çantaya koydum. Uyumaya karar verdim.
Uyandığımda otobüs Bursa Terminaline girmişti. Gidip oturayım ve ilaçla birlikte çay içeyim diye düşünüyordum.
Telefonu açtım çay içmek için giderken. Aradan bir dakika geçmedi Köksal aradı. “Neredesin ulan!” Ben de garaja geldiğimi, bir saat sonra falan arayıp uyandıracağımı söyleyince küfrü basmıştı. İner inmez niye aramamışım.
Çay içmeden garajın dışına doğru yöneldim. Bir sigara yakıp beklemeye başladım. Sabahın erken saatinde uyandırmıştım istemesem de. Birazdan gelecekti ve eve gidecektik.
Nebahat çayı hazırlamıştır artık orada içecektim. İnşallah iş bulabilirdim Köksal’a. Çünkü zor durumdaydı. On beş yirmi dakika sonra Köksal’ın geldiğini gördüm. Gidiş yolculuğum bitmişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.