- 730 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÖTÜRÜM... (Öykülerim) SIR OLAN MEKTUP (Son bölümü)
SIR OLAN MEKTUP ( Öykünün devamı)
Otobüs ; Bornova’nın sokaklarından , İzmir’e doğru ilerlediği sıralarda Selim , hala ayni tebessümle koltuğunda uyuyordu .Daha sonra , Bornova-İzmir arası , sağı solu çam ağaçlarıyla çevrili , o eski meşhur yola girdi otobüs . Yolun etrafını çevrelemiş o yüksek çamlar , tatlı bir esintiyle , sanki onlara “ Hoş geldiniz “ der gibi , hışıltılarla hafiften sallanıyordu . Otobüsün hostesi , yolculara kolonya ve sakız dağıtmaya başladı . Artık yolcular arasındaki fısıltılı konuşmalar , dalga dalga kulaklara geliyor , herkes kentine , köyünün topraklarına ayak basacağının sevinci içindeydi .
Güzel hostes , Selimin oturduğu koltuğa gelmiş , kırıtarak , tatlı bir sesle onu uyandırmış , kolonyasını , sakızını vermişti . Selim , İzmire girmenin mutluluğuyla heyecanının arttığını hissetti . Şimdi uykusu dağılmış , ışıklar içinde , ışıl ışıl yanan İzmir’in sokak , cadde ve evlerini seyretmeye dalmıştı . Kahramanlar semtini geçip Basmane ye , oradan da eski garaja girdiler . Şuan her yolcu , birer birer otobüsü boşaltıyordu . Saat gecenin 23.00 ‘ne gelmişti . Bir dolmuş taksiye binen Selim , doğru evinin yolunu tutmuştu . Az sonra , kapılarının önünde dikeliyordu . Titrek parmakları evinin ziline , kesik kesik basmaya başlamıştı .Heyecanı ise , son haddine varmıştı . Kalbinin hızlı atışlarından , nerede ise dışarıya fırlayacak diye korktu . Kapı açıldı . Karşısında babası aklara karışmış saçlarıyla , dineliyordu . Kısa bir sessizlik oldu . Şoka benzer bir tereddüt . Ardından , titrek bir ses duyuldu :
- Huuu ! Hatun koş , koş . Bak , kim var karşımda . Oğlum , Selimim gelmiş , dedi .
Bu sözlerin ardında babası , aniden sendelemiş , fakat Selim , derhal boynuna sarılıp onu tutarak :
- Kendine gel , babacığım . Bak , oğlun Selim karşında . Kollarının arasındayım babacığım, toparlan . Size sürpriz yaptım , deyip babasını kendine çekerek , düşmesini önledi . O sırada annesi de kapıya gelmişti . Babasının şaşkınlığı geçip kollarının arasından ayrılmadan , birden annesini de kollarının arasında bulmuştu . Annesi, hem Selimi kucaklamaya çalışıyor , hem de konuşuyordu:
- Oğlum . Selimim , aslanım benim diyerek , oğlunun elbiselerini , saçlarını , yüzünü öpüyordu . Gözlerinden hem sevinç yaşları akıyor , hem de gülüyordu . Daha sonra , oğlunun boynundan ayrılıp :
- Dur oğul , sana şöyle bir ışıkta bakayım diyerek , elinden içeriye doğru çekip , hele gir içeri . Bak , hala sokaktasın . İlahi bey , niye oğlanı kapı dışında kodun . Gir yavrum , gir . Üşümüşsündür , hemen çay yapayım . Isınırsın…
Telaşla , ne yana gideceğini şaşırmış bir vaziyette, anlaşılmaz hareketler yapıyor , hem de konuşmaya devam ediyordu .
- Şimdi yaparım . Aç mısın ? Aklımı mı kaçırdım ne , yoldan geldi çocuk . Tok olur mu hiç ? Gel evlat , gel . Bakma sen , benim laflarıma .Biz, kocadık artık .Hele , şuraya bir otur .
Selim , pür telaş ne yapacağını şaşırmış , annesinin elini okşayarak :
- Nedir bu telaşın anne ? Ben ne üşüdüm , ne de açım . Sizlere kavuştum ya , bu bana yetti . Oturun hele , sizleri şöyle bir , doyasıya seyredeyim . Şu an , sizlerle konuşmaktan başka , hiç bir şey istemiyorum . Hem sizlere , iyi haberlerim var . Oğlunuz artık sizden hiç ayrılmayacak . Bir arada olacağız . Allah’ın izni ile , okulumu bitirdim artık . Hiç bir ilişkim kalmadı . Sizleri de , iyi gördüm . Buna daha çok sevindim . Bir yaramazlık yok ya ? diye , sordu . Annesi , ellerini havaya doğru açarak , yüksek sesle :
- Çok şükür Yaradan’a … bu günleri de gösterdi . Selimimi sağ salim , bana gönderdi.
Babası , havayı biraz daha yumuşatmak için , her zamanki gevrek gülüşüyle , gevezelik yapmaya çalışarak :
- Bak sen hatuncağızımın dediğine . diyerek, sözlerine devam etti . Günün iyisi , işin büyüğü bundan sonra . Daha , çok güzel günler göreceğiz. Hele bir oğlumuzu everelim . Asıl güzel günler , geride hanım . Yeni başlayacağız . Anlarsın ya , boy , boy … dedi .
Bu konuşmalar esnasında , oturma odasına geçmişler , karşılıklı birer koltuğa oturmuşlardı . Selimin annesi , hemen mutfağa geçmiş , baba oğul dertleşir , şakalaşırken , o da bazı yiyecekler hazırlamış , oğluna , güzel bir sofra döşemişti . Selim , üç-beş lokma bir şeyler yedikten sonra , başından geçenleri , ayrı olduğu son okul yıllarını, sınavlarını , diplomasını alışını , İstanbul’a gelişini ve vapurdaki olayları , bir bir onlara anlatmıştı . Her iki ihtiyar , ne söyleyeceklerini bilemiyorlar , çocuklar gibi seviniyorlardı . Zamanın nasıl geçtiği bilinmeden, sabahın alaca karanlığı olmuştu . Yeni bir gün perde perde ışıyarak , her yeri aydınlatmaya başlamıştı . Hepsinin gözlerinde , sevincin gölgelediği, uzun bir gecenin uykusuzluğu , yorgunluğu vardı . Az sonra , herkes kendi odasına çekildi . Annesi o gece , Selim uyumadan önce , eline bir zarf vermiş , bunu seneler önce , bu gün verilmek üzere , baban bana emanet etti , demişti . Açılmamış , kapalı zarfın üzerinde , “Oğluma “ yazısı yazılıydı . Selim, babasının yazısını tanımıştı . İçi heyecanla ürpermiş , annesi odayı terk edince , hemen zarfı açarak , okumaya başladı . Her satırı okudukça , gözlerinden yaşlar süzülüyor , babasına olan sevgisi , takdiri bir kat daha artıyordu . Ve , böylece yıllardır çözemediği, babasının ani değişmesi problemi çözülüyor , nedenler açığa çıkıyordu . Elinde tuttuğu , defalarca okuduğu mektupta şu satırlar vardı :
OĞLUM ;
Biliyor musun , şu an hayatta en büyük suçu işlemiş , bir baba olarak baş ucunda bulunuyorum. Perişan , çaresizlikten ne yapacağını bilemeyen , senin sonsuz sevgine yenik bir baba . Görüyorum ki , başını iki elinin arasına almışsın . Sanki , büyük bir korku içinde , kendi gücünle , kendini korumak isteyen , kaderine , yalnızca terk edilmiş bir çocuk gibi , yatağına büzülmüş yatıyorsun .
Dalgalı kumral saçların , huzursuz ifadeli , terli yüzüne yapışmış , sessizce uyuyorsun . Seni , uyandırmaktan korkarak odana girdim . Yakalanmaktan korkan bir hırsızın , huzursuzluğu vardı içimde . Ben , her şeyini yitirmiş baba , Senin kırılan kalbini çalmaya girmiştim . Çalarken yakalanırsam , onu vermekten çekinirsin korkusuydu bu . Son tartışmamızdan sonra , beni boğan bir pişmanlık dalgası , benliğime hücum etti . Bu sebepten , şimdi baş ucundayım . Bunu , sana uyanıkken söyleyemezdim . Anlamazdın …
Sana aşırı derecede sert davrandım . Aylarca , gereksiz sebepler yüzünden acılar çektirdim . Arkadaşlarının yanında , gururunu düşünmeden , azarladım . Seni , onlara karşı küçük düşürdüm . Biraz evvelki hareketim , bardağı taşıran son damla oldu . Beni , kendime getirdi .
Bak evladım , biraz evvel elimdeki kitabım düştü . O , ölümsüz sevginin tutkusu benliğimi sararak , beni sana getirdi . Sendeki şu temiz karakter , bu sevgi , ne denli yüce bir ruha sahip olduğunu ispatladı . Bunca olaydan sonra , bana gelip boynuma sarılmanla , bunu gösterdin . Gecenin bu saatinde öğrendim ki , benim için şuan , biç bir şeyin kıymeti yok , oğlum . Sen varsın . Senin sevgin yeterli . Senin baş ucunda acizliğimle , pişmanım . Ayıldım artık . Uyanık olduğun zaman , anlamayacak olduğun bu sözler , satırlar , bir gün eline geçtiğinde beni , daha iyi anlayacağına inanıyorum .
Doğan güneşle , artık bir başka baba bulacaksın . Her şeyinle ilgilenen , senin yaşına dek zaman zaman küçülebilen , seninle arkadaşça oynayabilen bir baba olacağım . Seninle ağlayacak , seninle güleceğim . Yaramazlık ettiğin zaman , dudaklarımı ısırıp çocuktur, bilmez diyeceğim . Belli ki , seni gözlerimin önünde , zamanından evvel büyütmüşüm . Kocaman bir adam kabul etmişim . Şu , küçük boyunla yatağına büzülüşün , beni , kendime getirdi . Daha çok küçük olduğunu hatırladım . Düne kadar , yürümesini bile bilmiyordun . Meğer seni , ne çabuk büyütmüşüm . Ve inanıyorum ki , senden , yaşına göre yapamayacağın , çok şeyler beklemişim . Yanılmışım yavrum , yanılmışım . Oysa , vakit daha çok erkenmiş . Küçük , küçücükmüşsün .
Baban-tarih-imza .
Selim, uzandığı yatağının üstüne sırt üstü yatarak , ellerini başının altına koymuş , karanlık odada , kalbinde erimeler olurken uyuyakalmıştı . Ertesi gün , öğle vaktinin ışıkları yatağını aydınlatırken , Selim , hala uyuyordu .
O , ORADAYDI …
Aradan günler geçmiş , bu günlerce evlerinde düğün , bayram şenliği olmuş , mevlitler okunmuş , eğlenceler yapılmıştı . Selim , bir kaç gün yol yorgunluğunu atlattıktan sonra , her gün normal olarak , çalışmaya başlamıştı . Babasının işletmekte olduğu işyerinde , geçici olarak çalışıyordu . Bir müddet sonra Mühendisler Odasına gidip kaydını yaptıracak , kendi branşında büro açarak çalışmalarına başlayacaktı . Okuldan diplomasının gönderilmesini bekliyordu.
Bu arada boş durmamak için , babasına yardımda bulunuyordu . Cumartesi , Pazar günleri babasından izin alıp çocukluğunun geçtiği mesire yerlerine , çocuk bahçelerine gidiyor , böylece çocukluk yaşantılarını anımsıyordu . Bazen bu gezintilerine , annesi de katılıyor , bazen babasını da yanlarına alıp üçü birden , yürüyüşe çıkıyorlardı . Eski çocukluk yıllarını , ayni yaşlardaki çocukların duyduğu hazlarla yaşıyordu. Babasının iş hayatı da , son yıllarda çok gelişmiş , maddi durumları rekor seviyeye yükselmişti . Selim , üstün derecelerle okulunu bitirip dönünce de , mutluluk ortamını , son hududuna çıkarmıştı .
Yalnız Selim , geldiği günden buyana , içinde bir boşluk hissediyor , bunun da bir türlü nedenini bulamıyordu . İşte böyle durumlarda , şehirden , toplumdan , toplumsal yoğunluktan uzaklaşıp kırlara , hatıralarına koşuyordu . Ancak, anılarının yaşandığı yerlerde , iç dünyasıyla baş başa olduğu zamanlar , huzurlu olabiliyordu .
Bir gün , büyükçe ağaçlarla çevrili , yemyeşil çimlerle örtülü , insana yaşama gücü veren , bir çocuk bahçesine gitti . Orada çeşitli çocuk oyuncakları vardı . Atlı karıncalar , tahtaravalliler , kaykaylar , voleybol sahaları , tel örgülerle çevrili , küçük bir futbol sahası , çeşitli korunaklı yuvalarda tutulan hayvan yavruları , fıskiyeleri insanı sarhoş eden bir de havuzu vardı. Üstünde renkli gülleri sarkan çardakları ile sanki , bir yer yüzü çocuk cennetiydi burası . Hepsini bir bir avarece gezerek , küçük futbol sahasının tel örgülerine alnını dayadı . Bir eliyle de , örgü tellerine parmaklarını geçirdi . Bu sahanın , geçmiş yaşamında , tatlı bir anısı vardı .
Yıllarca evvel , bir Cumartesi günü , okullar tatil olunca , anne ve babası ile bu bahçeye gelmişlerdi . O gün , Selimin ısrarı ile bahçede , yaşıtı olan çocuklar arasında iki takım kurulmuş , bu çim sahada futbol maçı yapıyorlardı . Babası da , yine Selimin ve çocukların ısrarı üzerine maçta hakem olmuştu . Selimin oynadığı takımın kalecisi , şu kalede bulunuyordu . Maçın en kızıştığı bir sırada , karşı takımdan bir oyuncu çocuk , topa kötü bir vuruş yapmış , topta havadan uçup şu köşedeki tel örgünün , öbür tarafına aşıp düşerek , hemen oracıkta duran seyircilerin önünde kalmıştı . Topu almak için tel örgünün yanına kadar koşan Selim , işte şuracıkta , ayaklarından özürlü , kötürüm bir kızı görmüştü . İki tekerlekli bir bisiklet arabasında oturan bu kız , uzun sarı saçları ve yeşil tatlı gözleriyle , ona gülümsemiş , tel örgülerden hayran hayran onu süzmüştü . Daha sonra , aralarında bir kaç kelimelik bir konuşma geçmiş , tanışıvermişler , arkadaş oluvermişlerdi .
Arkadaşlarının bağırış, çağırışları olmasaydı, konuşmaları daha da uzun sürecekti . Selim , topu vermelerini rica etmiş , kızın yanındaki genç kadın , topu alıp sahaya atıvermişti . Serapla arkadaşlıkları böyle başlamıştı . Ondan sonraki haftalar Selim , babasına devamlı ısrarda bulunmuş , ayni yerde Serapla buluşmuşlar , uzun haftalar bu dostluk devam etmişti . Babası da bu iki çocuğun , manevi sevgilerine hürmet etmiş , sık sık onların buluşup oynamalarına , engel olmamış , saygı duymuştu . Bu güzel rastlantılar , ortaokulu bitirinceye kadar devam etmiş , Lisenin ilk yıllarında Selim , bir baba dostunun yardımıyla Fransa’ya götürülüp tahsilini orada yapmaya başlayınca , buluşmaları seyrekleşip , zamanla tamamen kesilmiş, birbirlerinden kopmuş, haber alamaz olmuşlardı . Bir süre daha aradan geçince , hiç haber alamamıştı Seraptan . Ne güzeldi , o günler ...
Bir müddet bu düşüncelerine kendini veren Selim , derin bir iç çekişi ile oradan ayrılacağı sırada , karşı kenarda , Serapla ilk tanıştığı yerde , birilerinin durduğunun farkına vardı . Yüreği aniden hızlı hızlı çarpmaya başladı . Koşar adımlarla tel örgülerin , köşesini dönüp o kenara gitti . Evet , oydu . Orada duran Seraptı . Yıllarca evvel bıraktığı , küçücük sevgilisi Serap . Yine ayni yerde , dönüşünü bekliyordu . Ve , yine ayni açık mavi elbiselere bürünmüş , o uzun sarı saçları yine beline kadar dökmüştü . İşte orada , bıraktığı yerdeydi . Kollarını ona açarak , koşmaya devam eden Selim , şuurunu yitirmişçesine bağırıyordu :
- Seraaap , Seraaaaap ! Serap . Genç ve güzel kız oturduğu iki tekerlekli bisiklet arabasından doğruldu . Bir , iki adım attı . Sendeledi . Düşecek gibi oldu . Sonra , dişlerini sıkarak tekrar doğrulup , koşmaya başladı . Evet , Serapta yürüyor , koşuyordu artık .
Bir müddet sonra , birbirlerine sarılıp kucaklaştılar. Selim , onu kucağına alıp , vals edercesine , kendi ekseni etrafında bir kaç defa döndürdü . Serap , hem ağlıyor , hem de bir serçe yavrusu gibi Selimin kolları arasında , titriyordu . Sonra , birbirlerinin kolları arasında kalmak suretiyle durdular .Göz göze gelerek uzun , buruk yılların acılarını , gözlerinin derinliklerinde yaşarcasına bakıştılar . Ağır ağır dudakları birleşti… Bir kaç adım gerilerinde Müyesser hanım , gözlerinin yaşını mendilinin ucuyla kurularken Serap , Selimin boynundaki elini indirmeden :
- Selimim … Seni seviyorum , diyebildi .
Başını Selimin omzuna yaslayıp akan yaşlarını , Selimden saklamaya çalıştı . Selim ise , ayni kesik ve kısık sesle , Serabın kulağına , ayni şeyleri söylüyordu . BU günün güneşi , bir başka parlak , ışıkları bir başka sıcaktı . Isıtıcıydı . Gelecek mutlu günlerin muştucusu gibi …
26.03.1974
Suat TUTAK
S Ö K E
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.