- 1226 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ADINI KOYAMADIĞIM BİR ANI
Size anlatacağım bu hikâye ki tamamen görsel ve duysal tanıklığa kapıldığım bir olaydır. Buna Hikâye demekten ziyade yaşanmış bir olay demek daha kolay olur. Aradan iki yıl geçmesine rağmen aklıma geldikçe ürperdiğim kendimi suçlu bulduğum bu olayı sizlere nakletmekte fayda gördüm. Gördüğünüz gibi ismi konmamış bir hikâye bu.
Gözyaşlarım bağrımdaki ateşi söndürmeye uğraşırken daha da yandım. Kahkahalarımın rengini bile değiştiren bu olayı yazmak için hep zorlandım. Çünkü çoğu zaman kendimi suçlu hissettim. Kararsızdım anlatırsam bana hadi ordan gene hayal kuruyorsun otur da bir hikâye bir roman yaz bari demelerinden korktum. Belki uzun uzadıya anlatamam çünkü hala içimdeki ürpertinin önüne geçemiyorum. Buna rağmen anlatmaya kararlıyım. Belki yazarsam anlatırsam sizlerle paylaşırsam uykusuz gecelerimin bir kısmından kurtulabilirim. Olayı baştan anlatayım ki bana hak verip vermeyeceğinizi o zaman anlayacağım.
Güzel bir sonbahar saat öğleyi geçmiş güneş ikindinin tatlı kızıllığında dünyaya gülümsüyor. Vücudum güzel bir öğle sonunun tatlı bir rehavetine bırakmış kendini. Dudaklarımda mutlu bir tebessümle eve giden yokuşu aheste aheste çıkmaktayım. Bir şarkı mırıldanıyorum usuldan. Dünyayı tozpembe görüyor gözlerim. İçimde bin bir sevginin ışıltısı yanıp sönmekte. Birisi bir şey söylese kahkahalar atacak neşemle herkesi neşelendirecek karamsar düşünceleri beyinlerden sileceğim. Sıhhatli olmak yaşamak ne güzel diye geçiriyorum kalbimden. Melek olsam insanlara mutluluk ve sıhhat dağıtırdım. Ben bütün bu güzel düşüncelerin içinde hayale dalmış yürümeye devam ediyorum.
Karşıdan bir adam geliyor. Geliyor ama ben daha o yakınıma gelmeden vücudumun taş gibi olduğunu hissettim. Beş saniye sonra yanımdan geçerken göz göze geldik. Buz gibiydi bu bakışlar. İçimde bir korku bir ürpertiyle sarsıldığımı hissettim. Gözlerinden zehirli, dikenli düşüncelerin geçtiğini gördüm. Yüreğim ağzıma gelmişti. Korkumu belli etmemek için, vakur dimdik yoluma devam ettim. Artık eve koşarak gidiyor, perişanlığımı kimseye göstermek istemiyordum. Mutluluğum gitmiş tebessüm dudaklarıma yapışmıştı. Günlerce o gözlerde ki soğukluk, düşüncelerinde ki zehirli dikenler karabasan gibi rüyalarıma girer olmuştu. Bu düşünceler beni boğarcasına üzerime çullanıyor, ter içinde uyanıyor, sonra sabahlara kadar uyuyamıyordum. Kimdi, neyin nesiydi, kimlere kötülük edecekti diye sabaha kadar uykusuz geceler geçiriyordum. Kimseye anlatamıyor, kendime sorduğum bu sorulara hiçbir karşılık bulamıyordum. Huzurum kaçmıştı. İnsan bu tiplere hayatında kaç kere karşılaşırdı ki belki de hiç karşılaşmazdı…
Onu gazetelerin ilk sayfalarında görünce korkularımda haklı olduğumu anladım. Şöyle diyordu gazeteler - Kayın pederinin evine gitti. Ayrıldığı karısını, babasını, annesini, on beş yaşındaki baldızını, beş ve sekiz yaşındaki çocuklarını ve sonrada kendini öldürdü… Uykusuz gecelerime bin bir geceler daha eklendi. Karısı, çocukları, annesi, babası, baldızı diyordum. Acaba polise gitseydim beni dinler miydiler? Yoksa senin sinirlerin bozuk evine git dinlen mi derlerdi bilemiyorum.
Birden kendimi suçlu hissettim. Varsın polisler bana gülselerdi. Belki içlerinden deli diyeceklerdi. Deselerdi ama ben vazifemi yapmış olacaktım. Belki de beni dinleyecekler, adamın eşkâlini anlatmamı isteyeceklerdi. Ne söyleyebilirdim. Bir çift buz gibi bakan gözler. Birde dikenli düşüncelerden başka bir şey görmemiştim ki. Artık yapacak bir şey kalmamıştı. Kader deyip gönlümün hüznünü dindirmekten başka çarem kalmadı.
Şimdi sizlere soruyorum bu adını bile koyamadığım yıllardır beni hicran ateşlerinde yakan bu duygu yükünden kendimi nasıl kurtarmalıyım. Sizler ne diyorsunuz korkmakta ızdırabın derin çukurlarında bunalmakta haklı mıyım?
Sevgilerimle güzel dostlarım hepiniz kalbimin derinliklerinde yanan birer meşalesiniz. Sizleri seviyorum. Sağlıkla sağlıcakla kalın. Kötülüklerden uzak olarak
Gülay Somer Birkl: e-posta [email protected]