- 953 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TERÖRÜN ADI VARDI, AŞKIN YOKTU /TERÖRE KURBAN BİR AŞKTI BİZİMKİ/5
TERÖRÜN ADI VARDI; AŞKIN YOK…
Nasıl başlayacağını bilemiyordu yılların gazetecisi Şevki Konuk. Böyle bir habere nasıl başlanırdı ki? Çok değil, iki saat önce, menfur bir katliamın dumanı ve sıcaklığı içindeydi; yanan ve dumandan boğulan masum insanların cesetlerini görmüştü ve şimdi de gördüklerinin haberini yapmak için bilgisayarının başına geçmişti.
Fakat işte nasıl başlayacağına bir türlü karar veremiyordu. Parmakları klavyenin tuşları üzerinde, gözleri ise boş metin belgesi üzerinde, öylece donup kalmıştı sanki.
Telefonu açıp çay ocağına su bardağıyla çay getirmelerini söyledi; sırf dem olmasını da özellikle tembihledi.
Az sonra çayı geldi. Şevki Konuk çekmeceden sigara paketini de çıkardı; bir tane yaktı hemen. Çayından büyükçe bir yudum aldı ve “Tamam. Başlayabilirim” dedi.
Parmakları klavyenin tuşları üzerinde dans eder gibiydi. Habere başlamıştı:
“Terör insanlığın bir numaralı belası… Terör insanlıktan nasibini almamışların tek silahı. Terör, hangi ideolojinin uşaklığını yaparsa yapsın o ideolojiyi de insanlık dışı kılan bir lanet…
Dün Bakırköy, dün İstanbul, dün Türkiye işte bu lanetle bir kez daha tanıştı. İnsanlıktan nasibini almamış teröristlerin bir alışveriş merkezine düzenlediği molotof kokteylli saldırıda masum insanlar öldü. Kimi yanarak kimi boğularak can verdi sıkışıp kaldıkları mekanlarda. Manzara o kadar içler acısıydı ki, yaralılara ve ölülere müdahale etmek isteyen sağlık görevlileri ve polisler dahi gözyaşlarına hakim olamıyordu.
Dün Bakırköy ve İstanbul terörün karanlık ve iğrenç yüzüyle bir kez daha tanıştı. Dün, onlarca masum insan, ne oldukları ve neye hizmet ettikleri bilinmeyen birkaç cani tarafından katledildi.
İşte o masumlardan biriydi, kızıl saçlı güzel kadın Gözde Taş. Dumandan boğulmuştu genç kadın. Elinde, belki de az sonra postaya vereceği bir kart tutuyordu. O kadar sıkmıştı ki elindeki zarfı, tırnakları elini yaralamış; zarf da eli de kan içindeydi. Kime gönderiyordu bu zarfı? İçinde ne vardı? Hangi umutlar, üzüntüler, beklentiler ya da sitemler vardı acaba o zarfta? Şimdi o kartın sahibi yok; teröristler onu katlettiler. Peki, o kartı alacak kişi? O nerededir, kimdir, bu karttan haberi var mı? Bilmiyorum. Kan içindeki zarfın üzerinde görebildiğim tek kelime: Arda…
Terör hedef gözetmiyor. İnsanları birbirinden ayırıyor. Şimdi hayatının baharındaki Gözde de yok diğer kurbanlar da…
Parmaklarını çekti klavyenin üzerinden Şevki Konuk ve koltuğuna yaslandı. Metni tekrar okudu ekrandan. Sonra olay yerindeki muhabirin yazdığı haberi de okudu ve kendi yazdığı yorum-gözlemin haberle uyuştuğunu da tespit ederek metni dizgi servisine postaladı.
***
Ertesi gün Şevki Konuk öğleyi az geçe geldi gazeteye ve çayını sigarasını içerken gazeteye göz attı. Alışveriş merkeziyle ilgili haber-yorumu gözden geçirdi. Evet, güzel işlenmişti haber ve konu. Gazeteyi katlayıp masanın diğer ucuna doğru fırlattı. Gözlerini kapatıp dün gördüklerini tekrar hatırlamaya çalıştı fakat hemen bundan vazgeçti. Bir daha böyle bir manzarayla karşılaşmamak için dua etti bir çırpıda.
İkinci bardak çayını yudumlarken masa telefonu çaldı. Ahizeyi kaldırdı. Sekreter “Şevki Bey, sizi Arda Bahçeli adında bir bey arıyor, bağlayayım mı?” diye sordu.
Önce algılayamadı Şevki Konuk. Birkaç saniye sonra Arda ismi beyninin kıvrımlarında yankılandı.
“Bağla hemen” dedi heyecanla.
Telefonun karşı tarafından genç bir ses “Alo, Şevki Bey, merhaba ben Arda Bahçeli. Sizinle bugünkü haberiniz hakkında konuşacaktım.” dedi.
“Tabii” dedi kurt gazeteci: “Buyurun!”
“Ben, haberinizde sözünü ettiğiniz Arda’yım efendim. Mümkünse sizinle görüşmek isterim” diyordu genç adam.
Şevki Konuk’un heyecanı bir kat daha artmıştı: “Tabii Arda Bey. Hemen görüşebiliriz. Buraya gelin isterseniz.”
“O da olur, ama isterseniz dışarıda bir yerde buluşalım. Çay da içeriz, olur mu?”
“Hay hay. Bence de güzel olur. Peki, size neresi yakın, orada buluşalım.”
“Sarayburnu olabilir Şevki Bey. Çay bahçesinde. Uyar mı?”
“Kesinlikle. Tamam. Saat dörtte buluşalım.”
Karşılıklı “görüşürüz” temennisiyle telefon görüşmesini bitirdiler.
***
Önce Arda gördü gazeteciyi ve masadan kalkıp onu girişte karşıladı. Samimi şekilde tokalaştılar ve sonra deniz kenarındaki masaya oturdular.
Güzel, güneşli ve hafif sıcak hava vardı ve martılar bu güzelliğin tadını çıkarıyordu gökyüzünde. Çay söylediler. Garson gelene kadar öylesine konulardan konuştular. Çaylarını yudumlarlarken konuyu Gözde’ye getirdiler.
“Başınız sağolsun” dedi gazeteci. Genç adam da “Dostlar sağolsun efendim” diye karşılık verdi. Şevki Konuk çantasına uzandı ve birkaç kağıt çıkardı. Önce kendisi gözden geçirdi sonra Arda’ya uzattı: “Bunlar, Gözde’den kalanların kopyaları. Bu sana göndereceği kartta yazılanlar. Diğeri de, günlükten aldıklarım…”
Arda, gazetecinin uzattığı kağıtları almak için önce hamle yapar gibi oldu ama sonra durdu. Alıp almamakta tereddüt eder gibiydi. O kağıtlara dokunduğunda ve içindekileri okuduğunda kalbinin duracağını ve hemen oracıkta can vereceğini sanıyordu. Ama olsundu, Gözde için her şeyi göze almaz mıydı?Uzandı ve kağıtları aldı. Sonra, tek tek okumaya başladı Gözde’nin kaleminden dökülen satırları…
Okudu ve okudukça gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Dudaklarını ısıra ısıra okudu Gözde’nin yazdıklarını… Utanıyordu, utanmasa hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı; ama sıktı kendini. Hıçkıramadı ama ağladı, ağladı…
Şevki Konuk bu süre içinde hiç konuşmadı ve müdahale etmedi. Genç adamın boşalmasını ve sakinleşmesini bekledi. Ve nihayetinde Arda’nın gözyaşları dindi; kendine geldi ve “Özür dilerim Şevki Bey” diyebildi.
“Niye özür dileyesin? Bu normal. Hatta olması gereken bir şey. Ağlamasaydın anormal karşılardım.”
“Sağolun. Çok anlayışlısınız.”
“Sen de sağol. Bak, ben gazeteciyim ve dün bizzat o manzarayı gördüm ve terörden bir kere daha tiksindim. Ben bu konuyu genişletip terörün insanları nasıl birbirinden ayırdığını ve aşkı da öldürdüğünü anlatmak istiyorum. Bana bu konuda yardım etmek ister misin?”
“Ne demek? Tabii ki. Zaten sizinle görüşmek isteyişimin bir nedeni de bu. Elimden geleni yaparım.”
“Harika. Çok sevindim. Peki, ben kafama takılanları sorayım, siz de cevap verirsiniz. Olur mu?”
“Olur. Buyurun sorun.”
“Önce, beni nasıl bulup aradığınızı öğrensem…”
“Dün akşam haberlerde seyrettim olayı. Gözde’nin öldüğünü orada öğrendim. Bugün de bütün gazeteleri aldım. Sonra sizin haberinizi okudum. Ve adımı gördüm. İlginç ve etkileyiciydi. Sizinle görüşmem gerektiğine karar verdim ve gazeteden sizi aradım. Sonrasını biliyorsunuz.”
“Anladım. Peki nasıl değerlendiriyorsunuz bu olayı?”
“Nasıl değerlendirmemi bekliyorsunuz efendim? Alçakların, şerefsizlerin, kansızların yaptığı bir katliam. Pislik herifler. Yapanlar da malum katiller. Bunlar nasıl insan bilmiyorum. Bunlar insan mı daha doğrusu onu da bilmiyorum. Bakın Şevki Bey, ben de Kürdüm. Babam da Kürt, Türkçe dahi bilmeyen annem de. Ben de o yörenin insanlarının birçok sıkıntılar içinde olduğunu biliyorum, hatta bizzat yaşadım. Ama gelin görün ki, bu sıkıntılardan kurtulmak adına böyle vahşet olur mu? Masum insanları yakmak, kesmek, öldürmek… Ben bunların gerçekten Kürt halkının çıkarları için mücadele ettiğine kesinlikle inanmıyorum. Bunlar başka oyunun, başka çıkarların maşaları… Hepsine lanet olsun.”
“Siz siyasetle uğraştınız mı Arda kardeşim? Yani bu örgütle filan ilişkiniz olmadı değil mi?”
“Bunu niye sorduğunuz bilmiyorum ama cevap vereyim. Her genç gibi siyasetle ilgilendim tabi. Hatta Ankara’da birçok gösteriye de katıldım. Ama bu örgütle ne alakam oldu ne de bağlantım. Olamaz da. Benim ideallerim, dünya görüşüm bunlardan tamamen farklı. Aksine, bu pisliklerden hep nefret etmişimdir. Kendi köylüsünün kundağındaki bebeklere kurşun sıkanlarla benim ne işim olur? Allah göstermesin.”
“Peki, Gözde? Nasıl bir ilişkiniz vardı onunla?”
Biraz duraksadı Arda. Nasıl bir cevap verecekti? Ne diyecekti? Düşündü epeyce… Sonra:
“Bu soruya başka bir zamanda ve mekanda olsa ‘biz onunla arkadaştık’ derdim. Ama şimdi…”
“Ama şimdi?”
“Şimdi daha rahat ve açık söyleyebilirim. Onunla olan ilişkim, galiba adı konulmamış aşktı.”
“Nasıl yani?”
“Yani her şey gün gibi aşikardır ama bir türlü ‘bu budur’ diyemeyiz ya, onun gibi işte. Ben Gözde’yi seviyordum, o da beni seviyordu, ama nedense bunun adını koyamıyorduk. Daha doğrusu o birçok kez bunu ifade eden söylemlerde bulunmuştu ama ben onun kadar cesur değildim galiba. Yani, kağıt üstünde çok iyi birer arkadaştık; buz üstünde ise aşıktık. Buz üstüne yazıyorduk ama birimiz okuyana kadar eriyip gidiyordu o yazı da buz da…
“Anlıyorum. Gözde’nin günlüğünde yazılanlar da dediklerinizi doğruluyor. Biraz baktım da, sizi çok sevdiği o kadar belli ki… Ama yine gördüğüm kadarıyla sizden aynı tavrı görememenin de ıstırabı içinde gibi…”
“Evet. Doğru. O bana gönderdiği mektuplarda da bunu oldukça hissettiriyordu. Ama ben, dediğim gibi onun kadar cesur olamadım.
“Niye?”
“Bilmiyorum. Ya onun hissettirdiklerini idrak edemeyecek kadar duyarsızdım ya da onun bana olan sevgisini göremeyecek kadar kör… Kimbilir, belki ben tam açıklığıyla bir ifade bekliyordum. Yani o diyecekti ki “ben seni seviyorum, sana aşağım” filan; ben de hah tamam o beni seviyormuş, ben de emin oldum artık diyecektim.”
“Bu biraz zorlama bahane gibi oldu Arda kardeşim. Gerçekten böyle mi?”
“Şey… Aslında, verilmiş bir söz vardı ortada.”
“Söz? Nasıl bir söz?”
“Uzun hikaye. Ama kısaltayım. Biz Gözde ile aynı okulda okuduk. Aynı sınıfta. Bir arkadaşım daha vardı, adı lazım değil… Gözde’yi ilk gördüğü gün ona vurulmuş. Fakat gidip bunu ona söyleyemiyor. Kıvranıp duruyor. Sonraları benim Gözde ile iyi arkadaş olduğumu görünce “sen nasıl delikanlısın, benim ilgilendiğim kıza mı sarkıyorsun?” gibisinden laflar söyledi. Şaşırmıştım. Yok öyle şey, deli misin filan diye bunu sakinleştirdim. Söz ver bana, ona karşı başka hisler beslemeyeceksin dedi. Söz verdim. Sonuçta o arkadaşımdı ve arkadaşımın sevdiği kıza başka hisler beslemek bana yakışmazdı. Bütün bunlardan Gözde’nin hiç haberi olmadı. Sonra okul bitti ayrı yerlere dağıldık. Mektuplarla devam etti arkadaşlığımız.”
“Peki o arkadaşın?”
“O mu? Okulun son yılındaydı galiba, gitti Gözde’ye açıldı nasıl olduysa ama umduğu cevabı alamadı. Fakat onu sevmeyi asla bırakmadı. O bırakmadığı sürece de ben Gözde’ye onu sevdiğimi söyleyemedim.”
“İlginç. Bir de mektup olayı var. Bu günlük sanırım Gözde’nin ikinci günlüğü. İlkini yakmış. Burada yazıyor. Bu ikinci günlükte de size bir zamanlar mektup yazdığını ve aylarca cevap beklediğini yazmış. Niçin cevap yazmadınız?”
“Yanlışlık olmalı Şevki Bey. Ben cevap yazdım. Evet, biraz geç oldu ama yazdım ve gönderdim. Ben onu okuduğunu sanıyordum.”
“Anladığım kadarıyla okumamış. Sorması ayıp olmasın ama ne yazmıştınız mektupta?”
“Bazı şahsi sorunlarım olduğunu ve halletmek üzere olduğumu, benden haber bekleyene kadar ters bir şey yapmamasını söylemiştim.”
“O mektubu okumuş olsaydı…”
“Keşke. Okumuş olsaydı belki bütün bunlar olmayacaktı. Okumadığına eminim. Yani alıp okumuş olsaydı çok farklı olacaktı buna eminim.”
“Mektuplar… Ne zamana kadar yazıştınız?”
“Çok uzun süre. O mektuplar o soğuk kış gecelerinde, o ıssız köylerde içimizi ısıtan tek şeydi. Sonra bir gün Nesrin adlı arkadaştan bir mektup geldi. Diyordu ki, neyse ne bunun adını koyun yoksa Gözde’yi evlendireceğim. İsteyen biri var. Şaka mı ciddi mi anlamadım. Bunu Gözde mi yazdırdı acaba diye epeyce kafa yordum. Sonra sonuca varamadım ve bir daha Gözde’ye yazmadım. O, eline ulaşmayan son mektuba kadar…”
“Yani, anlaşılan o ki Arda kardeşim, bu insanların canını alan, yuvalarını yıkan terör, evet gerçekten lanetlenmesi gereken bir şey… Fakat bir de, insan ilişkilerinde terör var… O da aşk terörü… Diğeri tabancayla, tüfekle, bombayla insan öldürüyor, bu ise sevgi sözcüklerinin dile getirilememesiyle…”
“Haklısınız Şevki Bey. Bu manada, evet ben de bir teröristim. Aşkın katili, sevginin canisiyim…”
***
Cenaze töreninde bir kez daha buluştular. Caminin avlusunda bu kez sanki iki dost gibi tokalaşmışlar ve selamlaşmışlardı. Öğle namazından çıkan cemaatle birlikte cenaze namazı için önde saf tuttu iki adam…
Sonra “bir dakika” deyip tabuta yaklaştı Arda. Ceketinin iç cebinden çıkardığı bir karanfili Gözde’nin tabutunun üzerine koydu. Tabutun üzerindeki örtüyü okşarken, hafifçe eğildi ve sadece kendisinin duyabileceği bir sesle fısıldadı:
“Ben seni hep sevmiştim Gözde ve sana kavuşuncaya kadar da seveceğim. Hoşça kal.”
HATİCE ERDEMİR KUZU
TERÖRE KURBAN BİR AŞKTI BİZİMKİ/SON