EYYY İNSANLAR!
Üç beş arkadaşla komşu köye davet edildiğimiz öğle yemeğine gitmişiz.
Yemekler yenmiş, çaylar içilmiş, muhabbet bitmişti. İkindi vakti yaya olarak yola çıktık. Kestirmeden gidelim diye yolu tepelere vurduk. Son tepenin zirvesine geldiğimizde karşı köyde kaçışan insanlar dikkatimizi çekmişti. Neden kaçtıklarını anlamak için arka taraflarına çevrilmişti gözlerimiz. Polislere benzeyen insanlar vardı. Bir kısmı kaçanları kovalıyor bir kısmı arkalarında kendilerini taşlayan dağınık kalabalıkların taşlarından korunmaya çalışıyordu. Polislerin sayıca az olması kavgayı engellemeye yetmiyordu. Kaçışın çare olmadığını görenler geriye dönüyor var güçleriyle diğerlerini taşlıyordu.
Manzara hoşumuza gitmemişti. Bu halleriyle insana benzemiyorlardı. İnsan nasıl öldüresiye birbirine taş fırlatabilir. İnsanlığını unutmuş bu insanlara neyi unuttuklarını hatırlatmaktan başka çare yoktu.
Tepeden aşağı doğru koşmaya başladık. Daha fazla kan dökülmemesi için öyle koşmuştuk ki kan ter içinde kalmıştık. Nihayet kendimizi kalabalığın ortasında bulduk. O an istem dışı bağırmaya başladım. Sesimi duyurmak istiyordum.
-Heeeey! Heeeey!
Sesim yetmiyordu. Duymuyorlardı. Arkadaşlarımın da bana eşlik etmesini geçirdim içimden.
-Heyy! Heeeeeyyyyy!
Evet işe yarıyordu. Bir kısmı duyabilmişti. Duyan olduğu yerde durup kalıyordu. Bir kez daha ve daha güçlü bağırmıştım.
Heeey ! heeeeyy!
Şu an hepside duymuş ve bana bakıyorlardı.
Eyyyy insanlar!
Diye konuşmaya başlamıştım. Ses benimdi. Ama konuşan ben değildim. Ağzımdan dökülen sesi kendimde dinliyordum. Söylenenler harikuladeydi.
"Ey insanlar!
Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz!
İbret alınız!
Yaşayan ölür, ölen fena bulur. Olacak neyse olur.
Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, annelerinin ve babalarının yerini alır. Derken hepsi ölüp gider.
Hâdiselerin ardı arası kesilmez. Hepsi birbirini kovalar.
Kulak tutunuz, dikkat kesiliniz; gökte haber, yerde ibret alınacak şeyler var.
Yeryüzü bir büyük divan, gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez.
Acaba vardıkları yerden hoşnud olup da mı kalıyorlar?
Yoksa orada kalıp da uykuya mı dalıyorlar?
Yemin ederim, yemin ederim ki, Allah’ın indinde bir din vardır ki, şimdi içinde bulunduğunuz dinden daha sevgilidir.
Ve Allah’ın gelmiş, yaşamış, yaşantısıyla insanlara örnek olmuş , bıraktığı mirasla insanlığı huzura kavuşturan bir peygamberi vardır ki, Gölgesi başınızın üstünden hiç eksik olmadı.
Ne mutlu o kimseye ki, ona iman eder; O da kendisine hidayet eyleye!
Yazıklar olsun Ona isyan ve muhalefet eden bedbahta!
Yazıklar olsun O’na isyan ve muhalefet edenbedbahta!
Ey İnsanlar!
Hani ya babalar, dedeler, atalar?
Nerede soy sop?
Hani o süslü saraylar ve mermer binâlar yükselten Ad ve Semûd kavimleri?
Hani ya, dünya varlığından gururlanıp da kavmine, ’Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?’ diyen Firavun’la Nemrud?"
Onlar, zenginlikçe, kuvvet ve kudretçe sizden çok daha üstün idiler. Ne oldular?
Bu yer onları, değirmeninde öğüttü, toz etti, dağıttı. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini, yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor?
Sakın, onlar gibi gaflete düşmeyin! Onların yolundan gitmeyin!
Herşey fanidir. Baki olan ancak Allah’dır. Ki O, birdir, şerîki ve nazîri yoktur. İbadet edilecek ancak O’dur, doğmamış ve doğurmamıştır.
Evvel gelip geçenlerde, bize ibret alacak şey çoktur.
Ölüm bir ırmaktır. Girecek yerleri çok, ama, çıkacak yeri yoktur.
Büyük, küçük hep göçüp gidiyor.
Giden geri gelmiyor.
Kat’i bildim ki, herkese olan, size ve bana da olacaktır."
Sözlerim bitmişti. Arkadaşlarım ağlıyordu. Bende ağlamaya başladım. İnsanlar ellerindeki taşları bırakmışlar, boyunları bükük dağılıyorlardı.
-Mehmet … Mehmeeet.
-Mehmet uyan, ağlıyorsun. Ne oldu, rüya mı görüyordun?
-Bilmiyorum… Bilmiyorum… Sadece ağlamak istiyorum.
Kahvaltı olsun diye bir bardak çayla beraber yediğim birkaç lokmadan sonra kitaplarıma koşuyorum. Bu sözleri daha önce okuduğumu hatırlıyordum. Ama nerde? Hangi kitaptaydı? Kitaplar o kadar çok gözüküyor ki gözlerime.
Düşünmeye başladım. Düşündüm… düşündüm… hafızamı olabildiğince zorluyordum. Olmuyor, olmuyordu. Evden çıktım. Karşımızdaki Pazar yerine yürümeye başladım. Kalabalıktı. Tam kalabalığın ortasına geldiğimde içimden bir ses, “kuss” dedi. Evet, evet bu sözler Kuss bin Saide’nin “Suk-ı Ukaz” daki meşhur hitabesiydi.
Koşar adımlarla eve döndüm. Hitabeyi bulup tekrar okudum. Tıpatıp derecesinde aynıydı. Sadece bir yerde değişiklik vardı. Peygamberimiz efendimizin geleceğini ve gölgesinin üzerlerine düştüğünü söylemişti o.
msg
YORUMLAR
ürperdim doğrusu.Benzer bir olay benim de başımdan geçmişti.Rüyamda peygamberimizin benimle konuştuğunu bana Kurandan ayetler okuduğunu görmüştüm.sözlerin ayet olduğunu bilmiyordum.Sonraki günlerde o ayetleri okuyunca çok şaşırmıştım.Ve bu mucizeyi benim kadar günahkar bir kula yaşattığı için Allaha şükretmiştim.SOrun ki hayatında ne değiştirdin.Ne yazıkki hiç bir şeyi...
çok güzel bir yazıydı.tebrik ederim.Salih kullardan olun inşallah.