- 1077 Okunma
- 20 Yorum
- 0 Beğeni
Saylan'a saygı
Yüreğini, birikimini, beynini ve emeğini bu ülkenin geleceği için yoran ve harcayan değerli bir bilim insanı daha gitti.
Yaptıklarını herkes biliyor, burada sayıp dökmenin fazla anlamı yok!
Aslında gitti mi yoksa geldi mi bu tartışılır!
Bazı insanlar öldüğünde doğar!
Öldüğünde doğar ve ölümsüz olarak yaşar.
Nedir bu ölümsüzlüğün sırrı!
Çok basit!
Can bedenden çıkana dek kendinden fazla başkaları için yaşa!
Şimdiye dek salt kurmuş olduğu derneği ve derneğin ereği ile adı anılan Sayın Türkân Saylan’a neler dediler neler!
Evi arandı!
Darbeci miydi?
Ne dedi!
Şeriata da darbeye de karşıyız!
Sayın Saylan’ı izleyenler zaten böyle düşündüğünü bilir.
Şeriata da darbeye de karşıyız dediği zaman, belli kesimler bundan hoşlanmadı.
Kimilerine göre bu cümlede ‘şeriat’ kelimesi, kimilerine göre de ‘darbe’ kelimesi fazlaydı.
Aslında fazlalık o cümlede değil, bunu beğenmeyenlerin beyinlerindeki ve düşüncelerindeki bir kelimenin eksikliğiydi… “Demokrasi!”
Ne yapıyordu?
Hayata bir sıfır yenik başlayan çocukların hiç değilse bir kısmının gol atarak durumu eşitlemesi için pas veriyordu.
Bazı kurum ve kişilere karşı alternatif yarattığı ve bu bazı kurum ve kişiler gelecekteki Türkiye’yi sırf kendi yapılarında oluşturma hevesinde oldukları için, çağa uygun gelişme ve değişme çabası gösteren, bunun için de çağdaş eğitimi öngören bir bilim insanına her türlü iftirayı attılar.
İftira olduğu ne yazık ki kamuoyunda çok geç anlaşıldı.
Ne demişlerdi?
Türkân Saylan din misyonerliği yapıyor!
Oysa olanağı olan birçok inananın yapmak istediği şeyi pek ses getirmeden ve avazı çıktığınca bağırmadan Umre yapmış!
Sakın buna da kaldırıp, misyonerliğini maskelemek için yapmıştır, demesin kimse! Yeteri kadar çirkinleştiler, daha fazlası çevre kirliliği sayılır.
Çünkü şunu da söylemişler kendini bilmezler!
Herkesin bildiği gibi, hastalığı gereği gördüğü tedavinin bazı sonuçları vardı. O da bu sonucu başının üzerinde taşıdı. Ve halkın önüne çıkarken bir bone takma gereği duyduğu kesin.
Kesin olan bir şey de; daha önceki söylemlerinde, dinin dinciler tarafından istismar edildiğini gayet naif bir şekilde ima etmiş olmasıdır.
Bunun üzerine şunu da söyledi bu insanlar.
Bone taktı ya!
Bunun üzerine dediler ki!
Hani basının önüne zorunlu olarak çıkarken o bir karışlık kumaş parçasını başına koydu ya!
İşte o zaman dediler ki!
Yani yorgun omuzlarında taşıdığı o solgun başındaki el kadar örtü var ya!
Bunun için dediler ki!
Anlamalısınız beni…
Başkalarının söylemekten çekinmediği bu cümleyi yazmak o kadar zor ki; bu yüzden geveleyip durmaktayım!
Nasıl demişler, bunu düşünmek bile akla ve vicdana zarar veriyor!
Demişler ki!
“Sen misin türbana karşı çıkan, al işte Allah sana öyle bir dert verdi ki mecburen taktın!”
En sonunda yazdım bu çirkin tümceyi.
Ve buna benzer daha neler!..
Bu cümleyi kuran insanların elbette imanını sorgulamak bana düşmez, o Allah’ın işi; ama insanlıklarını sorgulamak da kulun işi olmalı.
Vicdanlarını da kendileri sorgulasınlar, eğer var ise!
Hiç kimse bu yazıya siyasi bir yazı demesin; bu insani bir yazıdır.
Sayın Türkân Saylan’a saygı duymak gerekirken, belli bir kesimin de samimiyetinden kaygı duymanın zamanı gelmiştir.
Durup düşünmenin de zamanı geçmiştir; durmadan düşünmeliyiz artık!
YORUMLAR
Sn Şair yazınız etkileyici.. Kendi açımdan çok beğendim ve akıcı buldum...İnandığımız yolda her zaman kalemimizi konuşturmalıyız..Yorumları okuyunca kendi adıma sorgulamalarım oldu ve afalladım.. Burası bir edebiyat sitesi ise bu derin tartışmaların anlamı ne???
Kaleminizin gücü daim olsun..Öyle bir haykırsın ki uzaklardan da duyalım!..
Saygılarımla
kurakyaz tarafından 5/22/2009 11:39:19 PM zamanında düzenlenmiştir.
HERHANGİ BİR KIZ ÇOCUĞUNU MU!!!!
MU?
YOKSA RUHU DİNDEN SOYUTLANMAK İÇİN SEÇİLEN VE ÖZELLİKLE İNANÇTAN UZAK TUTULAN, KIZ ÇOCUKLARI MI?
BU ARADA DİNDEN UZAKLAŞMAK, İBADETİ YOBAZLIK SAYMAK ÇAĞDAŞ OLMAMAYI GEREKTİRİYORSA, AVRUPA AMERİKA BİZDEN DAHA ÇAĞDIĞI DEMEKTİR...
ZİRA DİN VE İBADET ONLARIN HAYATLARIND ABİZİMKİNDEN DAHA ÇOK YER TUTMAKTA. DEVLET BAŞKANLARI YEMİNLERİNİ BİLE KUTSAL KİTAPLARI ÜZERİNE YAPMAKTA.
YAŞASIN ÇAĞDAŞ ÜLKEM!!!
BİR AYETTE TAM HATIRLAYAMASAM DA ŞÖYLE BİR ANLAM VARDI:
BİZ ONLARIN GÖZLERİNİ KÖR ETMİŞİZ
GÖREMEZLER DUYAMAZLAR ANLAMAZLAR...
BU SEBEPLE AŞAĞIDAKİ ALINTI PAYLAŞIMI DA YORUMSUZ BIRAKIYORUM:
Hesaplaşma ....
Sonsuz bir cehennem azabının içine düşmüş olan kadın mahşer yerinde Muhammed’in yakasına yapıştı;
—Ne biçim İslam lideriydin sen? Mademki mesele bu kadar ciddi neden bizi uyarıp dikkatli olmamız için çaba sarf etmedin? Şimdi birde müslüman olduğum halde sonsuz bir azaba düşmemin hesabını kim verecek? Neden bizlere Tesettür’ün Allah’ın kesin emri olduğunu söylemedin? Allah’ın kutlu değerlerine savaş açıp mazlum insanların inandığı gibi yaşama gayretine engel olmaya çalışanlar sonsuz bir azabın içine düşerler diye neden uyarmadın insanlarını?
Kadın hıçkırıklar içinde sonsuz bir felaketin içine düşmüş insanın ruh hali ile Muhammed’den hesap soruyordu! Muhammed ise bu durum karşısında çok üzülmüştü! Oysa bu gerçekleri hayatını ve ailesini bile tehlikeye atarak güç odaklarına rağmen yüreklice gündeme getirip insanlarını defalarca uyarmıştı! Ama insanları İslam dinini ondan çok daha iyi biliyorlardı! Âlemlerin rabbini, yüce Allah’ın kalbini marifet nurları ile doldurduğu Muhammed’den çok daha iyi tanıyorlardı! “Rabbimiz bu insanı sevmiş ve kutsi hadiste belirtildiği gibi; tutan eli, gören gözü, yürüyen ayağı, hayal eden kalbi, konuşan dili olmuş” demeyip hakaretlerle ve çirkefçe saldırılar ile durdurmaya çalışmışlardı!
Oysa Muhammed rabbinden aldığı ilham ile insanlarını bilgilendirmeye çalışıyordu! Aslında insanlarına konuşan, insanları için hayaller âlemine dalıp ahiret manzaralarını anlatan Muhammed’in rabbi Allah idi! Çünkü hani rabbimiz ayeti kerimede buyuruyor ya “nimetlerime şükredin ki artırayım” Herkes dünya nimetinin artması için Allah’a şükrederken Muhammed rabbine şöyle şükrediyordu;
—Ey yüce Allah’ım hidayete erdirdiğin, kâmil imana ulaştırdığın ve böylelikle sonsuz saadete kavuşturduğun, cennet ve cemalinle ödüllendirip razı olduğun insanlar benim için büyük bir nimettir! Bana olan bu nimetinin karşılığında sonsuz şükürler ediyorum. Bu nimetinin karşılığında çok ama çok mutlu oldum. Teşekkür ederim. Seni çok seviyorum yüce Allah’ım! ”
Muhammed’in şükrü bereketi ile şanı yüce rabbimiz nimetini artırıp pek çok insanı hidayete erdirip, kâmil imana ulaştırıyordu. İşte bu yüzden rabbi Muhammed’i mana âleminin lideri yapmıştı!
Hâlbuki Muhammed çok fakir bir insandı. Bu fakirliğinin içinde bile insanlarını düşünüp sonsuzluğa uzanan hayat yollarını düşünüp onca dünyalık derdinin içinde kendisine dert ediniyordu. Tek derdi de buydu aslında. Fakirliği onun umurunda bile değildi!
Bu durum ile ilgili onun başına gelen bir hikâyesini sizinle paylaşmak istiyorum!
Muhammed’in ayakkabıları çok eskimişti. Hem o derece ki tabanları üç parçaya bölündüğü için yürürken ayaklarının tabanını sıkıştırıp acıtıyordu! Ayakkabı alacak parası da yoktu. Borca girerek alsa eline geçen para ile başka borçlarını ödeyeceği için borcunu ödeyecek durumu da yoktu! Bu durum karşısında kendince sevinip şu düşüncelere kapıldı. Çünkü İslam literatüründe şöyle bir bilgi vardı. Bir ihtiyacı olan insan başka hiçbir çaresi kalmadığında işi sadece rabbine kalmışsa işte o halde yaptığı dua ismi azam duasıdır ve kesinlikle kabul olur! Muhammed çocuklar gibi sevinmişti. Hemen duasına başladı;
—Ey yüce rabbim! Sende biliyorsun ki ayakkabılarım çok eskidi ve yenisini alacak param yok. Borca girerek te alamayacağım. Yani işim yalnızca sana kaldı! Benim ayakkabılarımı sağlamlaştırmanı istiyorum!
Muhammed duasını yaptıktan sonra çocuklar gibi şen bir vaziyette namazını kılmak için camiye gitti. Duası kabul olacaktı da rabbinin sebepsiz bir şekilde ayakkabıları nasıl sağlamlaştırdığını görecekti ya!
Muhammed namazını kılarken bu duasını ve halini unutmuştu! Camiden çıkarken ayakkabılarını almak için uzandığında şaşkına döndü. Bu ayakkabılar onun değildi. Çünkü sağlam dı ayakkabılar! Ne yapacağını bilemiyordu. Tüm cemaat camiden çıkıncaya kadar bekledi. Ve ayakkabıları kimse almamıştı. Birde ayakkabılarının üzerinde bir leke vardı, işi nedeni ile oluşmuştu ve belli belirsiz hala üzerinde duruyordu! Sonunda gönlü razı oldu. Evet bu ayakkabılar kendisinindi!
Çok sonra duasını da hatırladı ve rabbinin kendisi ile şakalaşırcasına bulunduğu lütuf karşısında çok sevindi. Zaten o biliyordu. Rabbi kullarına öyle çok uzaklarda değildi. Onlara şah damarlarından bile daha yakındı. Ve hatta onlar ile bazen sakalaşıp çeşitli iletişimlerde bulunuyordu. Onların halleri karşısında bazen nurları şımbır şımbır parlarken bazende yağmurlu bir hava varmış gibi kararıyordu! Muhammed böylelikle rabbinin kendisinden razımı yoksa gazaplandı mı anlıyordu! Rabbini çok seviyordu Muhammed, ona âşık ve düşkündü! Gülümseyerek rabbinin cemaline baktı! Rabbinin nurları pırıl pırıl parıldıyordu. Sanki rabbi onun bu hali karşısında ona gülümsüyordu! İki sevgili birbirlerine tebessüm ederek, birbirlerinden razı olarak, sevgi ile bakıyorlardı!
İşte bu insana, insanları ahireti hatırlatmadığı için hesap soruyorlardı şimdi! Yalnız Muhammed yinede cevap veremiyordu. İnsanları için daha çok çalışıp daha çok hakarete maruz kalıp daha çok işkenceye uğrasaydı belki şuanda bu insanlar yakasına yapışmayacaktı. Ama elinden geleni buydu! Muhammed;
—Sizlerde arif olup leb demeden leblebiyi anlasaydınız ya. Ben size ne anlattıysam muhalefet edip akıllar vermeye çalıştınız! Anlattığım gerçekleri duymamak ve davetime muhatap olmamak için görmemezliğe gelip kaçtınız. Sanki yokmuşum da bu büyük tehlikelere karşı sizleri uyarmamışım gibi davrandınız!
Kadın için artık yapılacak bir şey yoktu. Yüce mahkemede yargılanmış ve sonsuzadek cehennem azabına çarptırılmıştı! Oysa nüfus kâğıdında dini İslam yazan bir insandı. Teyzesi hacı idi. Ve annesinin başörtüsü vardı! Köyündeki halasının torunu imamdı! Hep böyle bahanelerle İslam’a karşı yaptığı saldırıları kılıflandırırdı! Onun cehenneme doğru melekler tarafından sürüklenirken götürülüşü karşısında Muhammed çok etkilenip şunları söyledi;
—Bu insan en azından sık sık tövbe edip kelimeyi şahadeti söyleyip imanını tazeleseydi. Ah birde “Bu yaptıklarınız İslam düşmanlığıdır” diyerek uyarıda bulunan insanları dinleyip. Kendisi her nekadar dinin emirlerine uygun olarak yaşayamıyorsa da tutumundan vaz geçip İslam’a ve dindar insanlara karşı olan saldırılarından vaz geçseydi şimdi bu duruma düşmezdi!
Muhammed bu durumları ta dünyada iken biliyor ve insanlarını sık sık uyarıyordu!
—Dindar insanlar olmanız sizler için inanın çok daha hayırlıdır. Dininizi en ince ayrıntısına kadar öğrenmiş olsaydınız kendinizi şeytanın hilelerine karşı koruyabilirdiniz! Ama sizler kendiniz bunu yapmadığınız gibi dindar insanlara saldırıp çıkarlarınız için onlara düşmanlık yapıyorsunuz! Hakaretler edip, iftiralar ile yollarından alı koymaya çalışıyorsunuz! Artık bu tutumlarınızdan vaz geçin! Sizlerde bu kutlu kervana katılıp ahiretiniz için yatırım yapın! ” diyerek evrensel mesajlarını tekrar tekrar hatırlatıyordu! (Enes Muhammedden (ALINTI)
Bana söylenen bir söz ne kadar sivri ve ne kadar acıtıcı olursa olsun, önce birkaç kez okurum; sonra onu sindirmek için zaman tanırım zihnime.
Sözüne göre, sindiririm ya da kusarım.
Bir konu bütünüyle ele alınır ve o bütünün özüne bakılır.
O içeriğin etrafında birkaç tur atılır, her yönden bakılır. Eğer iyi bir taraf arıyorsanız bulmanız da o kadar kolaylaşır. Yok, önyargıyla kötü bir görüş ve görünüş için çırpınıyorsanız onu da hemen bulurusunuz.
Ben yazımda dedim ki; bu siyasi bir yazı değil insani bir yazıdır.
Ve dedim ki; birilerine okuması için yardım eden biri saygı görmeli.
Ve dedim ki; hasta birinin tedavi sürecindeki olumsuzlukları alçakça dile getirmek ve bunu başka bir nedene bağlamak yükseklik değildir.
Ve dedim ki; bilerek iftira atılıyor, bunu söyleyenler ve bu yapıdaki insanlar bilmiyorlar mı kutsal kitabımızın bunu men ettiğini.
Ve dedim ki; insanın düşünceleri de o insanın yapısının kalitesini gösterir.
Ve şimdi de diyorum ki; bazı kişilerin hararetle eleştirdiği ve utanmadan iftira attıkları Prof. Dr. Türkân Saylan, kendisine verilen yüz bin dolar ödülü bu kutsal amaç için kullanırken; bazıları da din kisvesi altında yardım bahanesiyle inanlardan topladıkları paraları vicdanları olmadığı için cüzdanlarına doldurdular… (Nasıl fenerse bu sadece kendilerini aydınlattı!)Ve bunun hesabını da dünya adaleti önünde veremedikleri gibi, sanıyorum ki İlahi adalet huzurunda da veremeyecekler.
Şimdi sormak gerekir!
Saygıyı ve cennet yolu için duayı kim hak ediyor?
Bir soru daha!
Din ve inanç iyi bir insan olmanın aracı mıdır, yoksa kendi siyasi istikballeri ve kendi erklerini kurmak, korumak ve kollamak için bir gerekçe midir?
Ve son söz!
Asla ikiyüzlülük yapmadan ve samimi bir söz olarak söylenmiş olan, “…herkes istediği kişiye yardım yapmakta özgürdür,” cümlesini alıp, kendi iftiralı düşüncelerine destek yapanlar, bir daha düşünmelidirler!
Ben kimsenin içini göremem ve niyetini de bilemem; ama sözler insanın puslu da olsa aynasıdır.
Ve son dua!
Tanrı iftiracıların dilinden ve onların fikrinden uzak tutsun bizleri.
not:
Ben bu yazıyı astıktan hemen sonra Sayın kargülüALMILA'nın yazısını okudum!
Çok güzel bir hikayeydi ve son paragraf harikaydı.
Ben de işte o son parafrafı demek istedim.
Teşekkürler...
ÖmerNazmi tarafından 5/21/2009 1:26:42 PM zamanında düzenlenmiştir.
Türkan Saylan ve ekibinin, onların destekçilerinin kız öğrencilerin eğitim almaları için mi, yoksa okullardan atılamaları, eğitim almamaları, hayatlarının karartılıp başka ülkelerde ancak kendi ülkelerinde okuyamadığı şartlarda okumaya çabalayanları ittikleri zulüm için mi çabaladığını kendinize sorunuz?
Ama işte kadelenler diyorsanız, diğer tarafı görmezden geliyorsunuz demektir.İnsani, vicdani, ahlaki, buluyorsanız
dualarınızı saygınızı esirgemeyiniz kime ne?
İzin verin de o eğitim haklarının ellerinden alınmasında bayraktarlık yapan kişi ve zümreler için elimizden gelebilen sadece bu olduğu için, biz de negatif düşüncelerimizi yansıtıp, insanların sağlıklı ve "her açıdan" düşünebilmesine katkıda bulunalım.
BU ve benzeri düşünce yapısındaki kuruluşlardan başka hiç bir kuruluşun, kendi çıkarları ya da dünya görüşleri doğrultusunda yardımlar yaparken, öğrenciler okuturken, farklı insanlara da aynı zamanda "düşmanlık" beslediklerine, onların eğitim öğretim "almaması" için cansiperane bir engelleme mücadelesi verdiklerine şahit olmadım, duymadım, bilmiyorum.Bahsettiiniz ışıkevlerinde bile farklı düşüncelerdeki insanların burslardan barınma imkanlarından faydalandığını biliyorum.
ÇYDD ise kendi düşünce dünyası dışında kalan yoksul ve muhtaç öğrencilere duyarsız kalmakla belki suçlanabilir, ancak daha çok bu "öteki " çocukların eğitim haklarının ellerinden alınmasında gösterdikleri çabalar yüzünden özellikle daha çok anılan, bilinen bir kuruluş.
Bunu sadece," onlar özel kuruluş dilediklerine yardım yaparlar" cümlenizle izah edebiliyorsanız, ÇYDD nin kendi "beriki" çocuklarına yaptıkları yardımların maksadı konusundaki tereddütlerimizi de haklı çıkartmış oluyorsunuz bir anlamda.
Samimi değil, maksatlı ve devşirme çıkarlar için yapılan yardımları "insanlık için, eğitim için,çağdaşlık için" makyajıyla örtmek çok zor.
Nitekim açıkta kalıyor halkın büyük bir kısmının buraya da bazıları yansıyan düşüncelerine göre.
BU açıdan bakıldığında bazı arkadaşların yapılanlara "bilim " sosu dökebilmesi de gerçekten çok hoş olmuş:)Bilim hiç bu kadar aciz olmuş muydu bu militanca söylemler karşısında?
Ben karşı çıkan arkadaşların neden Saylan'a karşı çıktıktıklarını anlıyorum. Saylan BİLİM kadını idi, demek ki bu arkadaşlar bilime karşı yani bilim dışı düşüncelere sahip oldukları için aslında gayet normal verdikleri tepkiler diye düşünüyorum...
Değerlerimize kaybetmeden önce sahip çıkılması umudu ile diyorum ve sizi yazınızdan dolayı kutluyorum sevgili Ömer Nazmi...
Sevgilerimle...
Guldane Dal tarafından 5/20/2009 11:20:31 PM zamanında düzenlenmiştir.
Sayın erolbascı,
hiç bir dernek hiç bir kuruluş halkın tamamını kucaklayacağım iddasında olamaz. Çünkü o siyasi bir parti değidir ve iktidar olma kaygısı da yoktur.
Ben ÇYDD'nin ne yöneticisiyim ne de üyesiyim (keşke olabilseydim) bu yüzden benim söylediklerim adı geçen derneği bağlamaz; bunlar benim genel görüşlerimdir.
Ben sadece yürekten saygı duyşduğum bir bilim insanının çabalarını ve yaptıklarını söyledim. Bunları başka yerlere çekmenin ne anlamı var anlamadım.
Umarım bu eleştirilerinizi şu anda yurt dışında bulunan bir hazretin okullarında okuttuğu ve desteklediği kesimler için de söylersiniz.
Bu hazretin adıyla anılan yapıdaki profiller herkesin malumudur.
Çok yazık ki konuyu burulara taşıdınız.
Keşke, siz ya da sizin gibiler, ben ya da benim gibiler de herhangi bir kız çocoğunu okutabilseydik.
Bunlar, siz ve sizin gibilerin; ben ve benim gibilerin yakın gördüğü kesimlerden olabilirdi. Ama sonuçta bu ülkenin sınırlarında ve bu ülkenin bayrağının altında yaşayanyar faydalanmış olacaktı burada. Yani yine bu toplum kendine birşeyler veermiş olacaktı.
Sayın Saylan ve derneği herkesi kucaklayamadı. Peki, buyurun siz kucaklayın herkesi!
Ama kimseye çamur atmadan ve herkesin yaptığını da taktir ederek yapın bu işi ki bir anlamı olsun!
Rahatsızlığınızı bir türlü anlamış değilim.
Tekar ediyorum, ben adı geçen merhumeye her zaman dualarımı ve saygımı eksik etmeyeceğim.
Bazıları da iftira ve karalamalarını eksik etmesin.
Herkes kendine ve inancına yakışanı yapar.
ÖmerNazmi tarafından 5/20/2009 10:36:19 PM zamanında düzenlenmiştir.
Öyleyse adını doğru koymak gerekir.
Saylan, sadece kendisi gibi düşünenlere hizmet etmeye ve düşünce dünyasını aşılayabileceği kesime yardımlarda bulunmuş bir derneğin kurucusuydu.
Örneğin bu ülke insanlarının tamamını kucaklamıyordu.
Bu ülkenin bayrağı ile tabutunun sarılmasını haketmesi için, bu ülke insanları hakkında ayrımcı düşüncelere sahip olmaması gerekiyordu.
Misyonu konusunda da büyük bir yanılgı yaşıyoruz ideolojilerimnizle düşündüğümüz için.
Bir insan, ya da bir düşünce sistemi niçin bazı insanlara yardım etmeyi hedeflerken, bazı başka insanları bu hizmetlerinin dışında tutmaya özen gösterir.?
En temel hizmeti mesela ÇYDD nin eğitim alamayan kız çocuklarına burs sağlayarak eğitim almaları önündeki ekonomik sorunları çözmek değil mi?
Peki niçin aynı şartlardaki kız öğrencilerden, başları örtülü olanları, hatta ailelerinde başları örtülü kimseler olanları özenle, özellikle bu hizmet dışında tutmaya gayret eder bir insan ya da bir kuruluş?
ÇYDD resmi kurum değil, özle kurum.Elbette diledikleri öğrencilere yardım edeceklerdir.
Ancak bu durumda , yapılan yardımları sadece belli sosyal guruplara, belli mezheplere, belli siyasi görüşteki ailelerin çocuklarına yönelttiğinizde yaptığınız işi "İnsanlık " adına yapılan hizmet olmaktan çıkar, düşünce dünyanıza militan hazırlama amacına yönelik bir misyon üstlendiğinizden bahsedilebilir ancak.
Sakil olan bunun gizlenmesi, örtülmesi, insanlık adına, çağdaşlık adına birşeyler yapıldığı izlenimi üstüne vurgu yapılması.
"Biz bu ülke insanlarından sadece bazılarına hizmet götürmeye kendimizi adamış bir kuruluşuz" söylemi ile, "biz çağdaşlık adına, insanlık adına, okuyamayan kızlarımıza yardım eden bir kuruluşuz" söylemi arasında bir fark vardır.
Bu fark; aldatmaktır, riyadır, ikiyüzlülüktür.
Bir partinin, bir misyonun, bir zümrenin çıkarları için pozitif ayrımcılıktan bahsediliyor ama bu bütün ulusa bütün millete teşmil eidlmek isteniyor.Saylan ve ekibi de kendi dar misyonlarının temsilcileri ve potansiyel gördükleri çevreler için hizmetlerini götürmeye çalışıyor sadece.Saygıyı da o çevreler gösterir sadece.Farklı kesim öğrencilerinin ise bırakın eğitim hayatını kolaylaştırmayı, eğitim haklarının ellerinden alınması için yaptıkları çalışmalar ise ancak nefret kazanabilir.Aynı anda ne hazindir ki bazı çocukların eğitimleri için çaba sarfedilecek bu çaba yüceltilecek ve kutsanacak, fakat aynı ekibin diğer bazı başka çocukların eğitim haklarının ellerinden alınması için gösterdikleri çabalar, okullarından atılan, eğitimlerinden, geleceklerinden olan çocuklar, gençler için yaptıkları girişimler ve çabalar da aynı anda kutsanacak ve saygı görecek.? Bu doğal tezatı görmemek imkansız..Aynı zamanda da vicdansız bir yaklaşım olurdu.
Ülkenin insanları arasında ayırım yapan, bir kısmını tercih edenler için, ülkenin tamamına ait olan değerler pervasızca kullanılamaz.
BU ülkenin bayrağı o cenazeye sarılacaksa bunu haketmek için bütün ülkenin insanları kucaklamak gerekir.
Oysa bunu söyleyemeyiz.
Kendi ağızlarından bu ülkenin bazı insanlarını ayrımcılığa tabi tutuklarını zaten biliyoruz.
Din,ırk, sosyal yapı ayrımı yapan bir kuruluş ve temsilcisi için de "sanat ve bilimle hiç bir bağı yoktur" diyebiliyorsak, bu "Saygı" yazısının anlamını çözmekte zorlanırız.
… Ama Müslüman bir Türk kadını olarak kırgınım…
İşte bütün mesele bu Sayın kargülüALMILA!
Önce kendinizi bir kimlikle ifade ediyorsunuz.
Neden böyle bir şeye gerek duyuyorsunuz ki!
Sizin inanç ya da imanınız sizi benim ki beni ilgilendirir! (Özneler sözün gelişi.)
Hesabını herkes kendi verir.
Şayet ayetlerle burada konuşacaksak, bu en azından beni aşar.
Kıt bilgimi kırparak bir şeyleri savunmak benim adetim değildir; cesaret de edemem.
Amma madem ki ayet dediniz!
Maide suresinde geçen, “… Kim birisinin hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” ayetini hatırlayın.
Bizim dinimiz elbette ölen birinin ardından olumsuz konuşmayı men eder ve der ki, ölülerinizi hayırla anınız.
Peki dinimiz, sağ olanlara iftira ve karalama atmayı mı emrediyor!
Adı geçen insanı hangi belge, bilgi ve cüretle misyonerlikle suçlar insanlar!
Yoksa, çamur at izi kalsın, diye bir anlayış mı var!
Kaldı ki misyonerlik yapan kişilere de anlayışla yaklaşmak gerekir. Biz Müslümanlar nasıl ki başka dinlerin hüküm sürdüğü toplumlarda, dinimizin yayılmasını ve saygı duyulmasını istiyorsak, bunu başkaları da yapabilir.
Ben yaparım ama başkası yapamaz anlayışı bana göre yanlıştır.
Kaldı ki konumuz bu değil.
Belli ki yardımda; yardımı ve tarafsızlığı sorgulamak da yardım etmeyenlere ya da bu imkanı olmayanlara düşmekte.
Türkân Saylan’ın yaptığı da; dışlanmış ve toplumda yok sayılanları toplumun içinde var etmek çabasıdır. Bunun hiç mi önemi yoktur!
Kim dini törenle gömülmeyi istememiş! Türkan Saylan mı?
Merhume Umre yapmış! Ve bunun da reklamını yapmamış! Suçu bu mu?
İnancını kendisine saklamış! Hatası bu mu?
Böylesi konularda birini suçlamak için, biraz bilgi olsa ne güzel olur, değil mi?
Yardımda eşitlik ve ayrım yapmamak devletin işidir. Eşitlik sosyal yaşamda ve hukukta geçerlidir.
Benim ve sizin öncelikleriniz farklı olabilir!
Benim için birinci sırada belli konumda olanlar, ikinci sırada da başka konumda olanlar olabilir ve bundan daha doğal ne olabilir ki!
Evet, benim de imkanım olsa önceliğimi her zaman, dışlanmış ve ötekileştirilmeye çalışanlar için kullanırım.
Bu da benim bileceğim şeydir.
Belli bir kesim para toplayarak, kuran kurslarına ve oraya gidenlere yardımcı olmakta. Elbette olmalılar da, bu onların tercihidir. Ben diyebilir miyim, hayır topladığınız paraların bir kısmıyla da felsefe kursu açın ve oradakilere yardımcı olun, diye.
Şunu aklımızdan çıkarmadan eleştirmek gerekir. ÇYDD’nin kurucusu ya da kurucuları istediği kişilere yardım yapar. Bu ayrımcılık değil, bazılarına öncelik tanımaktır.
Ve sanıyorum, kimliklerimizi öne çıkarmadan, yani bu tür değişmez ya da değiştirilemez özümüzü bir ölçü yapmadan bazı şeyleri değerlendirirsek, vicdanen de rahat oluruz.
Şuna inanlardanım ben.
Din, ırk ve sosyal yapı ayrımı yapanların ne sanatla ne de bilimle hiçbir bağı yoktur.
Bu tür şeyler basit politikalardır. Bu basitlikler de yüreğinde şiir ve edebiyat aşkı taşıyanların işi değildir. Varsın onları oy peşinde koşan siyasetçiler yapsın.
Saygılarımla.
Sayın ÖmerNazmi
siz hiç yazmaktan vazgeçmeyin Ve Utanmayın sakın yazdıklarınızdan
Utanmayın insanca düşünmelerinizden
Utanmayın ki
Bizler şimdilerde çıra yakıp sağda solda aradığımız insanlığımızın güzel duyumsamalarını hissedebilelim ara ara
Hissedelim ki insanlaşma sürecinde nasıl bu kadar vahşileşmiş olabileceğimizi sorgulayalım kendİ içimizde
İnsan hallerimizin nerelerde ve ne boyutlarda debelendiğini görüp yüzleşebilelim
Sayın Türkan Saylan'ın anısına kaleme aldığınız bu yazıyı
Ve altına hiç de onun anısına yakışmayacak söylemleri okurken titrese de insan hallerim
Bozuk plakların hep dönüp duran teranelerini yeniden bir daha okumak şaşırtmadı yine beni
Sevgi ve saygıyla insanca düşünmelerimize.Işıl Aksoy
Her nefis ölümü tadacaktır der ayet
inananın da inanmayanın da gözüne sokar hayatın gerçeğini, geçiciliğini.
Bizim dinimiz ölen kimsenin arkasından kem konuşmayı elbette men eder. Fakat bir de şu gerçek var ki, kişi öldüğünde sorarlar:
Ey cemaat .... filandan razı mısınız diye...
İşte bu da ikinci radikal gerçek.
Madem dini törenlerle gömülmeyi reddetmedi o zaman bu sula vebal doğurur..
Düşünürüm kişi acaba kendi doğrularını yaşatırken başkalarının doğrularına ne derece saygılı olabilmiş..
Öyle ya demokrasi çığırtkanlığı yapmak nasılsa bedava benim ülkemde.
Türkan hanımın türk milleti için azami gayretleri var.. Bunu kimse inkar edemez, fakat bu gayretlerdeki tarafsızlığını sorgulamayı da kimse men edemez.
Burs verilen öğrencilerden bazılarının okul dışında örtü taktığını öğrenen ÇYDD görevlileri göğüslerini şişire şişire "onlardan bursu kestik" diye medyaya beyanat verirken, Sayın saylan ülkemd efırsat eşitliğini hatırlatmışmıydı onlara acaba. Kio öğrenciler daha küçücük gençlerdi. ne siyaset bilirlerdi ne de siyasetin dalaveresini.
Eğer ülkemde kardelen olmak için dini dışlamayı şart koşarlarsa ben o icraatın hayrından söz edemem. Zira inanç özgürlüğü de dünyanın en onurlu özgürlüğüdür.
Ve bu derneğin misyonu"" dinden soyutlanmış bir eğitim" denilirken kast edilenleri anlayamıyorisem , Sayın SAYLAN'ın yaptığı hayırların d ayerine ulaşıp ulaşmadığından endişe edeirm.
Öne çıkarılan maksat gayet güzel ve hayırldır elbette.. Ülkemde okumayan kızımız kalmasın
ALA!
peki sırf inancı gereği örtünen üniversiteli kızlarımızdan eğitim hakkını almak nedir? Bu hangi demokrasinin gereğidir?
Hangi çağdaşlığın da kuralıdır? kusura bakılmasın ama hiç bir demokrasi adı bizde AYIRIMCILIK olan bu sözde ÖNCELİĞİ onaylamaz. ONAYLIYOR İSE ONUN ADI DEMOKRASİ DEĞİLDİR.
Artı; o zaman bu ülkeye yardım edildi dneilemez bunun adına. Çünkü halkın doğru bilgilendirilme zorunluluğu da çağdaş yaşamın gereğidir.
Madem ardınd adurulan şey ÇAĞDAŞ lıktır, dürstlük ilke olmalı ve
"biz bu ülkede inancı olmayan dinden soyutlanan kardelenleri okutuyoruz" denilebilmeli kamu oyuna. Kardelenler arasındaki bu öncelik dile getirilmeli ki sap ilesaman karıştırılmasın.
İşte asıl çağdaşlık bu dürüstlüğü gerektirir. ve benim milletimin de buna hakkı vardır. YANILIYOR MUYUM?
Ben bu ironinin içinden çıkamadım bu kıt aklımla. Çıkabilen varsa buyursun derim. Yoksa yıllarca ben oyun içinde oyun oynanmış demekten kendimi alamam.. Nitekim emperyalist zihniyetin başvurmadığı şey değildir, kurtuluş savaşı yıllarında anadoluda ingiliz asıllı imamlar ihdas etmek..
Bakın beyler en yüce hümanizm islamdadır.. Bunun aksini ispata çalışmak havanda su dövmek gibidir.
Şimdi ben Sayın SAYLAN için ne iyi ne de kötü konuşamam. Onun günahının da vebalinin de sevabının da takdirini Yüce Mevlam verir..
Ama müslüman bri türk kadını olarak kırgınım, şahsına ve çatısı altında olduğu ÇYDD ne de kırgınım. İnancım adına kırgınım... üzgünüm... keşke ülkemde her şey şeffaf olabilse..
herşey ama herşey ve herkes..
öncelik adı altında inancım yok sayılıyor ise o etkinlik de beni bağlamaz. benim gibileri de bağlamaz. bendeki saygıyı da bağlamaz.
Ama bunun adı öncelik değil bal gibi AYIRIMCILIK olur.
inancı siyasete alet eden he riki keism de öncelik derse kim çıkar bu işin içinden. ve bu kör dövüşükimin işine yarar?
Kİmsenin. sadece bu ülkede kalbi kırık mutsuz vatandaşlar oluşturur.
Sonra da böyle çelişkili haller!
Keşke inancım ne siyasete ne de bu tarz emellere alet edilmese.
keşke
keşke
keşke
Bu da benim fikrim....
Saygı ise buyrun Sayın Saylana gösterilecek saygı oranında saygı gösterin.
KargülüALMILA tarafından 5/20/2009 7:26:57 PM zamanında düzenlenmiştir.
Sayın Gazi,
dedim ki bu siyasi değil insani bir yazıdır.
Ve yine dedim ki, bir insanın hastalığından doğan doğal süreci belli bir şeye bağlamak için insanda vicdan olmaması gerekir.
Bu sözüm yalnız Sayın Saylan için değil, herkes içindir.
Peki bu neyi gösterir!
O tür insanların kalplerinin karardığını bir yana bırakalım, karşıt olduğu fikirlerin kişilerine ne denli acımasız ve ne kadar saygısız olduğunun açık bir göstergesidir.
Merhume önce göğüs sonra da karaciğer kanseriyle cebelleşti.
Ne yazık ki, düşünceleri kanser olanlar bu düşünceleriyle savaşmıyorlar hiç!
Bizden değilse ve bizim gibi düşünmüyor ise ve de bizim cenahtan kimseye yardım etmiyor ise “O” kişi kötüdür mantığı nasıl bir yaklaşımdır anlamak mümkün değil.
Bazıları bir şeyler yapar, bazıları da hiç bir şey yapmadan eleştirir.
Çünkü, eleştirmek ne emek ister ne de yemek!
Yemek dedim de, bu yazıyı okuyanların affına sığınarak, benim demek istediğimi anlamanız için kendimden üzülerek ve de sıkılarak bir örnek vermek isterim.
Bundan yıllar önce büyük bir mağazanın müdürlüğünü yapmaktaydım. Benden önceki müdür, aynı evde yaşayan yedi öğrencinin öğle ve akşam yemeklerini karşılamaktaymış. Ben gelince yerine, bunu bilmiyordum ve o öğrenciler yanıma gelip durumu anlattılar. Kendileri, “ışık evi” denilen bir yapılanmanın içinde olduklarını ima ettiler.
Ve öğrenciydi bunlar!
Evinden ayrı bulunmak ve büyük bir şehirde okumanın ne demek olduğunu iyi biliyordum.
Hiç tereddüt etmeden, “tamam,” dedim, “yemeğiniz devam edecektir!”
Kimdi bunlar!
Bu ülkenin, bu toprakların insanı değil miydi!
Aynı yaşam koşullarını paylaşmıyor muyduk!
Yani, yapısı ve düşüncesi ne olursa olsun, aynı memleketin insanlarıydık.
İnsandık!
Sizi ve sizin gibi düşünenleri anlamakta zorluk çekmekteyim.
Adını saygıyla andığım bu bilim insanı Sayın Saylan, cüzam illetiyle savaşırken, hangi hastasına sordu imanını ya da yapısını!
Mecbur muydu bunu yapmaya!
Birçok doktor gibi muayenehanesini açıp, para peşinden koşamaz mıydı!
Elbette koşardı.
Koşmadı!
O zaman, bir şeyler yapan insana saygı duymak gerekir!
Bu düşünce çapının meselesi değil, vicdan meselesidir!
Haa sırası gelmişken sorayım!
Adını burada söylemek istemediğim bir yapılanma, hangi sosyalist öğrenciye burs veriyor!
Söyleyin de bilelim.
Bırakın burs vermeyi, “kafir” olarak tanımlamıyor mu!
Evet, pozitif ayrımcılık yapıyor ve yapmalı da!
Kız çocuklarının okuması için elinden geleni yapıyor.
Sizin savınıza göre, bu öğrencilerin ailelerinin tümü, imandan uzak ve değersiz kişiler!
Öyle mi!
Şiir yazan ve edebiyatla kendini terbiye etmeye çalışan biri olarak incindim.
Şiir yazmak için önce samimi duyguların olması gerektiğini her zaman savundum.
Dünya görüşüm bir yana!
İnsanca düşüncelerim bunlar.
Saygılar.
Şaşmayan tek terazi ve en âdil terazi karşısında durumu nedir bilemeyiz...
Herkes sevdiğini cennette layık görür, ama cennetin kriterleri ile kişilerin yaşadığı hayat ne kadar uyumlu ne kadar uyumsuz diye düşünmez, nedense...
Kimseyi cennete veya cehenneme yollama yetkisine sahip değiliz hiç birimiz. Ama T. Saylan ve onun gibiler adam yerine bile koymadıkları baş örtülü inançlı kızları okullara almama, hatta onlara hayat hakkı bile tanımama yekisini hep kendilerinde gördüler... İlkelerinde onlara burs verme gibi bir şey zaten yoktu.
Hem de bu bölücülüğü, insanları kategorilere ayırmayı ve bir kısmını Türkiye'de siyaseten ve sosyal olarak ölüme terketmeyi medeni dünyanın karşısında pozitif ayırımcılık diye lanse etmek doğrusu anlaşılır bir şey değil...
"Hayata bir sıfır yenik başlayan çocukların hiç değilse bir kısmının gol atarak durumu eşitlemesi için pas veriyordu."
Hiç değilse bir kısmına verdiği doğru.
Diğer bir kısmını ise özellikle görmezden geldi maalesef..
Başlarını örterek eğitim almak isteyen kızların eğitimlerinin karşısında , bazılarına göre bir abide gibi, bazılarına göre ise çin seddi gibi durdu.
Kimilerine göre bu mücadele çağdaşlıktı, ,ilericilikti, devrimcilikti.
Başlarını örten kadınlar kızlar ne kardelen olabilirdi, ne okumaya eğitim almaya, aydınlanmaya hakları vardı.Tek şartları vardı yardım etmeleri için.
Başlarındaki örtüyü, hatta mümkünse içlerindelki imanı söküp atmaları gerekiyordu.
O zaman işte onlardan kardelenler yapabilirlerdi.
Hatta bazen kendilerinin örtülerini açmaları da yetmeyebilirdi.Ailelerinde de yakınlarından örtülü olanlar olmamalıydı.
Zira kardelen olmaya bu da bir engeldi.
Ayşe Arman ile daha henüz 10-15 gün önce yaptığı bir roportaj ilginçti aslında:
Soru: "Burs verdiğiniz öğrenciler arasında başıörtülüler de var mı?"
Cevap:"Hayır. Böyle bir ilkemiz var. O çocukların bir kısmı militan olarak kullanılıyor. Biz de böyle casus gibi aramızda onları istemiyoruz. Baştan söylüyoruz, herkesin prensipleri var."
Soru: "Bunun haksızlık olduğunu düşündüğünüz olmuyor mu?"
Cevap:"Asla. O kızları militan yapıyorlar. Gerçi, o örtü sayesinde erken koca buluyorlar o ayrı."
Erken koca buluyorlar!!!!
Ne kadar aşağılık bir ifade değil mi?
Böylesine pervasızca, başlarını örten insanlarımıza hasta yatağında bile nefretini, zehrini kusan bir insana elbette saygı duymayanların da çok olması doğaldır.
Saylan, sadece belli bir azınlığın çıkarlarına hizmet eden bir misyonerdi.
Sadece beyazlara iyilik yapan, zencilere ise akılalmaz eziyetleri reva gören geçmişin ırkçıları gibi hani?
İnsan sevgisi, insanlık hizmeti gibi kavramlar o yüzden bu vakada yerli yerinde kullanılmalı bana göre.
Tabii ki, insan derken, bazı insanları "insandan bile saymamayı" çağdaşlıktan saymıyorsak..
Eğitimlerinin yarıda kalmasına, okullardan atılmalarına neden olduğu başıörtülü binlerce kız için de artık ilahi alemde haklarını alma zamanı belki de artık.
Allah herşeyin doğrusunu bilir ve hak sahinbinin hakkını mutlaka yerine ulaştırır.
Sayın Saylan da dilerim Allaha, dünyadaki ömründe yaptıklarının hesabını kolayca verir.
Artık ikisinin arasında herşey ve Allah adildir...
'' Aslında gitti mi yoksa geldi mi bu tartışılır!
Bazı insanlar öldüğünde doğar!
Öldüğünde doğar ve ölümsüz olarak yaşar.
Nedir bu ölümsüzlüğün sırrı!
Çok basit!
Can bedenden çıkana dek kendinden fazla başkaları için yaşa! ''
En güzel şekilde anlatıyor sözleriniz O'nu !
Teşekkürler, saygılar size ve sizin gibi düşünebilenlere ve söylemekten acizlik duymayanlara....
Çok güzel anlatmışsınız...Kutlarım..Dizelerimle katkıda bulunmak istedim..Saygılarımla...
ATATÜRK KIZI:"TÜRKAN SAYLAN"
Sen,bizim için çok şeyler yaptın,
Kar kış demeden
Köy köy dolaştın.
Okutmak için yoksul çocukları,
Zamanla yarıştın.
Gün oldu,
Hastalara şifa oldun.
Gün oldu,
Işık oldun,gönüllere doldun.
Türkiye,senin emeğini ödeyebilecek mi
Atatürk kızı?
İçimde derin bir sızı,
Kanser olmasaydın eğer,
Belki de ödülün olacaktı hapishane odası.
SAVAŞ YAVUZ
19 M AYIS 2009 / 21.00