- 780 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DOKUZ PINARLAR KÖYÜNE ZİYARET (Bayrağın Gölgesi Vatandır- Devamı )Öykülerim
Kazım öğretmen, Kaymakamla telefon görüşmesinden sonra, hemen kaymakamlığa gidip makam odasında, onunla konuşarak, bir gün sonra erken saatlerde hareketle, Dokuz Pınarlar köyüne gitmeye karar verdiler. Köy muhtarı Ali beye de akşamdan telefon eden Kazım öğretmen, kaymakamla birlikte köylerine ziyaret edeceklerini bildirmişti.
O gün sabah karlı dağ doruklarından, bir parça yükselen güneş, kaymakamla, Kazım hocayı yolda yakaladı. Dokuz Pınarlar köyünün virajlı, dar yollarından kaymakamın makam arabası ile ilerlerken Kazım öğretmen; bir ara dalıp Atatürk’ten gelen son mektup şiirini hatırladı. Kaymakam da kendince, bir aleme dalmış, sessizce düşünüyordu. Kazım hocanın, Doku Pınarlar köyüne bu, ikinci ziyareti oluyordu.
Sevimli insanları, güleç yüzleriyle, tipik bir Anadolu köyüydü, Dokuz Pınarlar köyü. Henüz, köy okulu binası tam bitmediği için, elli kadar öğrenci çocuk, köy muhtarının hayvan ahırından dönme, derme çatma bir çatı altındaki mekanda, derslerini işliyorlardı. Öğretmenlerin uzun süreli kalmaması ve her istediği zaman, öğretmen gönderilmemesi yüzünden, zaman zaman okul kapısına kilit vuruluyor, öğrenciler devamsızlık yapmak zorunda kalıyorlardı. Dersleri de, proğramdaki ünitelerden oldukça geri kalmıştı. Köydeki okullarının kaba inşaatı, tam olarak bitmediği ve bir çok eksikleri olduğu için, o eski, derme çatma binada öğrenimlerine devam ediyorlardı. Kışın dağlardan tipiler, karlar akıp köyün yollarını kapatıyor, muhasara altında kalan köyün, ilçe ve diğer köylerle bağlantısı, aylarca kesildiği oluyordu. Öğretmenlerin kalacağı bir oda bile yoktu köyde. Onun için gelen öğretmenler, çeşitli politik çevrelere gidip, o köyden kaçmanın çarelerini arıyor, çalışmadan, kısa sürede kaçıyorlardı. Kimileri onbeş-yirmi gün kalıyor, kimileri bir ay kalıyor, amma sonunda, mutlaka o köyden ayrılmanın yolunu buluyorlardı.
Sessizliği bozan, kaymakam bey oldu. Biraz telaşlı olduğu, sesinin tonundan anlaşılıyordu :
----- Bu okulumuzun, Dokuz Pınarlar köyünün öğretmen işini, nasıl çözümleriz müdür bey, bir öneriniz var mı ? diye, sordu.
Kazım öğretmen, daldığı düşüncelerden uyanıp yerinde, hafifçe kıpırdanarak, kısık bir sesle cevap verdi:
----- Siz, daha iyisini bilirsiniz kaymakamım. Ama, bence ölümden başka, her şeyin çaresi vardır, dedi.
Kaymakam :
----- Nasıl yani, diye sordu.
Kazım öğretmen :
----- Eğer çaresiz kalırsak, bir öğretmen de bulamayacak olursak, ben geçici olarak, okulda öğretmenlik görevine devam ederim. Biliyorsunuz, benim şube müdürüm var. Bir memurum, birde müstahdemim var. Vekil şube müdürüm, benim boşluğumu doldururken, ben de, Dokuz Pınarlar köyünün öğretmenliğini yürütürüm. Bunun, tersi de olabilir. Siz uygun görürseniz, böylesi bir çözüm bulabiliriz, diye cevapladı.
Kaymakam :
----- Olur mu, müdürüm ? Sizin işlerinizin de, aksamaması gerek. Öbür öğretmeni görevlendirsek, nasıl olur ? Başaramaz mı ? Siz, bildiğim kadarıyla, daha eski öğretmensiniz. Emekliliğiniz yaklaşmış. Bence uygunu, öbür öğretmen. Ne, dersiniz ? deyince, Kazım öğretmen :
----- Elbet, o öğretmen de yapabilir. Ama yarın, onu da kaybetmek istemem kaymakam bey. O köyde öğretmenlik, insanları korkutuyor. Zorlayıp, köy öğretmenliğine gönderebiliriz. Ama, ertesi gün diğer öğretmenler gibi bir yolunu bulup, o da çeker giderse, bu sefer, benim dairemin işleri de aksar. Ayrıca, müdür vekili Ali öğretmenin eşi de, ağır hamile, belki, iki-üç aya kadar doğum yapabilir. Ben, nasıl olsa bekar sayılırım. Evimi ve çoluk çocuğumu henüz getirmedim. Çocuklarım da yüksek okullarda okuduklarından, okulları bitinceye kadar da getiremem. Bu, söz konusu değil. Onun için, en uygun durumda olan, ben sayılırım. Takdir ve karar sizin, sayın kaymakamım. Nasıl uygun bulursanız, onu yapalım, dedi.
Kaymakam ; tüm bu konuşmaları dinlerken, bir elinin iki parmağı arasında tuttuğu, sağ gözünün kaşlarını, burkup çevirerek, düşünüyordu. Kazım öğretmenin sözü bitince, düşünceli ve endişeli bir ses tonu ile konuşmaya başladı :
----- Haklısın galiba Kazım hocam, evet, haklısın. Sana güveniyorum. Bu pratik fikrin için de, teşekkür ederim. Ben de, yarından tezi yok, Valilikle yapacağım yazışmalarla, Dokuz Pınarlar köyüne, en kısa sürede bir öğretmen atanmasını, hızlandırmaya çalışırım. İnşallah, üst makamlar, en kısa zamanda bir öğretmen gönderirler de, sende, bende bu sıkıntıdan kurtuluruz. Şimdi köye varınca, muhtara da bu kararı bildirelim. Sanırım, köyün öğretmeni, on günlük doktor raporu almış ve ardından da mazeret iznine ayrılmak istiyormuş. Sana, bir kalacak yerde bulmak zorundayız. Ama, muhtarla konuşalım da, gerekirse, köy odasını sana tahsis ederiz. Okulun inşaatı bitince de, odasının birini de öğretmene tahsis ederiz. Okulun yanına nasılsa bir lojman yapılacak, o zamana kadar da tahsis edilen o derslikte kalırlar, dedi.
Kazım öğretmen, daha sakin bir sesle :
----- Siz üzülmeyin, sayın kaymakamım. Ben, Anadolu çocuğuyum. Zor şartlarda, başımın çaresine bakabilirim. Yeter ki, görev yerine getirilmiş olsun. Eğitim ve öğretim programımız aksamasın. O çocukların buna, çok ihtiyacı var. O okulda ben, çok daha yararlı işler başaracağım. Dört duvar arasında kapanıp kalmaktan da, sıkılmıştım zaten, dedi.
Kaymakam :
----- Sizin bu yönünüzü, hep takdir etmişimdir müdürüm. Bu memleketin, sizin gibi eğitimcilere çok ihtiyacı var. Her türlü zor şartlarda kısa zamanda kalıcı, etkili çözümler üretmeniz, size olan güvenimi daha da arttırıyor. Size daha çok yakınlaşıyorum. Teşekkür ederim, dedi.
Kazım öğretmen :
----- İçiniz rahat etsin, sayın kaymakamım. Bizler, her türlü zor şartlarda eğitim ve öğretim görevini yapabilecek bilgi ve beceriyle donatılmış olarak yetiştirilen öğretmenleriz. Amacımız sorun çıkarmak olmamalı, varsa, sorunu en uygun şekilde çözmek olmalıdır. Yüce Atatürk bizlere “ Muallimler, gelecek nesil sizin eseriniz olacaktır “ sözünü, boşuna söylemedi, efendim.
Kaymakam, bu sözlerden rahatlamış olarak, bulundukları makam arabasının penceresinden, erimeye yüz tutmuş doğayı, o güzelim karlarla kaplı varlıkların çeşitli görüntülerini izliyordu. Kazım öğretmense, Dokuz Pınarlar köyündeki öğrencileri, o yarım inşaatları içinde kırık dökük , sağlıksız dersliklerde, everişsiz şartlarda eğitim yapan öğrencileri düşünüyordu. Okulun bu sağlıksız koşullarını nasıl düzeltip kullanılabilir hale getirebileceğini, aklında tasarlıyordu. Hemen aklına bir şey geldi. Yerinde hafifçe kıpırdanarak konuştu :
----- Sayın kaymakam bey, sizden bir ricam olacak. Köye varınca, muhtara lütfen talimat veriniz. Okulun yarım inşaatı için, köyden bana yardımcı versin. Sizde biraz çimento, kireç, kum gibi malzemeler gönderebilirseniz, kısa zamanda okulu inşa etmeyi başarırız. Sanırım, bu konuda bana yardımcı olunur, dedi. Kaymakam :
----- Elbette müdürüm. Her konuda yardımcı oluruz. Ancak, bu işi kimle yapmayı düşünüyorsunuz ? Söylediğiniz iş, bir teknik ve başlı başına bir mesleki mesele. O köyde, böyle kişileri bulmak, kolay değil, belki de imkansız olabilir, dedi. Kazım :
----- Siz orasını bana bırakın, sayın kaymakamım. Siz malzemeyi verin, gerisi benim işim efendim, deyince kaymakam :
----- Pek anlayamadım ama, malzemeyi merak etmeyin, dedi.
Ama, başını kıvırıp dudağını büken kaymakam, bu işin nasıl başarılacağını bilemiyor, ihtimal bile veremiyordu. Fakat, Kazım hocaya inancı tamdı. Ona inanıyor ve güveniyordu.
Makam arabası, bir çok inişli yokuşlu, yarısı bozulmuş dağ yollarından, seyrini devam edip Dokuz Pınarlar köyüne doğru, yaklaşıyordu. Ekip, üç-dört saattir yoldaydı. Bir saate varmaz, köye girmiş olacaklardı. Öğlen saatlerinde, köyde olacaklardı. İlçeye, bir hayli uzakta olan, bir köydü Dokuz Pınarlar. Yazın köy halkı, bir günlük uzaktaki yaylaya göç ederler, ilk kar düşünce de, tekrar köye inerlerdi. Yaylaya topluca göç ettiklerinde, birkaç gün boyunca, şenlikler yaparlar, baharın ve yazın gelişini, bayram gibi kutlarlardı. Cirit atarlar, güreş tutarlar, içlerindeki halk ozanları, bağlamalarla bu şenliklere katılır, aralarında atışmalar yaparlar, lebdeğmez yarışları, tüm köy halkına heyecan verirdi. Yayla çıkışları, yıllardan bu güne varan, atalardan gelen, bir geleneksel eğlence haline gelmişti. Köy halkının bu şenliklerle yaşanmış, çok sayıda anıları vardı. Hele köy yaşlıları ise, bu anıları, genç kuşaklara, anlatmakla bitiremezlerdi. Bir başka olurdu, Anadolu’da yayla şenlikleri. Yaşamayana anlatması çok zordu.
Köy karşıdan, dağ yamaçlarına kurulmuş, bir kartal yuvası gibi heybetlice, görünmeye başladı. Yarım saate kalmaz, varmış olacaklardı. Araçta konuşmalar tükenmiş, herkes sanki kendi dünyasını yaşıyor, koyu bir sessizlik kulakları yalıyordu. Köyün üst tarafında adeta, köyün içine kadar girmiş olan çam ormanları sanki, uzaktan görünen konuklara merhaba deyip, el sallıyor, hoş geldiniz diyordu. Hele, şu karlar bir erisindi. O yeşille mavinin birleştiği ufuk, bir seçilsindi. Siz, o zaman güzellikleri göreceksiniz der, gibi çamların karla örtülü dalları, nazlı nazlı sallanıyordu. O beyazlık varya, o beyazlık. İnsanın gözlerini kamaştırıyordu. Bir baktığınız yere, bir daha bakamıyordunuz. Yaklaşan araçtaki insanlara, kollarını açmışlar, kucaklamaya hazırlanıyor gibiydiler. Tanrım, bu ne muhteşem bir görüntüydü.
Suat TUTAK
DOKUZ PINARLAR KÖYÜNE ZİYARET (Bayrağın Gölgesi Vatandır- Devamı )Öykülerim Yazısına Yorum Yap
"DOKUZ PINARLAR KÖYÜNE ZİYARET (Bayrağın Gölgesi Vatandır- Devamı )Öykülerim" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.