- 9100 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DİLENCİ ÇOCUKLAR
Elleri hep yokluğa yoksulluğa açılır. Oysa ellerdeki kader çizgilerinin diğer çocukların ellerindeki çizgilerden hiçbir farkları yoktur doğduklarında. İnsanın insana hükmetme iradesinin kurbanıdır o eller. O eller birer şamarıdır gerçeğin, insanlığa. Gerçek o ellerin ardında gizlidir. O ellere bırakılan birkaç kuruş insanlığın vicdanını temizlemeye yetmez. Dilenci çocukların dilidir elleri. O yüzden dil kelimesi köküdür dilenci kelimesinin.
Onların kalem tutması gereken yumuk yumuk, ufacık elleri insanların merhametine sığınır yine insanların acımasızlığından. O eller sizin merhametinizden dolayı size şükrederler Tanrının bağışlayan katından. Ama sizin vicdanınızın yarasıdır yokluğa, yoksulluğa, parasızlığa açılan o eller. El kadar çocukların ellerine bırakılan birkaç kuruş sadaka, onların sadece bugünün kurtarmaya yeter. O eller yarın büyüdüğünde ve nasır tutmaya başladığında, size ve topluma sıkılacak kurşunların çıktığı tabancaları kavrayacaktır. Ve daha sonra hapishanelerinin soğuk demir parmaklıklarını kavrayacaktır sıkı sıkıya. Ve sonra hapisten çıkınca eroini dağıtacaktır. Ve kirli paraları aklayacaktır o eller.
O elleri insanlar değil devlet tutmalıdır sıkı sıkıya. O elleri görmeyenler, o elleri görmemezlikten gelenler ve o ellerin içine birkaç kuruş bırakarak cennetlik olmayı bekleyenler ne Tanrıyı kandırabilirler, ne de tarihi yanıltabilirler. Onlar ancak kendilerini kandırırlar.
“Dilenci bir çocuğun göğe sunduğu ellerine bıraktım gözlerini. Yıllardan beri taşıyordum yüreğimin astarıyla yüzü arasına diktiğim o en kızıllıkta. Yetmemiş miydi gözlerinin karası bana? Ateşe benden çok ihtiyacı yok muydu onun?
Dilenci bir çocuğun talebine arz ettim ömrüm gözlerini. Adımlarım daha bir hareketsizlendi, sanki kayar gibi. Bastığım her taş ağırlığımdan mı yakınıp huysuzlanıyor? Hadi canım, sen de! Ne sanıyorsun ki kendini biçimsiz hayatımdaki yerinde?
Dilenci bir çocuğun yüreğine bıraktım sevgili gözlerini. Ve ismimim karşılığı silindi tüm sözlüklerden. Ne mealim kaldı şuurlarda, ne mecalim. Bu sessizlik ne büyük diye hayret ederken sesimin tüm notalarından boşandığını fark ettim. Elimde çelimsiz bir sol anahtarı kalakalmıştı kilidi olmayan.
Dilenci bir çocuğun küçücük ellerine bıraktım, ben, gözlerini. Bir zamanlar kese kağıtlarının içindeki meyvelerimizi bırakırdık o ellere diye andım bizi. Ayakkabılarımın bağcıklarını bağlardın da sarılırdım sırtından. Sarılayım boylu boyunca diye uzatırdın fotoğrafı, sarılayım diye çözüverirdim tüm bağcıklarımı.
Dilenci bir çocuğun nasırlaşmaya yüz tutmuş ellerine bıraktım yumuşacık ve keskin ve mağrur ve şefkatli ve sessiz ve çağlayan gözlerini. Görmedim sonra ne göğü, ne toprağı. Çekilivermiş gözlerime mil, alamadım ciğerimin köşesi, nefesimi.
Dilenci bir çocuğun... Döndüm. Yüreğimi bıraktım ellerine. Gözlerini geri aldım.”
Bakın özel sözlüklere insanlarımız dilenci çocuklar hakkında dilenci çocuk kimdir sorusunun cevabı olarak neler yazmışlar. Bakında görün bu konuda ne kadar cahil, ne kadar ilgisiz ve ne kadar acımasız olduğumuzu.
“Kalabalık cadde ve sokaklarda sürü halinde gezen çocuklar.”
“Meselenin sosyal ve ekonomik yönü yüz karamız olarak günbegün kararmakla birlikte bir başka tarafını anlatayım. Bir pazar günü Ankara’nın en kalabalık caddelerinden birindeyiz (Selanik caddesi). Onlarca çocuk ellerine geçirdikleri yalandan bir selpak mendili sözde satarak, çift olarak yürüyen kim varsa onlara yamanıyor ve bayağı bir miktar onlarla yürüyor. Kah para alıyor, kah insanların ellerinde yedikleri şeyleri alıyor kah sevgililerin çiçeklerini alıyor falan. el hasıl ne alabilirse onu alıyor.
Çocukların en büyüğü yedi sekiz yaşlarında. Kendi adıma dar bir alanda bu kadar küçük çocuğu ilk defa gördüğümü söylemeliyim. Çocukların ayaklarında ayakkabı yok. Bazı şanslı olanlarında, önü açık terlikler var. Elbiseleri ise tahmin edebileceğiniz gibi kirli ve eskimiş olması sebebiyle renkleri seçilemeyecek durumda.
Yani tablo içler acısı. Ancak oturduğumuz yerde çocukları seyrederken bir süre sonra fark ettik ki çocuklar kazandıkları ganimeti kalelerine teslim eden askerler gibi aldıkları ne varsa bir yere götürüyorlar. Orta yaşlı ve tipleri çoktan insanlığı terk etmiş iki üç adam ve kocaman göbekli iki üç kadına. Bu beş altı kişilik iğrenç güruh çocukların ellerinden topladıkları, ne varsa alıyor ve tekrar göreve yolluyor. O kadar pişkin, o kadar iğrenç ve o kadar ahlaksız bir tablo var ki ortada tarifi mümkün değil.
Bir şey yapmak gerekir zannı ile 155’i aradık önce. Onlar bizi belediyeye yönlendirdiler. Büyükşehir Belediyesi’ni arayınca, zatı şahaneleri "bizim işimiz değil, Çankaya Belediyesi’ni arayın" dediler. Çankaya belediyesini aradık; "dilencilik bizim işimiz değil; Büyükşehir Belediyesi’ni arayın" dediler. Tekrar Büyükşehir Belediyesi’ni aradık.
Durumu anlatınca, bu sefer lütfedip bir yere bağladılar. Bağlandığımız yere; "Biz Selanik Caddesi’ndeyiz." deyip giriş yapmaya çalışırken daha, karşıdaki şahıs "Dilenci çocuklar di mi?" dedi. Biz, "evet" deyince "Maalesef pazar günleri nöbetçi bir ekibimiz olmadığı için herhangi bir şey yapamayız." dediler. Biz "Nasıl yani, öyle şey mi olur, ama bu çocukları kullanıyorlar" deyip meseleyi anlamaya çalışırken; adam biraz önce söylediklerini bu sefer daha tiz ve daha sert bir vurgu ile söyleyerek telefonu kapattı.
Telefonun kapattıktan sonra kendi aramızda idarenin sürekliliği üzerine sinirli bir kaç yorum yaptıktan sonra kalktık. Ne demeli bilmiyorum hala. Sorumlu vatandaşlık bizim gibi salakların hayata tutunma teraneleri olabilir diye düşünüyorum. Daha sert bir şeyler yazmak niyetim vardı ama neden bilmem küfür etmek istemedim işte; galiba çocukların hatırına.”
“Oturduğum semtin marketi önünde devamlı oynayan çocuklardır. Bu çocukların birini gördükleri andan itibaren, üzgün bir ifade takınıp avuç açarak yalvarmaları, istediklerini aldıktan veya alamadıktan sonra, tekrar oynadıkları oyuna güler yüzlü dönmeleri, her zaman dikkatimi çekmiştir. "Çocuk işte" denebilecek olaylardandır.”
“Ekmek parası isterlerse ekmek verin. Almıyorlarsa dilenci çocuk olması için bile, kırk fırın ekmek yemesi muhtemeldir.”
Dünya’nın en eski ikinci mesleği dilencilik. Bakın nasıl organize hareket ediyorlar ve raporlara nasıl girmişler.
“Dilencilerin genellikle boş arazilere kurulan derme çatma çadır ve barakalarda göçer guruplar halinde yaşadığı belirtilen raporda, dilencilik mafyasının, sabah erken saatlerinde, dilencileri buralardan toplayarak, arabalarla parsellenen noktalara dağıttıkları ifade edildi. Dilenme süresi boyunca dilencilerin, bu kişiler tarafından sürekli kontrol altında tutuldukları kaydedilen raporda, dilendiren ve dilenen arasında adeta bir emir komuta zinciri oluşmuş durumda olduğu anlatıldı.”
“Raporda, dilenci mafyasının adının çok sık çocuk kaçırma olaylarına karıştığı, kaçırılan çocukların, sakat bırakıldığı, ilerleyen yaşlarında dilendirildiği bildirilerek, şöyle devam edildi: Henüz kemik gelişimi sağlanmadan, çok küçük yaştaki çocukların kıkırdakları üzerine baskılar yapılarak, bedensel deformasyon yaratılıyor. Kol veya bacaklar kırılıp, kemiklerin yanlış kaynatılması gibi insanlık dışı yöntemler de kullanılıyor. Çocuk dilenciler, ne zaman ve hangi yöntemlerle sakat bırakıldıklarını çoğu kez hatırlamıyor bile. Çocukların cinsel taciz başta olmak üzere her türlü işkenceye maruz bırakıldığı ifade edilen raporda, doğal olarak bu çocukların ilerleyen yaşlarında toplumdan öç alma duyguları en üst düzeye çıktığı, adeta birer suç makinesi haline dönüştüğü bildirildi.”
“Rapora göre, dilencilik mafyası, eleman bulamadığı, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki yoksul ailelerden, aylık 200-250 milyon liraya çocuk kiraladığı, felçli ve engelli çocukların kirasının iki katına çıkabildiği belirtildi. Sefalet ve perişanlık içinde yaşayan ve sık sık cinsel tacize uğrayan bu çocukların, istenilen hasılatı toplamadıkları takdirde, işkence dahil her türlü şiddete maruz kaldıkları kaydedilen raporda, öldürülme korkusu içindeki çok küçük yaştaki bu çocukların, gerekli hasılatı toplamak için gasp, hırsızlık gibi her türlü yasal olmayan yola başvurmak zorunda kaldığı bildirildi.”
Bakın sanatçılar nasıl görüyor dilenci çocukları.
“Dilenmek? Aslında kulağa pek hoş gelmeyen bir kelime! Kulağa hoş gelmemsiyle birlikte onu yapanları da sevmeyenlerimiz oldukça fazladır. Bende dilencilik yapanlara pek para veren bir yapıya sahip değilim.Hani deriz ya ’elin kolun var gidip çalışsana dileneceğine’!!. Aslında pek umurunda değildir bu söylem dilencinin. O arkadan gelen diğer kerize yönelir.
Dün akşam otobüs durağında otobüsümün gelmesini beklerken, daha on, on bir yaşlarında bir çocuk yanıma geldi. Elleri,yüzü,kıyafetleri kirden belli bile olmuyordu. Bilinen replikler vardır. ’Allah rıza için para, Allah seni sevdiğine kavuştursun, ne muradın varsa versin, işlerin yoluna girer inşallah’
Orda insanın zıvanadan çıkıp küfredesi geliyor. Yanıma yaklaşan çocukta yalnız bu yoktu vardı ama başka bir şey daha vardı. Yani aynı replikler devam ederken başka bir yandan da gözlerimin içine bakıyordu. Anlam vermedim ilk önce ’bozuk yok çocuğum’ diyip başımdan salmaktı amacım ama yapamadım. Yanıma oturttum. Olur ya sorarlar ki bize de sormuşlardır küçükken ’Söyle bakalım kızım kaça gidiyorsun sen? Kaç yaşındasın hım baban ne iş yapıyor? Aferin bakalım!
Küçükken bana sorulmasından hoşnut olmadığım şeyi dün ben çocuğa sordum hatta bir ara bu aklıma geldi kendi kendime ’aman uff!! bak ne salak kız ne biçim sorular soruyor bana’ demiştir içinden diye aklımdan bile geçirdim.
Karnının aç olup olmadığını sordum. Çok fazla çocuğun iç dünyasına girme isteği uyandı bir anda bende.Tam karşıda bulunan parka alıp götürdüm onu.Aman ne iyi yaptım! Bir şeyler aldım daha doğrusu onun istediklerini aldım. Sevimli sevimli bir şekilde aldığım şeyleri yerken bir anda ayağa kalkıp bana para ver dedi.Şaşkınlıkla baktım boğazıma düğümlendi kelimeler.Ne olmuş olabilirdi?
Şöyle bir etrafa baktım acaba birini mi gördü de bu şekilde davranıyor? Zorla dilencilik yaptırılanları düşününce bir ürperti sardı içimi. Kendim için değil onun içindi.Ya öyleyse gerçekten!! Elimle kolundan tutarak kalktığı yere tekrar oturmasını sağladım. Neler olduğunu sordum. Anladım ki gerçekten zorla çalıştırılıyormuş babası tarafından.Babası görecek eve gidince kızacak diye sanki işine devam ediyormuş gibi göstermiş kendini...
Huzursuzluğu yüzünden belliydi. Bir şeyler yapmak gerekliydi. Annesinin de ses çıkarmadığı, açıkça belliydi anlattıklarından.
Açıkçası korktum gidip konuşmaya. Öyle ya derseler ’Sana ne bacım bizim çocuk.’ Son lokmasını ağzına atıp elini uzattı. Elimi sıkmak için değil hayır işine devam ediyor! Çıkarıp verdim. Sonra koşa koşa yanımdan uzaklaştı. Biraz oturup diğer otobüsün saatinin gelmesini bekledim. Sonra durağa doğru yol aldım.Arkamdan bir ses ’abla! abla! dönüp baktım dilenci çocuk. Elindeki sakızı bana uzatmış gülümsüyordu. Aptalca sorduğum soruya zekice cevabını verdi. ’bu ne?’ ’ sakız!’ gitti.
Hala aynı düşüncedeyim. Dilencilere para vermek hoşuma giden bir şey değil!. Ama dün kİ çocuğun o yaptığı davranış, bulunduğu durum beni çok etkiledi. Keşke bir kere daha görebilsem de onunla bir gün geçirsem diye de aklımdan geçmiyor değil. Hayat işte. Bazıları varlık içinde yüzüyorken böyleleri de ... Ooff.. off!!”
İşte dilencilerden rahatsızlığı dile getiren bir gazete haberi.
"Muşa çevre il ve ilçelerden gelerek dilenen ve çoğunluğunu kadınlarla çocukların oluşturduğu dilenciler vatandaşları bezdirdi. Her sokak başında, kaldırım köşelerinde oturarak veya dükkânları dolaşarak dilenen kadın ve çocukların bir türlü engellenememesi sorunun günden güne büyümesine sebep oluyor.
Yanlarına aldıkları çocukları ile birlikte dilenen ve çocuklarını dilencilikte istismar ederek kullanan kadınlar, günün büyük bölümünü sokaklarda dilenerek geçiriyorlar. Anneleri ile birlikte dilenen çocuklarının kaldırım üzerinde yatmaları dilenciliğin Muşta ki boyutlarını gözler önüne seriyor.
Anneleri ve ablaları ile birlikte şiddetli sıcaklara rağmen gün boyunca dolaşan çocukların yaşam şartları görenlerin üzüntüsüne sebep oluyor. Dilenciliğin Muşta bir meslek haline getirildiğini ve gerçek fakirlerin ortaya çıkmadığını söyleyen vatandaşlar, bu işin sadece belediye ile değil jandarma ve emniyet teşkilatının da bu soruna el atması gerektiğini söylediler.
Muşa çevre illerden adeta akın eden dilencilerin önüne geçilmesi gerektiğini söyleyen vatandaşlar, Yıllardan beri Muş adeta dilenciliği meslek haline getiren yüzsüzlerin akınına uğruyor. Bu sorun bir türlü çözülemiyor ve kimse bu dilencileri durduramıyor. Belediye defalarca dilencileri toplamasına rağmen çözüm bulamadı. Bu dilenciler gerçekten bu işi kendilerine meslek edinmişler. Çoğunluğu kadın ve çocukların oluşturduğu dilencileri durdurmak için belediye, jandarma ve emniyetin iş birliği yaparak ortak çalışması gerekir. Dilenciler çocukları istismar etmeye başladılar. Yanlarında gezdirdikleri çocukların gelecekleri tehlike altında şeklinde konuştular.”
Görüldüğü gibi herkes bir şekilde dilencilikten, dilenci çocuklardan muzdarip görünüyor. Herkes kolluk güçlerinin devreye girmesini istiyor. Zira herkes fakir durumdadır. Herkes kendi geçimini zor sağlıyor.
Gerçekten organize çalışır dilenci mafyaları ve çok farklı senaryolar düzenlerler. İşte bir senaryo.
“Her zamanki gibi işinden çıkmış üzeri kir tutmuş kaldırımların üzerinde yürüyordu. Issız bir kaldırımdı burası. Pek insanlar geçmezdi. Her gün geçtiği kaldırımlar bu gün değişik gelmişti sanki. Havanın puslu olmasından da kaynaklanmış olabilir diye düşündü. İçi sıkılıyordu. Bunalıyordu. Yürüdüğü kaldırım da hani Çin Seddi kadar uzun gibiydi. Sakin adımlarla yürüyor, çevresine bakınıyordu. Elindeki iş çantasından, giydiği kıyafetlerden önemli biri olduğu anlaşılıyordu. Dışarıdan baktığınızda zengin olduğunu anlayabilirdiniz rahatlıkla. Etrafı seyrederek uzun kaldırımın yolunu tutarken, bir yaşlı dilencilik yaparken ona bağırmıştı bir anda." Evladım kafana dikkat et" Adam kafasını aniden havaya kaldırır. Kafasına doğru kiremit gelmektedir. Hemen geriye kaçar. Ve ayağının dibine düşer. Adam neye uğradığını şaşırır. Hemen dua eder. Dilencinin de yanına gider elini öper. Ve cebinden bol miktarda para çıkarıp verir.
Dilenci "Allah razı olsun. Allah kazadan beladan saklasın" diyerek dua eder adama. Adam yoluna devam eder. Bir anda hayatı gözlerinin önünden geçmiştir. Kadına hep dua eder içinden. Etrafa bakınarak adımlarını devam ettirir. Yaşlı bir dilenci adam ise yanda kaldırım kenarında durmaktadır. Bir anda adam seslenir. "Evladım adımını atma" der. Adamın sağ ayağı havada kalır. Ayağının altına baktığında paslı çiviler görür. Ayakkabı delebilecek sivriliktedir. Adam şaşkınlık içindedir. Bir günde iki dilenci ona yardım etmiştir. Hemen cebinde yüklü miktar para çıkartır verir. Ve yaşlı dilenci adama dua eder. Yoluna devam eder.
Adam bugünün onun için şanssız mı şanslı mı gün olduğunu çözemez. Ne kadar iyi insanlar var hepsi yardım etti bana diye düşünür. İçine huzur gelir ve yoluna devam eder. İleride kaldırımın yanında iki tane dilenci çocuk görür. Birisi hareketsiz durmaktadır. Diğer dilenci çocuk da yanında ayağını tutarak ağlamaktadır.
Adamın zaten içinde sevinç ve burukluk bir aradadır, hemen gider çocukların yanına. "ne oldu niye ağlıyorsun evladım" diye sorar. Dilenci çocuk "Ağabey, kardeşimin kafasına kiremit düştü yoldan geçerken, sonra ben onu yolda taşıyayım derken ayağıma paslı bir çivi battı. Kardeşim baygın, benim ise ayağım acıyor ağabey" der. Adam birden şok olur. Hemen haline şükreder. Çocuğa para verir ve dönüp tekrar yaşlı adam olan dilenciye tekrar para verir.
Sonra ilk rastlaştığı kadına da para verir tekrardan. Adamın cebindeki yüklü miktarda para bitmiştir ama hiç pişman değildir. O dilenciler hayatlarını kurtarmıştır ve hayatın tadını daha iyi anlatmıştır. Adam huzurla evinin yolunu tutar. Yaşamı şimdi daha iyi anlamaktadır. Bundan sonra oradan her geçtiğinde oradaki dilencilere para verecektir. O dilenciler onun hayatını kurtarmıştır. İç huzura kavuşan adam evine rahatça gidebilirdi artık. Cebinde parası yoktu ama huzuru vardı.
Dilenci çocuk, adamın gözden kaybolduğunu görünce ayağa kalkar. Ağlamasını keser. Yanında hareketsiz çocuğa da "kalkabilirsin, gitti " der. Hareketsiz duran çocuk gözlerini açar ve ayağa kalkar. İkisi birlikte, adamın yönünün tersine doğru kaldırımda ilerlerler. Yaşlı dilenci adam da ayağa kalkar,ilerden gelen yaşlı dilenci görür. Ona el sallar ve bunu gören yaşlı dilenci ona doğru yürümeye başlar. El ele tutuşup beklerler.
İleriden dilenci olan iki çocuk yanlarına yanaşır. Yaşlı dilenci adam " Torunlarım ne kadar aldınız adamdan?" diye sorar. Çocuklar ellerindeki parayı hemen yaşlı dilenci adama verir. Yaşlı da cebindeki yüklü parayı verir. Yaşlı dilenci adam " Adamdan bayağı para kopardık. En az 3 aylık giderimiz çıktı.
Bu yaptığımız plan çok iyi. İnsanların hemen kaderiyle oynama planı."diye sevinçle konuşur. Yaşlı konuşmaya başlar." Aferin torunlar! Siz de kiremidi yüksekten bayağı iyi bıraktınız adama. Benim de zamanlamam iyi idi tabi ki. Tam vaktinde uyardım şaşkaloz adamı." diye konuşmasını bitirir Yaşlı adam konuşmaya başlar. " O kadar saf yürüyordu ki ayağına bakmıyordu. Pat diye bırakıverdim paslı çivileri.
Bırakmam ile uyarmam bir oldu. Hemen kandı enayi. İkimizin de onun hayatını kurtardığımızı sandı." Sinsi bir gülümsemeyle bitirir konuşmasını. Çocuklar " Biz de kiremidi attıktan sonra hemen gittik yerimize, başladık rolümüze dede. Görme süper rol yaptık. Adamın " ya bunlar benim başıma gelseydi " diye düşünmesini sağladık. Süperdik. " diye haykırır çocuklar. Arkalarını dönerler paralarını saya saya yolda yürürler. Yeni planlarını, yeni kurbanlarını düşünerek evlerinin yolunu tutarlar.”
Düşünün bir insanın insana hele de bir çocuğunun topluma el açmasından başka insanlık onurunu daha başka ne aşağılayabilir? Onların açtığı eller bir milletin, onurunun, şerefinin, haysiyetinin, karanlığa teslim olmasından dolayı el kaldırmasından başka ne anlama gelebilir ki?
Siz istediğiniz kadar fabrikalar yapın, siz istediğiniz kadar üniversiteler açın, sokaklarınızın köşelerinde el açmış çocuklar var oldukça gelişmişliğinizden bahsetmeniz mümkün mü?
Eli, kolu tutan ve dilenen bir adama utanmıyor musun elin kolun tutuyor, maşallah sağlığın da yerinde neden çalışmıyorsun diye çıkışmakta vatanın sevmenin en ucuz kahramanlık ifadesi değil midir? Siz istediğiniz kadar ülkenize göz dikenleri caydıracak, vazgeçirecek dünyanın en gelişmiş ordularını besleyin. Eğer sokaklarınız el açmış dilenci çocuklar cennetine dönmüşse, sizin özgürlüğünüz, sizin bağımsızlığınız çoktan gitmiştir. Geçmiş olsun.
Unutmayın ki dünyanın en eski mesleği fahişelikse bir sonrakisi de dilenciliktir. Çaresiz kalan, aç kalan, yokluk çeken insan ya hırsız olur ya da dilenci. Hiçbir çocuk, hiçbir insan varlık içinde yüzerken dilencilik yapmak istemez. Şartlar, koşullar çocukları dilencilik yapmaya zorlamaktadır. Polisleriniz istediği kadar onları toplayıp ailelerine teslim etsin. Eğer anaya, babaya iş imkanı sağlamazsanız, onlar yine dilenmeye devam edeceklerdir.
YORUMLAR
Kanayan yaramıza bir dokunuş daha,
hiç kimsenin ailesini seçme lüksü yok...
Ben kendi adıma çocuklara para vermeyerek bir şeyler yapmaya çalışıyorum.. Çalışmak isteyen olursa yapabildiğim kadarı ile iş bulmaya çalışıyorum..
Ama allah biliyor ya, yaşlılara ve sakatlara yardımda bulunuyorum.. İhtiyacı olsa o yaşta çalışmaz, sakat insanın heryerde çalışması mümkün değil...
Keşke devlet devlet olsa da hiç gerek kalmasa sizin dediğiniz gibi...
Ama sizin yukarıda ki dede/torun hikayesinin bir değişik versiyonunu ben yaşadım :))
Üsküdarda meydanı bilirsiniz, yukarıya bağlarbaşına doğru yürürken birisi bacaklarımdan tuttu, baktım yaşlıca bir kadın...
- Kızım allah rızası için kocama helva karacam bana un/yağ/fıstık alırmısın dedi..
Baktım şöyle kadına bir, peki alayım dedim :))
Kocasını özlemiş demekki diye düşündüm :))
Aldım nitekim :)) verdim, kızım hiç beklemiyordum getirmeni dedi, sevindi..
Gerçekten kocaya mıydı, yoksa mideye miydi bilemem, ama çok yaşlı bir kadın dı, kendi ölmüşlerimin ruhuna helva olsun dedim :))
Albayraklım, bu seride çok tuttu, şairlik yanında yazarlığıınızı da ayrıca kutlamak gerek..
Kutlarım :)
Sevgi ve saygılar, Allah kimseyi muhtaç etmesin..