- 1001 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BURHAN
Öğretmen okulundan mezun olduğunda gencecik bir delikanlıydı. Yaşıtları belki de top ve kız peşinde koşarken, o sadece idealleri uğruna yollara düşmüştü. İlk yolu Urfa’nın bir sınır köyüydü. Yokluklarla dolu bir köydü. Elektrik bir gidip bir geliyordu, belli ki yeni tanışmışlardı. Şehirdeki gibi büyük marketlerin vitrinini süsleyen cicili bicili şeyler yoktu. Küçük ve büyükbaş hayvanlar, köyün orta yerinde kesilip bedeli karşılığı dağıtılıyordu. Bu etlerden pay kapıp, adeta bir zafer kazanmışlık edasıyla evine gidenlerse şanslıydılar. Bazı evlerin suyu vardı. Olmayanlar ise, çeşmelerden taşıyarak su ihtiyaçlarını gideriyorlardı. Köyde tek bir okul vardı. Tek odalı, bina dışında tuvaleti olan, eskiden ne amaçla kullanıldığı belli olmayan bir yapıydı. Göze çarpan tek özelliği büyük bahçesiydi. Sınıftaki sıralar hali yıpranmış ve baştan sağma düzenlenmişti. Sınıfın tam ortasında bir soba vardı. Belli ki temizlik ve ısınma işi genç öğretmeni bekliyordu.
Okulların açılma günü gelip çatmıştı. Göreve başladığı ilk gün çok heyecanlıydı, kalbi alışılagelmiş ritmini kaybetmişti. Sınıfa girdi. Karşısında 42 öğrenci meraklı ve ürkek bakışlarla ona bakıyorlardı. 5 sınıf biraradaydı, yani birleştirilmiş sınıftı. Çocukların çoğu Türkçe bilmiyorlardı. ’’İşim zor’’ diye düşündü genç öğretmen. Onlara eğitim vermek için ordaydı ama nasıl iletişim kuracağını bilemiyordu. Tam bunları düşünürken, kapıdan içeri birinci sınıfa yeni başlamış olan bir öğrenci girdi. Adı Burhan...
Öğretmen ilk gün onları tanımak istedi tek tek. Ve Burhan’ı kaldırdı ilk olarak, Türkçe ’’adın ne’’ diye sordu. Burhan hiçbir şey anlamamış olmanın verdiği şaşkın bir yüz ifadesiyle sadece yüzüne baktı öğretmenin. 5. sınıflardan biri atıldı, öğretmenin ona adını sorduğunu söyledi Kürtçe. Kızardı zaten al olan yanakları; ’’Burhan’’ dedi. Öğretmenin içini bir sevinç kapladı, biraz gayret ve sabırla onlarla anlaşabileceğini düşündü...
Bahçenin bir köşesinde öğretmen öğrencilerini seyrediyordu, kırmızı yanaklı, haşarı aynı zamanda akıllı öğrencilerini. Bu sınır köyünde türlü imkansızlıklarla yaşamaya çalışan, tüm olanaksızlıklara rağmen hala gülebilen çocuklarını. Onların ne Mc Donald’tan haberleri vardı, ne de çocuk menüsünden yedikleri yemeğin ödülü olan oyuncaklardan. Kim bilir ne hayalleri vardı, kim bilir ne umutları.
Buraya gelirken ne kadar endişeliydi. Büyük şehirden sonra, Urfa’nın bu sınır köyü ona ne kadar ürkütücü gelmişti. Ama şimdi , burada hayatının en büyük deneyimini yaşayacağına inanıyordu.
Günler hatta aylar geçiyordu. Yarı yıl tatiline yaklaşmışlardı nerdeyse. Burhan’sa kapalı bir kutuydu sanki. Öğretmenin her söylediğini anlıyor gibi bakıyordu, zehir gibiydi gözleri. 1 den 5 e kadar eğitim verdiği birleştirilmiş sınıfta işi hiç de kolay değildi genç öğretmenin. Diğerleriyle az çok duygu ve bilgi alışverişinde bulunabiliyordu. Ama Burhan!!! Sadece bakıyor, dinliyor, konuşmuyordu. Öğretmen bir gün mutlaka onunla yakınlaşacağına inanıyordu. O kadar zeki gözleri vardı ki. Her şeyi beynine depoluyordu sanki. Ümidini kaybetmeden kendinden emin bir şekilde bekliyordu Burhan’la arasındaki bağın sözcüklere döküleceği günü.
O bunları düşünürken teneffüs zili çaldı. Tüm öğrenciler bahçeye koşuşturdular. O yine öğrencilerini seyretti. Burhan’ı seyretti hayranlıkla. Burhan’sa oradan oraya koşuyor, arada bir öğretmenine bakıp gülümsüyor sonra yine topunun peşine düşüyordu. Sanki ’’sen bu kadar çabaladın, ben seni anlıyorum ama, daha seninle yakın olamam’’ der gibiydi. Genç öğretmen, artık Burhan’ın kendi dili gibi olmasa da Türkçeyi öğrendiğinden çok emindi. Ona söylediği her kelimeyi anladığını ama inadından konuşmadığını biliyordu. Yoksa bunca ay gösterilen sevgi ve emek boşa değildi.
Teneffüsten sonra sınıfa girdiler. Öğretmen Burhan’ın ayakkabı bağlarının açıldığını görerek yanına gitti.
’’Ayakkabılarını bağla’’dedi. Çocuk şaşkınlıkla öğretmenin yüzüne baktı. Tıpkı ilk gün olduğu gibi.
’’Burhan’’ dedi.
Genç öğretmen yüreğinde bir sızıyla gülümsedi, çocuğun saçlarını okşadı, eğilip ayakkabısını bağladı.
Zeynep A..