ölüm-name
CENAZEMDEN DİLA’YA MEKTUPLAR-1
candeğer sevgilim, cam dizili vuslat yollarında muştu bekleyen melekler gibi nefes alıyorum, soluyorum her dem... evet saçların ayrılık kadar sarı, evet hun gibi kızıl dudaklarının şerbeti, biliyorum rengi tarifsiz gözlerinin... fırtınan zamansız vurdu, esintiye aciz ruhumun karanfilini...
boşuna yıkıldı, acizliğe muhtaç cesaretimin kumdan gemileri.... her seher de şeyda oluyor bülbüller ama neden sebepsiz firkate dem vurmuyorlar? Peki Dila’m neden yıldızlı geceler hep ayrılıktır bülbül için? neden gül solar? Peki güneş asumanı yardığında neden gül açar?Bülbül niye hayal eder vuslatı?Bu eda neden?Bu kızıl tablo... ey nakkaş, sen söyle bülbülün kaderi midir figan etmek?Ondan mıdır ayrılığın rengi sarı... Madem ey gül, madem kırmızısın öyleyse neden vuslata düşmansın? Sen zalimsin madem, ey bülbül neden figan eder durursun, al başını git, bırak kendini dikenlere, madem sarısın, madem ayrılık yazılmış bağrına, git at kendini dikenden vuslat denizine, bırak şerha şerha kanatsın yüreğini vuslatın mihneti, zaten her seher çekmiyor musun bu derd u elemi? Sen de kırmızı ol, sen de hun ol... hun ol ey bülbül, vuslata ram ol...
asitli bir ölüm girdabındayım, yörüngelerimi şaşırdım... iki yüz yirmi yıldır yokum... doğdum, doğuşum sonum oldu, boğuldum... ey Dila’m ben cesur değilim hiç korkma hamza gibi ya da değilim kabzası kıpkızıl yakuttan nuş-i revan’ın çelikten hançeri... keskinsem kudretim kendimedir... huzurunda, ellerim dikenli zakkumdan kelebçeli....
dürr-i yekta dilberim, Dila’m... ben pervaneyim, ışığım sensin, hayıkırışım...
ben gittiğimde, güleceğim sana bir yetimin suretinde... gittiğimde, damlayacağım avuçlarına çiğ ile... uyuduğunda rüyaların, uyandığında umudun olacağım, ben dün, ben yarın, ben bugün olacağım... Dila’m biliyorum arka saflarda bir yerlerdesin, siyahlar hiç yakışmamış gül bahçesine...
-şimdi veda vakti-
nefeslerim sayılı, son demlerim inan... sela’m okundu, az kaldı helalliğime, naaşım beyazlar içinde... kızdım aslında kefenime, benziyor diye senin tenine ... neyse ki örtülünce ahşap bir kapı, dipdiri gençliğim gibi o da karardı...
-nasıl bilirdiniz merhumu?
arkalardan bir ses...
-meftun....