- 522 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yolculuk - 1
Çıktım…
Nereye gideceğimi bilmiyordum ama yine de çıkmam gerektiğini biliyordum. Yeterince rezalet yaşadıktan sonra aldığım kararın şu an için en doğru karar olduğunun farkındaydım. Aklımdan çıkarmaya çalıştım olanları. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı düşünmek istedim; o da olmadı. Sanki tamamen boşlukta gibiydim. Tek istediğim bütün dertlerimden ve sorunlarımdan kurtulmanın bir yolunu bulmaktı. Bunun da yolunu bulmuş sayılırdım ama henüz nasıl ve nerede olacağı konusunda tam bir kesinlik yoktu beynimde. Şu an bulunduğum ruh halini daha önce yaşamadığımı biliyordum ve ne olacağı konusunda kesin bir karara varmış olmak beni biraz tedirgin etmişti açıkçası. Yapmam gerekeni biliyordum fakat bu beni biraz korkutuyordu sanırım. Daha önce de bu yapacağım şeyi düşünmüştüm fakat ilk defa bu kadar yakındım ve ilginçtir ki kendimden ilk defa bu kadar emindim. Hayatında hiçbir zaman, hiçbir şeyden emin olamayan birisi olarak bu kadar kendine güven sanırım garip gelmişti bana.
Çıkış yolları düşünmüyor da değildim lakin bu sefer her şeyin çok farklı olduğu hissi benim daha da emin adımlarla sonuca gitmemi sağlıyordu. Son anları düşündüm bir an için:
—Nasıl bir ilişki istediğini bir bilsem…
…
—Bütün bunları keşke daha önce görseydim Sermin. Onca olandan sonra hâlâ aynısın. Ama şunu anladım ki daha önce söylediğim sözlerin ne kadar kırıcı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
…
—Kırıcı olduğu kadar gerçek olması ayrı bir yıkım oldu benim için…
Bütün bu konuşmalar başından sonuna kadar aklımda değildi ama tek bildiğim, yüreğimdeki yara diye tabir edilen garip duygunun beni nerelere götüreceği idi. Bölük pörçük aklıma geliyor, geldikçe eskisi gibi kızgınlık değil, burukluk hissediyordum. Engel olamadığım bir kalp çarpıntısı, kimi zaman beni İstanbul’da bir eve, kimi zaman Muğla’da annemin yanına götürüyordu. Bazen babamın laflarını hatırlatıyor, bazen de ablamın yaşadığı ilişkileri düşünmeme sebep oluyordu. Aslında kadınları anlamak için uzağa gitmeme gerek yoktu. Ablama sorsam, eminim tüm içtenliğiyle bir kadının davranışları hakkında bana detaylı bilgi verirdi. Çoğunlukla anlaşamasak da buna üzüleceklerin başında o da geliyordu. Kuzenimin 30 yaşında ölümüne nasıl üzüldüğünü, ağladığını hatırladım. Buna da ağlayacaktı hüngür hüngür. Bunu ona yapmak belki de haksızlık olacaktı. Genelde içimde nefrete benzer bir duygu olsa da, şu anda ablamı da sevdiğimi de fark ettim.
Geçmişten çıkamıyordum bir türlü ve geçmişi düşündükçe ne kadar çok ders aldığımı, fakat bu derslere rağmen hata yapmaktan vazgeçmediğimi görüyor, son adıma daha da yaklaşıyordum.
Neden olduğunu bilmediğim bir şekilde, bu sefer iradem dışında anılarla boğuşuyordum. Belki de düşünmekten başka bir işe yaramayan beynim boşluğa düşmüş olduğumuzu anlamış olacak ki devamlı geçmişi düşünmeye başlamıştı. Beynimin kontrol dışında çalıştığını hissediyordum. Garip bir şekilde, kontrolün bende değil de başkasında olduğu hissine kapılmıştım ve bundan pek de gocunmaz bir haldeydim. Garip bir boşluktu bu. Tatlı geliyordu ilk başta insana. Fakat sonra anne, baba, kardeş, akraba gibi unsurları düşündükçe birşeylerin daha da ters olduğu hissine kapılıyordu insan. Gariptir ki yapmak istediğim şeyin, O’nda hiçbir anlam ifade etmeyeceğini hissediyordum. Hâlbuki onun yüzünden yapacaktım bunu ve buna rağmen onun dışında herkesi üzecektim.
Düşündüm…
Belki de yapacağım şeye kılıf uydurmaya çalışıyordum. Ya da kim bilir, son bir ümit, bir çıkar yol… Belki beni yaşama bağlayacak bir bağ…
Ailem geldi tekrar aklıma. Tamam, ailem yeterince güçlü bir bağ idi fakat o güçlü bağa ihanet etmiş olmanın ezikliğini başka nasıl atabilirdim üzerimden?
Bütün bu düşünceler beni bir adım daha yaklaştırıyordu o an’a. Garip bir şekilde, olayın her yönü beni daha da haklı çıkarıyordu. Yapmam gerekenin doğruluğunu sorgulamaktan vazgeçmem gerektiğini anlamam sadece 15 dakika almıştı.
Fakat kafamda başka bir sorun vardı. Belki de aklımda değil de yüreğimde olan bir sorundu bu. Sorunların en başı belki de…
Bütün sorunlara sebep olan ana unsur.
Aşktı bu. Evet… Âşıktım ben. Onca yaşanana rağmen, onca olan bitene rağmen hala âşıktım. Kendimi saf ve alık biri olarak görmüyordum ama… Bu yüce bir duyguydu. Sadece yanlış birisine denk gelmişti ve üstüne çok hata yapmıştım. Şimdi de o hataların cezasını çekmem gerekiyordu, o kadar. Ama bu aşk bana hâlâ umut aşılıyordu. Sorun olmasının sebebi de buydu. Bir taraftan umutlarımla boğuşurken, diğer taraftan yapmam gerekeni düşünüyordum. Belki âşık olmasam, bunu yapmaya bile değmez diyebilecek cesareti bile bulabilirdim. Kafam o kadar karışıktı ki ne düşündüğümün ben bile farkında değildim sanki.
Yanlış olan bir şey vardı. Lanet olası bir terslik vardı bu durumda. Ortada bir suç ve suçlu vardı. Ama suç beni iradesiz kılan Tanrıda değildi. Beni, ben dışında bir insan yapmaya çalışan ailemde de değildi. Bu sahil kasabasının umurunda bile değildi benim yaşadıklarım. Onda da suç yoktu. Bana isteklerini, duygularını açıkça söylemese bile sonuçta beni hiçbir şeye zorlamamıştı. Herşeyi ben, isteyerek yapmıştım. Akılsız bir insan değildim ve çoğu şeyi anlamıştım. Bütün bunlara rağmen yanındaydım ve bunun sorumlusu sadece bendim. Bir kaptanın, batan gemisini terk etmek istememesi gibi, ben de bu hatalarla dolu gemiyi terk etmemem gerektiğini biliyordum. Bu gemiden herkesi kurtarmalı, sona ben kalmalıydım. Hatta en sonunda gemiyle birlikte ben de yok olmalıydım ki kimse beni kötü anmamalıydı.
Buradan çok farklı bir şehirde bulunmam gerektiğini anlamam çok uzun sürmedi. Bu olacaktan kimse sorumlu tutulmamalıydı. Hatta herkes, bunu neden yaptığımı sorgulamalıydı. O sorgulamayacak, hatta birkaç gün sonra hatırlamayacaktı bile, ama olsun. Ben, eğer bir yaradan varsa ve adalet adına birşeyler yapıyorsa, gerekeni burada olmasa bile öte tarafta yapacağına inanıyordum.
Yani kısacası ben artık tamamen savaşmaktan yoksun, aciz ve basit bir insana bürünmüştüm. Hep öyle olduğumu düşünürdüm ama şimdi, aslında geçmişte ne kadar değerli olduğumu anlıyordum bir bakıma.
Lanet düşünceler beynimde büyük bir savaş verirken otelin lobisinde buldum kendimi.
Resepsiyondaki kız içten bir gülümsemeyle:
—İyi günler, dedi.
—İyi günler. Bir oda istiyorum.
Aynı şekilde karşılık vermek için oldukça zorladım kendimi fakat kızın yüzündeki ifadeden anlaşıldığı kadarıyla pek de becerememiştim bunu.
—Tek misiniz?
—Görüldüğü gibi.
—3 çeşit odamız mevcut. Deniz manzaralılar…
İster istemez burada sözünü kestim. Çünkü hiç mi hiç ilgilenmiyordum odanın manzarasıyla. Tek düşüncem hemen odaya çıkmak ve aldığım 70lik Jack Daniel’s i içmeye başlamaktı. Tuhaf bir şekilde, alkolik olduğumu düşünmeye başladım o anda.
—Gerek yok 1 gece kalacağım. En ucuz ve loş olan odayı verin.
Kız biraz bozulsa da pek belli etmemeye çalışarak:
—Peki efendim. Kimliğinizi verir misiniz?
Kimliği uzattım, kız da bana odanın anahtarını verdi.
—Teşekkür ederim. Asansör nerede?
—Düz ilerleyin. Sağınızda göreceksiniz.
—Tamam. İyi çalışmalar.