- 533 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
O DOST
Şehirler kırık aynalara benzer. Gölgeniz hangi parçasına düşerse orada görünürsünüz. Günü bir kahvede, bir parkta yada evinizin balkonunda geçirmek zorunda kalan bir ‘’ İnsan Eskisi ‘’ değilseniz, yaşam şartları sürekli koşturmayı emrettiğinden, değişik kırıklar arasından çabucak geçmeniz gerekebilir. Yaşam felsefemizi ölümsüzlük temasıyla şekillendirdiğimiz temel düşüncemizde dünyayı ; kimimiz bir savaş meydanı, kimimiz iki kapılı bir han kimimiz de karalama defteri olarak algılamış ve algıladığımız boyutta tedbirler almışızdır.
Çağla gözlü bakışlarını gözlük camlarının ardına gizleyen, hangi şehir, hangi durak demeden gölgesinin düştüğü parçada insanlara hizmet veren güzel insanı Reyhanlı’da tanıdım. Belli ki güzel kokuşan yasemin neslindendi. Şimdiki saksı güllerinden farklı. Değişik insanlarla karşılaşmıştır. Çirkinler, bastıbacak olanlar, yüzü poturlu, aksak ve şehlasını, Leylayı da, Şirini de ve adı sır olan güzeli de.
Oturup uzun uzun konuşamadık. Ama özünde ruhlarımız dertleşmişti sanki. İkimizin de ortak noktası insandı. Bölgemizin sosyo ekonomik yapısından tutunda insanımızın eğitilmeğe olan ihtiyacı, üzerimizde bir kambur gibi duran soysallaşma.
Uzağa dalan gözlerinde soylu şimşekler çakardı. Hipokrat yemini etmişti. Islık ıslık cemreler düşene dek gönlüne, hizmet aşkı vardı içinde. Koştuğu noktayı geçemeyen maratonculardan öte, hep ileriye, her koştuğu noktadan daha ileriye. Beklide çok sevdaları içine gömerek insanlarımıza gülden üstün gül verebilmek için koşturmaktadır.
Belki tabanları şerha şerha yarılıp, belki buzlu ayazlı günlerde, belki de cüce yolların yokuşa kestiği günlerde insanlarımızın ebedi meyvelerini ebeveynlerine müjdelediğinde onlarda oluşan gülücüklerle bütün kaleleri yıkan sevdalardan öte bir duygudur onun için. Tıpkı yiğidin sevgisindeki bir gül dökümü gibi, gözünden gönlüne deryalar düşer gibi.
Samandağı yeşilliklerinden çalınmış baharı gözlerinde görmek karşısındaki insanı rahatlatıyor. Çünkü toplum olarak okumuş insanlara karşı buruk bir korkuyla yaklaşırız. Bizden çok biliyorlar, konuşursak bir hata yapar komik duruma düşeriz diye. İşte bu dostun gülücüğündeki yeşil bahar insanı rahatlatıyor, kırk yıllık dostmuş gibi sohbeti koyulaştırıveriyordu.
Sevgili doktorum; mesleğin Budha Tapınağındaki kutsal heykelin gözünden çalınmış bir mücevher değilse bile sultan parmaklarına yakışan nadide bir yüzüktür. O yüzük kaşındaki inci tanesi de sensin.
Biliyorum acıyı da sabrı da bu meslekte buldun. Öyle insanlarla karşılaştın ki palanı altın yıldız, bir tek nalı noksandır. Ben anlatamam gücüm yetmez. Karşılaştıklarını, yaşadıklarını anlatamam. Çünkü gülde sevgim biter lalede de sanatım.
Sen ağlayanları gördün, doğum sancısı çekenleri. Düşük yapanları bilirsin. Dahası ninni söyleyenleri, ağıt yakanları. El sallayanları.
Seni geç tanıdım. Olsun. Üç öğünlük ömür nedir? İnandık ki çabamız ırmakları aşmaktır. Beklesin bizi deniz. Şehirde olsak bile yinede köy sürgünüyüz. Diyorum ya sen yasemin neslindensin güzel kokan, şimdiki saksı güllerinden değil. Nadide yüzükteki inci tanesisin, şimdiki üçgen gözlerde dörtgen gülen, kare kare sevilip elips elips öpülen, kesik küre oğlanlara takılan piramit kızlardan değilsin. Gençliğin ipi ile örülmüş tezgahtan inmemiş son şal, bakışları süzgün, rengi puslu, avcılardan ürkmüş maral gibisin. Yine de öyle kal dostum.
Evet oturup koyu bir sohbetimiz olmadı. Ama özünde ruhlarımız dertleşti uzun uzun. Diliyorum sen hep gül. Sen gülünce bu şehrin kışı biter güneşi gözlerinden doğar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.