AYDINLIK HENÜZ ÖLMEDİ
Silahlar konuştuğunda irkildi karanlık
Ve gücünün tükendiğini gördü
İnsan denilen varlığın şaşırtıcı masumiyetinde...
Ülkem seçiliyor çocukluğunun masallarında ama seçemiyor yazgısını. Ne zaman uzatsa elini aydınlığa cetvelleniyor parmakları. Sonrası yoksulluğun her alana dağıldığı bir yaşam...
Olur ya bir gün şehrinizin arka sokaklarına düşerse yolunuz, hemen geçip gitmeyin öyle... Durun ;durun ve bakın gerçeğe. Biliyorum, önce bildikleriniz takılacaktır usunuza ama usunuzdan bir an için çıktığınızda mutlak surette unuttuğunuz bir görüntü ilişecektir duyularınıza. "Pek kolay değil" dediğinizi duyar gibiyim, peki fırsatı önce kendinize vermeyi düşündünüz mü hiç? Belki babanızın eve geliş saatinde perdelerinizden dışarıya yansıyan o tatlı heyecanı hissedeceksiniz. Veya oyun arkadaşlarınızın size küstüğü o saklambaç sonrası onları kaybedeceğiniz korkusu yeniden yerleşecek beyninize. Hatta belki de ilk aşkınızı beklediğiniz o duraktaki insanların size tuhafça bakan gözleri canlanacak aniden. Eminim örnekleriniz benden çoktur, ama bakmalısınız o gerçeğe. Çünkü içinizdeki sihirli güç, tüm olumsuzluklara rağmen hala sizi bekler durur, yüreğinizin görkemli köşkünde.
Önce bebekler ağladı
Kadınlar ve erkekler henüz koşamadan canlarına
Yığılıp kaldılar küçük bir odanın duvar dibine
Mutluluk, nefrete yenilmişti...
Sadece onlar mıydı yitip gidenler...
Anlamsız bir savaşın içine sürüklenen gençler ve yollarına su dökmekte hala umutlu anneler, babalar, kardeşler... Küçük bir öfke uğruna en yakın arkadaşının bıçak darbesiyle ölümün kucağına terkedilmiş bedenler.. Ve her bedenin uğurlanışında dökülen milyonlarca gözyaşı. Ülkesini martı kanatlarında taşımak isteyen ve ruhunu bir gazete parçasıyla örttüğümüz ışıklı beyinler... Apolitize edilmiş bir toplumu gün be gün yaşamın her alanında pasifize eden iç ve dış karanlık güçler.
Sizce tek kalemde geçmeli miyim ; Gülizar kızımızın masumiyetinin, ademden olan ama adem olamayan hoyrat bir el tarafından koparılışını. Ve sonra medeniyetin tam da ortasında yine aynı soysuzun, egemenliğini nasıl da göğsünü gere gere anlatışını.
Varlığın önce insandan başlayıp toprağa döneceğini bilirken, şimdi ; varlığın önce kirlilikten başlayıp aslında çok da farklı olmayan bir başka çamura dönüşeceğinin ayırdında olmak ne hazin şey... Oysa kaç şiir dolaşmıştık elele ve kaç coğrafya duyumsamıştık bu amansız ve kalabalık kirlilikte... Bağımsız tutkularımız vardı bizim ve sevdaya dair şarkılarımız. Hani acı bizim acımızdı, hani acılarımızın dahi bir onuru vardı ki onlar maganda kurşunlarına yabancıydı. Yoksa biz medeniyetimizin kültür beşiğini sallamayı unuttuk mu. Yoksa umurumuzda değil mi artık kötünün iyiye egemen olması.
Ama biz sevginin insansız olmayacağını öğrenmiştik değil mi. Hayatın henüz birinci sınıfında, kalıplaştırılmış düzenlerimizden istersek ayağa kalkabileceğimizi öğrenmiştik.
Şiddetin uyandığı yerde sevginin asla uyumayacağını da biliyoruz. Biliyoruz da neyi bekliyoruz. Biraz daha öfke, biraz daha kin, biraz daha acı mı...
Unutulmamalıdır ki ; sarı saçlı mavi gözlü devin urtuluş destanından içtiğimiz su hala nehirlerimizi doldurmakta. Mimar Sinan’ın çizimlerinde aslolanın gericilik değil ilericilik olduğunu hala savunuyoruz. Pir Sultan Abdal’ın ismindeki sırrı aynalarımıza çizdik bir kere. Bu ülkenin Ahmet Haşim’den Nazım Hikmet’e, Necip Fazıl’dan Nihat Behram’a, Müberra Öğretmen’den Doktor Mehmet’e, Ali Komutan’dan İşçi Mustafa’ya, temiz adımları var ve o adımlar ki en az toprak kadar sağlam su kadar berraktır.
Akşam usul usul çöküyordu mermi kokusuna
Toprağın kaderi yine sessizlikti
Çok geçmedi üstünden
Damarlarımızdan akmaya başladı ağıtlar
Ve sıralandı gözlerimize
Nemalanan ağalar
Alçak dağlar
Yüksek yalanlar...
Dönüp bakın şehrinizin arka sokağına ; satılmış kadınlar, uyuşturulmuş çocuklar, kaldırımlara tünemiş riyakarlar ve masalar, oyunlar, kirli paralar... Yüksek desibelli neonlar altında kokuşmuş aşklar ve çöpe emanet edilmiş yoksullar. Kısacası koskoca bir boşluk ve içinde siz, biz, onlar ve ölülerimiz...
Yok eğer "ben böyle mutluyum" diyorsanız nerede kaldınız, hangi sömürünün ayakları altında hırpalandınız.
Dönüp bakıyorum şehrimin arka sokağına ; eskimiş ve ucu yırtık pabuçlarıyla bir kız çocuğu ilişiyor gözlerime. Sanki bu dünyaya ait değil gibi gülümsüyor yüzüme, minik ellerini avuçlarıma alıyorum ve usumda bir şimşek çakıyor ; Ya sabahı yeniden doğuracağız yada akşamı yeniden onurlandıracağız.
Şimdi açın gözlerinizi, bilet cebinizde...
Mine Gültepe
YORUMLAR
Sevgili arkadaşım, yazınızı beğenerek okudum...
Gerçekten etkileyici ve uyarıcı bir yazıydı..
Aydınlığa bakış açınızı içtenlikle kutluyorum..
Sizin gibi aydın düşünen şairleri okudukça insan gururlanıyor..
Çok başarılı ve acı gerçekleri dile getiren bir yazıydı...
Çok teşekkür ederim...
Sevgilerimle
N_Erol tarafından 5/13/2009 5:36:58 PM zamanında düzenlenmiştir.
Dönüp bakiyorum sehrimin arka sokagina; eskimis ve ucu yirtik pabuçlariyla bir kiz çocugu ilisiyor gözlerime. Sanki bu dünyaya ait degil gibi gülümsüyor yüzüme, minik ellerini avuçlarima aliyorum ve usumda bir simsek çakiyor; Ya sabahi yeniden doguracagiz yada aksami yeniden onurlandiracagiz.
Simdi açin gözlerinizi, bilet cebinizde...
BİLETİM BURUŞUK VE YIRTIK...
VERDİĞİ MESAJI ALGILAYAMAYACAK KADAR YORGUN YÜREĞİM ..
NE GÜZELDOST YAZIN...
TEBRİKLER TAM PUANIMLA BİRLİKTE....
Bu kadar güzel ,içeriği dolu ve anlamlı yazıyı yazan yazarla aynı sitede olmanın onurunu yaşıyorum.
Duyarlılığınız insanın içini ferahlatıyor.
Çözümü ise insanların merhametinde aramamak gerekir.
Zaten sistemin istediğide bu.Önce yoksullaştırıp sonra sadakayla yaşatmaya çalıştığı insanı kendisine minnet duyar hale getiriyor.
Bu kul yaratma anlayışıdır.Sosyal hukuk devletlerinde yurttaşlar özgürdür ve eşit haklara sahiptir.Sosyal güvenceleri vardır,dilenmezler..
Yaşanası bir ülke yaratabilmek için örgütlü olmak gerekir.Mudahil olmak gerekir..
Güzel yazınız bu amaca hizmet edecek düzeyde işlevsel.Sizi kutluyorum..
saygılarımla..