- 638 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOBAN MUSTAFA
Otuzaltı yaşında...geriye taradığı kumral dik saçları..solgun da olsa rengi belirli,zeytin ye-
şili gözleri..
Orta boylu..üzerinde eski bir kumaş palto..elinde çobanlık alışkanlığı bir sopa..
Yürüyor Çoban Mustafa..iç güveysi olarak girdiği evden,imam nikahlı karısı tarafından kovulmuş...dört yaşındaki kızını ve henüz iki yaşını doldırmamış oğlunu da bırakmış..
İstanbul’un Kocaeli - Gebze’ye sınırı olan,en tepedeki köyünden,Tepeören’den aşağıya doğru yürüyor..Biraz ağlıyor,biraz sövüyor,en çok da sigaradan çıkarıyor acısını da öfke-
sini de..
Kurtköy’e vardığında dinlenmek istiyor.Yolun kenarında gördüğü ,zamanın klasiklerinden,
bir tarafında hayvan ahırı,diğer tarafında bakkal dükkanı olan kahveye giriyor.
- Selamun aleyküm ağalar !..
- Ve aleyküm selam kahya ! diye yanıt alıyor selamına.Elinde sopsı ve giyimiyle olsa gerek
çobanlığı aşikar Mustafa’nın..
- Merhaba,hoş geldin..
-Merhaba,hoş geldin..
..............................
..............................
Herkes tek tek böyle selamlıyor.
Elinde bir bardak çayla gelen kısa boylu,göbekli İbrahim Ağa karşısına oturuyor.
- Nerdensin sen kahya ? Seni pek görmedik buralarda..
- Ağrenliyim aslen.(Gebze Mollafenari-Akören).Tepeören’deydim yıllardır.Sığırtmaçtım.
-Nereye gidiyorsun şimdi ?
-Valla ben de bilmiyorum Ağa.Köyü terkettim ben.Dönmeye de niyetim yok.Kendime tutacak bir iş bakıyorum.Çobanlık olur,kahvecilik olur,ne olsa yaparım işte.
-Kahveciliğin var mıydı ?
-Bir zaman Gebze’de yapmıştım.Biraz anlarım.
Muhabbetin sonunda kahveyi kiralar Çoban Mustafa.Eski kumaş paltosunu duvardaki askı-
ya asıp,kollarını da sıvadıktan sonra geçer ocaklığa.Kurulu tezgahtır kahve.Ocaklıkta
kömür ateşi yanmaktadır.Demlenmiş halde çayı bile hazırdır.Kahvenin ortasında koskoca
bidondan yapılma odun sobası bile yanmaktadır.
Bir süreliğine unutuverir yaşadıklarını.Kahvenin verdiği heyecanla soğuyuverir acısı.Heye
canla ilgilenir müşterilerle.
Gece olup da müşteriler dağılınca önce ocaklığı temizler.Sonra süpürür kahveyi.Duvarların
kenarları uzun tahta oturaklarla çevrilidir.Beş tane sandalyeyi o oturaklardan birine dize-
rek kahvenin tavlasını başına yastık,kumaş paltosunu da yorgan ederek yatar.
Yattığında çocukları gelir önce aklına..Fikret ve Mukaddes..Gözleri yaşlı görür çocuklarını
düşlerinde.İmam nikahlı karısıyla yaşadıklarını anımsar...ve kovuluşunu...
Pek fazla uyuyamaz.Erkenden kalkar,yatağını bozup,sandalyeleri düzeltir.Paltosunu tekrar duvara asar.
Önce ocaklıktaki kömür ateşini,sonra da sobayı yakar.
Hava ışımaya başladığında müşterileri teker teker düşmeye başlar kahveye.Kahvenin de sahibi olan İbrahim Ağa’nın bitişikteki bakkalına,kahvenin içinden de kapı vardır.Bisküi
alır kendine.Çay ve bisküi ile kahvaltı eder.
Yalnızdır,gariptir eski çoban,yeni Kahveci Mustafa.Dertlidir...evinden kovulmuş,çocukla-
rından uzak kalmıştır.Ama en azından bir işi ve yatacak bir yeri vardır.Aç-açık kalmaz.
Parasız-pulsuz da kalmaz.Bazen bakkaldan aldığı kuru katıkla,bazen kahve köşesinde pi-
şirdiği kuru fasulye,makarna ile beslenir.
Geçinir gider böylece yalnız başına.Bu şekilde beş-altı yıl geçer.Alıştığı ve artık razı oldu-
ğu yalnızlığı,kimsesizliği bir gün Tepeören’li Nalbant Ahmet’in,
- İncirliii ! Bak sana kimi getirdim ! diye seslenişiyle biter.Çoban Mustafa’nın Tepeören’deki
lakabı ’İncirli Mustafa’dır.O günlerde kömürcülük yapan NalbantAhmet’in getirdiğini söyle-
diği kişi de Mustafa’nın sekiz yaşına varmış oğludur...
Artık kahve köşesinde yaşadığı sefaletine bir ortak gelmiştir..oğlu Fikret.....
(Devamı ;Kurtköy’ün Sefilleri)
Fikret TEZAL
YORUMLAR
politikayı biz oğrenceğizde
ne olacak sayın fıkret bey
bize bırakırlarmı yönetimi dersiniz
bizim sesimiz kim ler duyar sen ve ben
bu ülkenin gidişati zaten belli.
hergün en az beş şehit veriyorsak
söylenecek söz mü var.her ülkede olduğu gibi
baştakıler önce değil sadece ve sadece kendilerini
düşünürler, düşüncelerin için açık yürekliliğin için kutluyorum sevgi ve saygılarımla....................