BİR ADAMIN HAYATINDA KAÇ SORU İŞARETİ VARDIR?
Benim hayatımın büyük bir kısmı kocaman soru işaretleriyle doludur. Ailemin kim olduğunu hiç bilmiyorum mesala. Sanırım benden kurtulmak için biraz aceleleri varmış. Zira yetiştirme yurdunun kapısına bırakıldığımda tahminen üç günlükmüşüm. Diğer bir deyişle doğum günüm Mayıs ayının 10 ile 15 arasında bir gün. Yurt kayıtlarına göre 13 Mayıs 1970. Hiçbir kayıt yok geçmişime ait. Tıpkı Âdem (A.S) gibi doğduğum günle başlamış bana ait tüm hikâye. Ne kundağımın kenarına sıkıştırılmış bir özür mektubu ne de niçin bırakıldığıma dair bir yazı. Öylece bırakmışlar ve gitmişler. Sadece ismim ailemden yadigâr kalmış. Bir dedeye mi ait yoksa babamın adı mıdır bilmem. SELİM! Üzerinde kafa yormuyor değilim bu isim mevzusu konusunda. SELİM! Ne bir soyadı ne hangi coğrafyaya ait olduğuma dair emareler taşıyor bu isim. Kocaman bir soru işareti… Böylesi iyi midir bilmiyorum. Yani hafızasını kaybetmiş biri gibiyim. Yaşamaya başladığım andan itibaren anılarım ve hayat öyküm var. Öncesi kocaman bir boşluk bir x işareti. Yıllarca beni arayıp soran olmadı. Baba bildiğim insan yurt müdürümüz İhsan Baba ve anne dediklerimiz ise bakıcılarımızdı. Adımın verdiği bir ağırlık mıdır yoksa kimsesizler yurdunda oluşumun verdiği eziklik midir bilmem; her zaman sessiz sakin birisi oldum çocukluğum boyunca. Gözyaşlarımı yastıklara gömer çoğu sabahlar şiş gözlerle uyanırdım. Kimdim, kimin çocuğuydum, niçin öyle gereksiz bir eşya gibi fırlatıp atmıştım bilmiyordum.
Bununla ilgili bazı teorilerim var tabi. İlk aklıma gelen gayrı meşru oluşumdu. Çünkü bir anne üç günlük bebeğini öyle yurt kapılarına bırakıp kaçabildiğine göre mantıklı seçeneklerden biri buydu. Belki de bir hayat kadının çocuğuydum ve benden kurtulması gerekiyordu. Sonra töre cinayetlerini duydukça annemin bir töre cinayetine gitmiş olduğunu düşünmeye başladım. Dedem hazretleri ferman buyurmuştur annem öldürülmüştür. El kadar sabiye kıymanın günah olduğunu düşünüp beni yurda annemi de belki öte âleme yollamış olabilirlerdi. Hatta annem belki bir tecavüz mağduru idi ve isteği dışında filizlenmiş olmama rağmen bana kıyamamış doğurmuş ama bakmayı istememiş de olabilirdi. Yani önümde oldukça uzun bir seçenekler listesi vardı. Bütün bu seçeneklerin içinden olmasını istediğim seçenek annemin bir töre cinayetine kurban gitmiş olmasıdır. En azından annemin beni bırakmış olması bu seçenekle affedilebilir olabiliyor gözümde. Baba seçeneği üzerinde nedense hiç durmadım. Sanki beni koruyup gözetmesi gereken sadece annemmiş gibi sadece onun yokluğunu hissettim ömrüm boyunca. Kim olduğu ne olduğu beni çok ilgilendirmedi babamın. Sadece belki bir soyadı zaman zaman ruhumu yaraladı. Onu da kendime yakıştırdığım bir soyadını ve hatta benle başlayacak bir soyadını yazdırdım nüfus cüzdanıma. En azından bundan sonra aydınlık günlerimin olması için; SELİM AYDIN!
Yalnızlık taştan demirden daha ağır bir duygudur bilen bilir... Bundan daha ağır duygu ne diye sorarsanız yeryüzünde; kimsesiz olmaktır. Hele hangi coğrafyaya ait olduğunuzu bilmiyorsanız. Hani bir şehir bir soy ve hatta ismi ile anılacağınız bir kökeniniz yoksa! Laz mısınız, Çerkez misiniz ya da ne bileyim Kürt müsünüz? Bilseniz ki bunlardan ya da herhangi birinden birine aitsiniz; ‘’hemşerim, kardeşim, memleketlim!’’ diyeceksiniz. Sahi ben hangi klana aittim. Keza din mefhumu da öyle… Elhamdülillah Müslüman’dım; fakat Müslümanlığın hangi koluna mensuptum onu bilmiyorum? Alevi miydim Sünni miydim? Hanbelî, Şafii, Maliki! Belki bir Bektaşi veya Mevlevi olma şansım neydi? Tüm bu olanlar çocukluğumdan evliliğime kadar süren bir takım sebep sonuç ilişkileri doğurmuştur hayatımda. Mesela Türk bir kızla evlenemedim; nereye kime ait olduğumu bilmediğim için. Çünkü evleneceğim insan hangi yaşta olursa olsun benden yaşça büyük ya da küçük; ‘’ kız kardeşim olabilir!’’ sendromları yaşattı bana. Öyle ya; belki ben ilk çocuk değildim; benden kaç yaş küçük olursa olsun kardeşim de olabilirdi. Ben bu düşünce ile kıvranırken karşıma Carolina çıktı ve işte dedim aradığım çözüm bu… Ben onu çok sevdim ve onun da beni çok sevdiğini düşünüyorum.
Dedim ya hayatımın soru işaretleri çok fazla. Ve ben bu soru işaretlerini hala çözebilmiş değilim. Sonunda şöyle bir geçmiş yazdım kendime ve onu anlattım yıllarca ailemin kim olduğunu soran insanlara; ‘’13 Mayıs 1970 doğumluyum. Annem ve babam benim doğumumdan sonra hep beraber dönerken bir yerlerden bir trafik kazası sonucu ölmüşler. Allah’ın hikmeti kaza sırasında ben camdan fırlamışım ve araba tamamen yanıp kül olduğu için bana ait herhangi bir evrak bulamamışlar. Uzun araştırmalar sonucu ve beni de arayıp soran olmadığı için kimsesiz olduğuma karar verip beni bir çocuk esirgeme yurduna göndermişler. Benim hayat hikâyem işte buradan başlıyor…’’
Sebep ne olursa olsun sonuç ben olarak meydanda işte. Yani benle başlayan bir yaşam öyküsü. Acaba annem babam hayatta ise beni hiç düşünmüşler midir? Ya da resmen kurtulmak için buldukları çözümde suçları ne kadardı. Ne yaşamışlardı ki bana bir geçmiş bile bırakmadan bir yurdun kapısına bırakmışlardı? Dedim ya benim hayatımın soru işaretleri oldukça fazla. Dünyaya yeniden gelmiş olsaydım ve bu ikinci hayatında ne istersin; bir aile ve bir geçmiş derdim. Çünkü ben geçmişi olmayan bir adamın…
YORUMLAR
Hepimiz Adem'in çocuklarıyız aslında demek istiyorum ama yaşadıklarınız zor aslında, Allah sabır versin. Anlatımınız güzeldi, bence daha da genişleterek romanlaştırın bunu. Böylece geçmişinizden gelen bir iz olur ve sizden sonraya kalacak bir anı.