- 2977 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AŞIKLAR SULTANI AŞIK TÜCCARİ
Sait KÜÇÜK (*)
Kuzeydoğu Anadolu’da serhat şehir Kars’ın yetiştirmiş olduğu, döneminin en usta ve en büyük aşığı olan Tüccari, 1720 yılında Selim ilçesinin şimdiki adı Büyükdere olan Tiknis köyünde doğmuş, 1805 yılında vefat etmiştir.
1744 yılında, Kars Kalesi’nin kuşatımı sırasında, Nadir Şah ordusundan ayrılarak, Kars köylerini yağmalayan İran akıncıları, Tüccari’nin Selim’in Büyükdere (Tiknis) köyündeki evini de yağmalayıp, genç ve çok güzel karısını da tutsak alır.
Karısı güzel olduğu için, Nadir Şah’ın sarayına alınır. Tüccari ise, karısını saraydan kurtarmak için, kendinin Hak Aşığı olduğunu, ispat edebilme amacı ile, bir hafta süre ile her gece bir türkülü hikaye dizer.
Sonunda karısını kurtarır. Geri dönerken, salgın çiçek hastalığına tutulup iki gözünü de yitirir ve kör olur.
Aşık Tüccari bu duruma düştükten sonra, 1828 Kars Muharebesinde birçok yararlıklar göstermiş, Kars Eyaleti’nde “Müsellim” (Vali - Kaim makam) bulunmuş olan Abo-Ağa isimli, Zihni mahlaslı halk şairimizin büyük desteğini görür. Gördüğü bu insanlıktan dolayı da Abo-Ağa’nın kahvesinin içine koyulan zehirle zehirlenmesini önler.
Divanları, Tecnisleri, Destanları ve hikayeleri ile tanınan Tüccari, Ahıska’ya gözlerinden tedaviye giderken, yolda Seyahat Destanını ve bir çok koşmasını yazar.
Kars’ta bir kış boyunca yaygın olarak söylenen yedi hikayenin de sonunda, aşık ve maşukun buluşamadığına üzülen saz aşıkları, Ustad diye niteledikleri Tüccari’nin başkanlığında, Allahuekber dağının güney eteğinde ki örenleşen Karahaç köyünde toplanır ve hikayelerin sonuna ekleme yaparak, sevgilileri buluştururlar. Kerem ile Aslı hikayesi yaygın olarak bilindiğinden özüne dokunulmaz.
Gözleri kör iken, Kars Beylerbeyi Ahmet Paşa’nın (1874 de Kars’a tayin edilen Kütahyalı Ahmet Paşa) dillere destan olan kızına mecazi aşık olduğu, bu yüzden denendiği ve 85 yaşlarına kadar yaşadığı kendi yazılarında geçmektedir.
Yaşadığı dönemde “Ustad” diye anılan Tüccari hakkında ki ilk yazı Kars’ta 1939 yılında yayınlanan Doğuş Dergisi’nde ki bir inceleme yazısıdır. Prof. Dr. Mehmet Fahrettin Kırzıoğlu, Nejat Birdoğan, Karslı M. Kuzu, Salih Şahin gibi araştırmacılar bilgi vererek şiirlerini yayınlamışlardır.
Son yıllarda ise TRT İzmir Müdürlüğünde memur olarak çalışan ve Tüccari ile aynı köylü olan Murtaza Çiçek, geniş çapta araştırmalar yapmaktadır. Yaptığı bu çalışmalar tamamlanınca Aşık Tüccari adına bir kitap yayınlayacaktır.
Murtaza Çiçek, araştırmalarında Tüccari’nin asıl adının ne olduğuna şimdilik ulaşamamış fakat Tiknis köyünden göçerek İzmir’e yerleşmiş olan köyün yaşlılarından edindiği bilgilere göre Tüccari’nin sülalesi Kotolar lakabı ile anılmakta ve Şenkaya soyadını taşımaktadır.
Bu büyük aşık için bundan sonra yapılacak araştırmalar onun hayatını, şiirlerini ve hikayelerini daha da gün ışığına çıkaracaktır.
Tüccari’nin türkü makamlarının derlenmesinde ve türküleşmemiş şiirlerinin bestelenmesinde ise TRT İzmir Müdürlüğü Halk Müziği Sanatçısı Zeki Çiçek’in büyük emekleri görülmektedir.
Şiirlerinin çoğu derlenemeden yitip giden Aşık Tüccari’nin kayıtlara geçmiş şiiri pek azdır. Halk şiirinin zor dallarından olan Divan ve Tecnis dalında Tüccari pek usta ve hünerlidir.
Kars ve çevre aşıklarının okudukları “Derbeder” makamının yaratıcısı olan Aşık Tüccari aynı zamanda Yaralı Mahmut, Tahir İle Zöhre gibi hikayelerin kaynak kişisidir. Kendisinin dizmiş olduğu Eşref Bey adlı bir de hikayesi mevcuttur.
Gerçek adının ne olduğu bilinmeyen aşığın şiirlerinde mahlası Tüccari olup bazı kayıtlarda ise Ticari olarak geçmektedir.
Oğuz Türkmenlerinden olan Tüccari’nin Alevi/Bektaşi olduğu, bu inanç içerisinde yetiştiği ve Garip Musalı ocağına bağlı olduğu bilinmektedir. Tüccari’nin köyünde oturan Türkmenlerde Alevi olup aynı ocağa bağlıdırlar.
Bilindiği gibi Alevilik inancı, Hazreti Ali’nin oğlu İmam Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesine çok önem verir. Bu inanç ve önem ile Aşık Tüccari; Kars-Arpaçay’dan Nebi Polat’ın Murtaza Çiçek’e gönderdiği “Kırmızı” adlı şiirinde Kerbelâ olayına şöyle değinmiştir.
Der TÜCCARİ kavle iman üzerine geldiler
Küfre sine gark olunca hakkı gözden sildiler
Çok müddet cenk eylediler onlar şehit oldular
Kan döküldü Kerbelâ da oldu meydan kırmızı
Sanat gücü çok kuvvetli olan Tüccari’nin şiirleri derlenemediğinden kaybolmuş, kalan eserlerinin de yine bir çoğu başka aşıklara mal olmuştur. Elimizde iki elin parmak sayısı kadar eseri bulunan Tüccari’nin ustalığı ve sanat gücü bütün şiirlerinde görülmektedir.
Aşık Tüccari’nin aşıklar sultanı sayılmasının temel nedeni onun şiirlerinin büyüklüğünde, ağırlığında, estetik yapısında, imge yoğunluğunda yatmaktadır.
Tüccari’den sonra gelen, ondan sonra yetişen bütün aşıklar ondan etkilenmiştir. Çünkü onun sözleri cevherdir, yakuttur, dürdür, incidir.
Bir çok aşık ve sanatçı tarafından okunan ve onun şah divanı diyebileceğimiz “İncidir” isimli eserinde kendisi de bunu beyan ediyor:
Sarraf olan kıymet biçsin lalıma mercanıma
Sarraf olmayan ne bilir sanar her taş incidir
Yazımın başlığını “Aşıklar Sultanı Aşık Tüccari” olarak koydum. Tüccari’nin ölüm tarihi 1805’tir. Bu tarihten sonra doğan ve onun bıraktığı aşıklık ve hikayecilik geleneği içerisinde yetişen Karslı Ceyhuni, Çıldırlı Aşık Şenlik, Kağızmanlı Yusuf Sezai, Narmanlı Aşık Sümmani, Aşık Kahraman gibi aşıklar onun eserleriyle kendilerini olgunlaştırıp yaptığı meclislerde önce “Tüccari malı” satmışlar, sonra kendi sözlerini sarf etmişlerdir.
Aşıkların meclis yaptıkları kahvehanelerde, köy odalarında, düğünlerde, derneklerde Tüccari’nin hikayeleri anlatılmış, divanları, tecnisleri, koşmaları okunmuştur. Yetişen ve yetişecek aşıklar onun mirasından pay almışlardır.
Tüccari ister lirik şiirde, ister didaktik şiirde, ister destanda olsun yazdığı bütün mısralara ustalık mührünü vurmuş, “Ustad” olduğunu kanıtlamıştır.
Tüccari’den önce halk şiiri geleneğini sürdürmüş olanlar ya halk ozanı, ya halk şairi olarak anılmıştır. Ancak Tüccari “Aşık” olarak anılıp sonraki kuşaklara da “Aşık Tüccari” diye tanıtılmıştır. Tüccari’den sonra yetişen Ceyhuni, Şenlik, Sezai, Sümmani, Kahraman’da aşıklık ismiyle nasiplenmiştir.
Tüccari’nin bazı eserleri cönklerden, bazıları da ağızdan alınarak derlenmiştir. Cönklere geçirilirken, ağızlardan derlenirken kafiye bozukluklarına uğratılmıştır. Bu hatalar eserleri icra eden aşıklara ve sanatçılara da yansımış, uyak ve anlam kaybına neden olmuştur.
“İncidir” adlı ve 15 heceli divanının son kıtasını buna örnek verebiliriz: Aşık Veysel, Sabri Şimşekoğlu ve diğer aşıkların okuduğu bu divanın üçüncü kıtasının ilk iki mısrası hatalı olarak şöyle geçmektedir:
Kamil ile haşrolmayan kendisini ne bilir
Dindirme cahil adamı özünü derya bilir
Aşık Tüccari’nin uyak ve kafiyesi çok sağlamdır. Onun ustalığı hata götürmez. İş böyle olunca onun şiirinde kafiye hatası göze çarpmaz.
Ancak bu divanın birinci, ikinci ve üçüncü mısralarındaki uyak, uyum sağlamamaktadır. “Kendisini ne bilir, Özünü derya bilir, Çektiğin Mevla bilir” sözlerinin redif önlerinde yer alan uyaklı sözlerin birincisi bilinmeyip yerine “ne” getirilmiştir.
Ben bir halk şairi olarak kafiye yapısını bildiğimden bunu sezdim hatta çözdüm ve buldum. “Mevla” ve “Derya” sözünün geçtiği üst mısrada “Evla” sözünün yer aldığını ve Tüccari tarafından bu sözün kullanıldığının kanaatine vardım.
“Evla” daha iyi, baş kişi manasındadır. Ancak kamil ile haşrolan, onunla muhabbet kılan, onunla fikir alışverişi yapan insan bu mertebeye ulaşabilir. Kamil insanın varlığından habersizler kendisini daha bilgili sayarlar. Bu mananın yanı sıra şiirin bir kafiye yapısı vardır ki “Evla” sözü olmayınca bu yapı bozulur. Şiirin ve yazan aşığın sanatsal değeri düşer.
Tüccari’nin “İncidir” divanının son dörtlüğü aşağıdaki gibidir. İcracılarında bundan böyle doğru olan şekliyle okumaları icap etmelidir:
Kamilinen haşrolmayan kendisin evla bilir
Dinleme cahil adamı özünü derya bilir
Der TÜCCARİ yar elinden çektiğim Mevla bilir
Mevsim ihtiyar olunca dağları kış incidir
“İncidir” divanını doğru şekliyle şiirler bölümünde vereceğim. Aşık Tüccari’nin divandaki ustalığı tecnislerde de göze çarpmaktadır. Ondan sonraki kuşaklar Azerbaycan’dan Kuzeydoğu Anadolu aşıklarına geçen tecnis çeşitlerini yazıp söyleyerek günümüze kadar ulaştırmıştır.
Tecnis ustalığının başında Tüccari gelir. Azeri aşıkları bu şiir türüne Cıgalı Tecnis, Cıgalı Lebdeğmez Tecnis derlerken Kars civarında bu şiir türü Yedekli Koşma olarak da bilinmektedir.
Bu koşma, koşmanın ikiye bölünerek yani her iki mısra arasına bir mani yerleştirilerek elde edilir. 11 heceli koşmanın arasına 7 heceli mani yerleştirilerek kafiyelendirilir. Maniler genellikle cinaslı olur.
Kuzeydoğu Anadolu’da Yedekli Koşma’nın ilk örneklerini Tüccari vermiştir. Tüccari’nin 1877’den önce Kağızman’da yazılan bir cönkten alınmış “Düştü” ayaklı yedekli koşması mecazi aşık olduğu Ahmet Paşa’nın kızının yedi arkadaşı ile birlikte İlbeyioğlu hamamından çıkıp Taşköprü üzerinden Paşa Konağı’na doğru giderlerken sevdiğine söylemiş olduğu bir eseridir.
Aşık, mecazi aşk beslediği gönül sevgilisi için şöyle bir tarif yapıyor:
Etrafı dayalım desti şanelim
Taranmış muyların gerdana düştü
Muhabbet sana düştü
Ataşın cana düştü
Can tende bihuş oldu
Gönül hicrana düştü
Giyindi kuşandı muy şitelendi
Sanki süsen zülf-i reyhana düştü
Aşık Tüccari Divan ve tecnis gibi zor türlerin ustası olduğu gibi 11 ve 8 heceli şiirlerinde büyük bir ustasıdır.
Yaşadığı ayrılık acısıyla dile ve tele döktüğü bir koşmasında başına gelenleri şöyle anlatmaktadır:
Hicran otağında gam köşesinde
Geldi dert benimle imtihan oldu
Yığıldılar hicran seyircileri
Açıldı bir dükkan bir divan oldu
Aşk-u sevda çekti beni meydana
Ayrılık ataşı kâr etti cana
Onlar bir yan oldu ben de bir yana
Ben tek başım nice bin düşman oldu
Aşıklar Sultanı Tüccari’nin koşmalarında olduğu gibi 8 heceli semailerinde de aynı ustalık ve aynı akıcılık görülmektedir.
“Kurban Olduğum” adlı şiirinde sevdiği güzel için yaptığı methiyede aşığı maşuka kurban eyler:
Aheste aheste yürür
Yoluna kurban olduğum
Konuş sözünü duysunlar
Diline kurban olduğum
Burası kale bedeni
N’olur durdurun gideni
Kemer sıkmıştır bedeni
Beline kurban olduğum
Sevdiğine bu güzel mısralar ile methiye dizen Tüccari 1800 yılında tedavi için gittiği Ahıska’dan Kars’a dönerken gördüğü bir gelin için de methiye söylemekten kendini alamaz:
Topuğunu döğer kırk örük dalı
Gürcistan’ı değer bir altın teli
Lezgi çerkez’i beli
İran Turan’ı hâlı
Mısır Hicaz selamda
Yolcu şaşırır yolu
Cihandan cinana yoktur emsali
Meğer güzellerin hünkârı gelin
Aşık Tüccari’nin ustalığını ve aşıklar sultanı sayılmasını bu mısralar ve Kuzeydoğu Anadolu’daki bu ilk türler ortaya koymaktadır. Ancak bundan sonra yapılacak olan araştırmalarda onun gün yüzüne çıkacak olan eserleri bu sultanlığı daha da pekiştirecektir.
Aşık Tüccari yapmış olduğu hikayelerde de şiir ustalığını en güzel biçimde ortaya koymayı başarmıştır. Türk Folklor Araştırmaları dergisinin 181. sayısı ve Karslı M. Kuzu’nun bir makalesinde geçen “Budur” redifli divanında sevgiliye olan meramını şöyle dile getirmektedir:
Dil ciğerim intizarda mah ile taban budur
Fehmi şirin lebi gonca lisanı İmran budur
Meramı olsa aşıkı mest edüp buse ile
Dahi boşlamam damenin sahibü’l ihsan budur
Aşık Tüccari şiirlerinde ayrılığa, hasrete, sevdaya, aşka, acıya, derde yer verdiği gibi döneminin yaşanan sıkıntılarına, siyasetine, yönetimine de yer vermektedir.
Yaşadığı yılların bir tanığı olarak içinde bulunduğu durumu mısralarıyla en güzel şekilde özetlemektedir:
Çerh i gerdunun elinden olmadı şad ortalık
Zulmle adalet olunca olmaz abâd ortalık
Yetiş Mehdi Ali Resul oldu berbad ortalık
Ara yere fitne düştü tahtta sultan bi haber
Aşık Tüccari’nin lirik ve destansı şiirlerinin yanı sıra didaktik şiirlerinde de sanat gücü bir hayli kuvvetlidir. Bazı mısraları var ki bir atasözü, bir özdeyiş gibi okkalıdır.
Yukarıda örnek verdiğim “Bi haber” redifli divanının orta kıtasında geçen “Zulmle adalet olunca olmaz abad ortalık” diye geçen bu mısra akıldâr aşıkların söyleyebileceği dizelerdendir. Tüccari böyle mısraların sahibi bir aşıktır.
Tüccari aynı kıtada, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için bir kurtarıcı çağırmaktadır. Bu kurtarıcının ismi ise Mehdi Ali Resul’dur. Bir Türkmen aşığı olarak Alevi-Bektaşi inancıyla “Yetiş Mehdi Ali Resul” diye seslenerek berbat olan ortalıktan, kötü düzenden kurtulma çabası içindedir.
Aşık Tüccari’nin elimizde mevcut bulunan şiirlerini incelediğimizde işlediği temaların, ayrılık, sevda, methiye, yakarış, yakınma, nasihat gibi temalar olduğunu görmekteyiz. Tabiat tasvirlerini ise sevgiliye yazdığı methiyelerde bulmaktayız.
Aşık Tüccari’nin bütün şiirleri ele geçmiş olsaydı daha araştırmacılar ve edebiyatçılar onun hakkında daha detaylı makaleler yayınlarlardı. Böylelikle Tüccari’nin sanatsal başarısı daha güzel izah edilebilirdi. Ne talihsizliktir ki eserlerinin büyük çoğunluğu derlenemeden kayıp olup gitmiştir. Kalanların çoğu da ünlü başka aşıklara mal edilmiştir.
Aşık Tüccari’nin anonimleşen türküleri de mevcuttur. Buna “Güzeller bezenmiş toya giderler” isimli türküyü örnek gösterebiliriz.
Bu türkünün yöresi Erzurum olarak geçerken kaynak kişi olarak da Aşık Hüseyin verilmektedir. Mustafa Geceyatmaz tarafından derlendiği bilinen türkünün repertuar numarası ise 3792 olarak kayıtlıdır.
“Güzeller bezenmiş toya giderler” adıyla tanınan ve okunan bu türkü öykülü bir türkü olup Aşık Tüccari’ye aittir. Öykünün yaşandığı yer Kars’ın Selim ilçesinin Büyükdere (Tiknis) köyüdür. Öykünün yaşandığı tarihler ise 1742-1743 yıllarıdır.
Erzurum halk aşıklarından Nuri Çırağı bu türkünün Erzurum türküsü değil bir Kars türküsü olduğunu ve Aşık Tüccari’ye ait olduğunu belirtmektedir.
Yine canlı kaynaklardan Tiknis köyü doğumlu İzmir’de yaşayan 80 yaşındaki Hatun Çiçek ile 90 yaşındaki Kazim Durtaş, bu türkünün Aşık Tüccari’ye ait olduğunu, bunu babalarından ve dedelerinden öyküsüyle birlikte dinleyerek öğrendiklerini araştırmacı Murtaza Çiçek’e kendi ağızlarından beyan etmişlerdir.
Türkünün öyküsü kısaca şöyledir: Tiknis köyünde genç bir kızla, genç bir oğlanın düğünü olacaktır. Oğlan tarafı yeni evli olan Tüccari’nin evine davet gönderir. Daveti alan aile büyüğü, olumlu yanıtı ertesi gün toy sahibine bildirir. Ailenin diğer gelinine de düğün hazırlığı için emir verilir. Hem düğün evinde hem de Tüccari’nin evinde hazırlıklar yapılır.
Düğün yapılacak günün akşamı, düğün damı denilen yerde misafirler toplanmaya başlarlar. Adetten olduğu için yeni gelin olan Tüccari’nin eşi ve refakatçisini düğün damına gelmeleri için toy sahibi tarafından görevlendirilen bir kişi ile Çalgıcılar Tüccari’nin evine gelirler.
Hazırlıklarını tamamlayan yeni gelin ile refakatçisi gitmek için hazırdırlar. Davul zurna karşılama makamı çalmaya başlar. Aile büyüğünden gelini götürmek için izin alınır, ayrıca yeni damat Tüccari den de izin almak adettendir.
Görevli Tüccari’ye varır, gelini götürüyoruz diye izin ister, Tüccari "durun birkaç söz diyeyim de öyle götürün gelinimi" der ve sazını alır, şunları söyler;
Güzeller bezenmiş toya giderler
Sizlere emanet yar oynamasın
Ben bilirim rica minnet ederler
Yüngüllük edipte tez oynamasın
Tüccari karısı çok güzel olduğundan, fazla dikkat çekmemesi için, düğünde aklı başında, ağır başlı bir gelin izi bırakması için, yarini emanet ederken "ben bilirim oynamak için sizi bara davet edeceklerdir." Yüngüllük edipte hemen oynamayın, ağırdan alın der.
Tüccari sazına ve sözüne devam eder:
Komşular oturur size bakarlar
Gonca güller al yanağa takarlar
Sonra söyler başımıza kakarlar
Dudağın altında dil oynamasın
Derken; Tüccari yengesi büyük gelinle eşine demek istiyor ki; bakın komşular sizi izlerler, yüngüllük ederseniz sonra başımıza kakarlar, bizi öyle temsil edin ki sonradan söz sohbet olmasın. Mecbur kalmadıkça da kimseyle konuşmayın der.
Tüccari’nin söyleyecekleri henüz bitmemiştir, saza ve söze devam eder;
TÜCCARİ sevmişim seni cananım
Sizlere kurbandır bu şirin canım
Demem oynamasın oynasın hanım
Karakaş altında göz oynamasın
Der ve sazı duvara asarken son sözlerini tamamlar. Son sözlerini karısına söylemiştir. Karısını çok sevdiğini, hem de emanet ettiği yengesi ve toy sahibinin gönderdiği görevliğe canını verecek kadar. Yinede diyemem oynamasın, oynasın yarim amma; oynarken de, Karakaş altında göz oynamasın, usul, adap dahilinde oynasın diye de tembihler.
Bu türkünün öyküsüyle birlikteki anlatımında Tüccari mahlası yer almaktadır. Oysa repertuarda ve türküde geçen tapşırma kısmında Tüccari mahlasının yerine Erzurum lehçesiyle “Ben seni sevmüşem sevgülü yarim” yakıştırması yapılmış ve türkünün sahibinin adı çıkartılmıştır.
Tüccari’nin bu türküsü Oğuz boylarından olan Türkmenlerin yaşattıkları Türk geleneğini, göreneğini, örf ve adetlerini en güzel bir şekilde yansıtmaktadır. Her şeyin adabına erkanına uygun yapıldığını ve yaşandığını göstermektedir.
Yine Tüccari’nin olan ve mısraları ve kafiye düzeni bozulmuş bir şekilde Sümmani’ye mal edilmiş bir türküsü vardır. Bu türkü de Alevi/Bektaşi inancı, düşüncesi ve töresiyle yazılan bir şiirdir ki türküleşerek günümüze kadar intikal etmiştir. Ancak Tüccari adı ya kasıtlı ya kasıtsız olarak silinmiş ve Sümmani’ye mal edilmiştir.
Türk halk edebiyatı araştırmacıları çok iyi bilirler ki Karacaoğlan’dan sonra, Karacaoğlan mahlasını kullanmış olan ve kullanmamış olan bir çok halk şairinin şiiri Karacaoğlan tapşırması ile derlenmiştir. Yunus Emre’den sonra Yunus mahlası ile şiirler yazan ozanların da şiirleri Yunus Emre’ye mal olmuştur.
Tanınmamış bir çok aşık aynı hezimete uğramıştır. Bunlardan birisi de Tüccari’dir. Bahtsız bir çok aşığın eseri cönklere geçirilirken yanlışlıkla başkaları adına geçirilmiştir. Aktaranlar belki de o anda mahlasları karıştırmıştır. Üç hece ile oluşturulan ve sonu “i” ile bitirilen Sümmani, Ümmani, İrfani, ihsani, Duçari, Esrari, Ekberi, Tüccari gibi bir çok mahlas bulunmaktadır.
Kars ve çevresinde bulunan Türkmen köylerinde ki Türkmen aşıklarının eserleri Kağızman Türkmen köylerinde de yaygınlık kazanmıştır. Tıpkı Tüccari gibi halk hikayeleri anlatan ve türkü söyleyen Çolak İbrahim lakaplı Aşık Erdemi 1960’lı yıllarda Araştırmacı Nejat Birdoğan’a birçok hikaye, şiir, destan, mani, türkü yazdırmıştır.
Aşık Erdemi meclislerde sık sık Tüccari’nin Yaralı Mahmut ve Eşref Bey adlı hikayelerini anlatır onun derbeder makamı ile türkülerini icra ederdi.
Aşık Erdemi’nin söylediği makamlar ve türküler oğlu Lütfi Alıcı tarafından da günümüze kadar taşınmıştır.
Aşık Erdemi 1983 yılında İzmir’de vefat etmiştir. Oğlu Lütfi Alıcı ise iki yıl önce hakkın rahmetine kavuştu.
Lütfi Alıcı, doğduğu, ve benim de yaşadığım yer olan Kağızman’a hemen her yıl ziyarete gelirdi. Onunla görüşürdük. Babasından kalan mirası bana hem sözlü olarak hem ezgili olarak aktarırdı.
Lütfi Alıcı, babası Aşık Erdemi’nin şiirleri ile birlikte bildiği usta mallarını da yazdırırdı bana. Yazdırdıkları arasında Tüccari mahlaslı bir türkü var. Fakat Lütfi Alıcı bu türküyü “Yaralı Mahmut Hikayesi”nde geçen Derbeder makamı ile seslendirdi o zaman.
Türkünün birinci hanesi şöyle:
Salına salına gelen güzeller
Tanrı selamını almaz mısınız
Mevla’m sizi süs için mi yaratmış
Hoş bir eda ile gülmez misiniz
Oysa Sümmani’ye mal edilen türkünün sözleri “Ceylan gözlerine kurban olduğum” diye başlamakta ve aynı kıtanın son mısrası “Biz gel demeyince gelmez misiniz” diye bitmektedir.
Tüccari’de ikinci kıta şöyledir:
Gurbete gidenler azığın alır
Kimisi gitmeyip sılada kalır
Kimi sevap için kâbeye varır
Kâbe kapınızda bilmez misiniz
Sümmani’de hemen aynı sözler yer alırken ikinci mısrada “ Kimisi giderken kimisi kalır” ifadesi yer almaktadır.
Tüccari’nin üçüncü kıtası şu sözlerle kuruludur:
Karadır kaşınız yaydan inc’olur
Bugün dünya yarın ahret nic’olur
Bir gönül tavafı yüz bin hac’olur
Gönülleri tavaf kılmaz mısınız
Sümmani’de ki dörtlük ile Tüccari’deki dörtlük arasında farklılık vardır. Birinci mısra “Karadır kaşınız yaydan nic’olur” diye geçer. “Nic’olur” uyak ve kafiye olarak aynı dörtlükte iki kez kullanılmıştır. Üçüncü ve dördüncü mısralar ise “Bir gönül yapması yüz bin hac olur/Siz gönül yapmasın bilmez misiniz” şeklindedir.
Tüccari’nin son ve tapşırmalı dörtlüğü ise şöyledir:
Tüccari’yim bunca derdi niderim
Başım alır diyar diyar giderim
Yarın mahşer günü dava ederim
Siz mahşer yerine gelmez misiniz
Tüccari, “Tüccari’yim bunca derdi niderim” derken Sümmani’de “Sümmani’yem ey dil yare n’derim” denmiştir. Diğer mısralar ise aynı sözlerle örtüşmektedir.
Şunu hatırlatmakta yarar var ki Sümmani her şeyden önce çok usta bir aşıktır. Kafiye ve redif hatalarına mahal vermez. Oysa bu türküde ayak kafiyesi olarak “Gelmez misiniz” ile “Bilmez misiniz” kafiyeleri ikişer kez kullanılmıştır. Bu durum şiirin ve şairinin değerini düşürmekte, ustalığına toz kondurmaktadır. Ama türkünün Tüccari’deki varyantına baktığımızda durum hiç de böyle değil. Şiirin/türkünün tamamında teknik ustalığı görülmektedir.
Bu türkünün Sümmani’nin değil Tüccari’nin olduğunu kanıtlayacak bir durum daha vardır. Sümmani Sünni inanca sahip bir Müslümandır. Tüccari ise Alevi/Bektaşi’dir.
“Kimi sevap için kâbeye varır/Kâbe kapınızda bilmez misiniz” mısraları söylem olarak bir Sünni Müslümandan çok, bir Alevi/ Bektaşi Müslümanın söylemine daha yakındır. Yani bu söylemi Tüccari gönül rahatlığı ile hiç çekinmeden söyleyebilir. Ama Sümmani söyleyemez. Çünkü Sünnilikte hac vazifesi şart bir vazifedir. Sünni, kâbeyi kapıda aramaz. Hacca gitmekte ve orayı ziyaret etmekte arar.
Bu türkü Sümmani adına, Haşim Nezihi Okay, Abdulkadir Erkal, Mehmet Çil, Nurettin Albayrak gibi araştırmacıların yayınladığı kitaplar içerisinde de yer almamaktadır.
Bu türkünün Tüccari’ye ait olduğunu Kars’ta yapılan 4. Murat Çobanoğlu Aşıklar Bayramı’na katılan birkaç aşık arkadaşta itiraf etti. Hatta Sümmani’nin torunu Hüseyin Sümmani ile konuştuğumda ilgili türkü hakkında sorular yönelttim. Ellerinde bulunan el yazılarında, cönklerde ve yayınlanmış kitaplarda “Ceylan gözlerine kurban olduğum” adlı türkünün yer almadığını söyledi. Ama, “Dedemin diye biliniyor” dedi. Sanırım ki bu türkünün Sümmani’ye ait olduğu yolda bu bir kanıt değildir.
Tüccari’nin bir söz ustası, bir türkü ustası, bir büyük aşık, bir aşıklar sultanı olduğu muhakkaktır. Tüccari’nin yaşadığı dönemde yetişen aşıklar ondan dersler almıştır. Tüccari öldükten sonra doğan aşıklar onun eserleriyle beslenmiş, onun bıraktığı aşıklık kolunu devam ettirmişlerdir.
Günümüz aşıkları ise yaptıkları her mecliste mutlaka bir Tüccari divanı okumaktadırlar. Tüccari’nin türküleri ve yedekli koşmaları da sık sık okunmaktadır.
Tüccari’nin hikayeleri 1980 yıllarına kadar yöre aşıklarınca kahvehanelerde , düğünlerde, derneklerde anlatılmaktaydı.
Teknolojinin gelişmesi, radyo, televizyonun yaygınlaşması sonucu yaşatılan hikayecilik geleneği zayıflayarak yerini çeşitli eğlence programlarına ve televizyon dizilerine bıraktı. Halk hikayeleri son yıllarda tamamen anlatılmaz bir hal aldı.
Yrd. Doç. Dr. Salahaddin Bekki , Aşık Tüccari’nin hikayelerine değinerek “Karslı Kör Aşık Tüccari ile Zeycen Hanım Hikayesi” adlı makalesini Erciyes Dergisi’nin Kasım 1993 yılında yayınlanan 191 nci sayısında yayınlamıştır. Diğer hikayelerine de çeşitli araştırmacılar derleme çalışmaları yaparak yazılarında değinmiştirler.
İzmir TRT Müdürlüğü’nde görevli memur olan Murtaza Çiçek, büyük bir gayret ile Aşık Tüccari üzerine derlemelerde bulunmakta ve çalışmalarını sürdürmektedir. Yaralı Mahmut ve Eşref Bey adlı hikayelerin yeni varyantlarına ulaşmış durumdadır. Tüccari’nin soy kütüğünü, türkü, destan ve şiirlerini de aynı titizlikle derlemeye çalışıyor.
Tüccari hakkında belge, bilgi sahibi olanların bu kitaba katkıda bulunmaları ve Murtaza Çiçek ile irtibat kurup yardımcı olmaları gönül arzum ve en büyük temennimdir.
Aşıklar Sultanı Aşık Tüccari’nin kitabı yayınlandığında halk edebiyatında hak ettiği yeri alacağını umuyorum.
Aşık Tüccari’nin Şiirleri:
İNCİDİR
Dü çeşmim kan ağlamaktan gözlerim yaş incidir
Kadir kıymet bilmeyenler yaren yoldaş incidir
Dinle sözüm al nasihat konuşma cahilinen
Cahil de bir kem söz var ki değse bin baş incidir
Kadir Mevla’m sebepkâr et bezirgânlar kânına
Yüküm cevahir yüküdür bakır çatmaz yanına
Sarraf olan kıymet biçsin lalima mercanıma
Sarraf olmayan ne bilir sanar her taş incidir
Kamilinen haşrolmayan kendisin evla bilir
Dinleme cahil adamı özünü derya bilir
Der TÜCCARİ yar elinden çektiğim Mevla bilir
Mevsim ihtiyar olunca dağları kış incidir
KIRMIZI
Sevdiğim seyrana çıkmış bağ-ı gülşan kırmızı
Ak ellere elvan kına yakışır kan kırmızı
Aç dükkanın sat metahın alıcınım ben senin
Bugün senden alacağım dürr-i mercan kırmızı
İbrahim kırdı putları yanmadı özü nara
Kesmedi oğlunu bıçak çaldı onu mermere
Cebrail koçu getirdi İsmail peygambere
Onun için al giyindi Şah-ı Merdan kırmızı
Der TÜCCARİ kavle iman üzerine geldiler
Küfre sine gark olunca hakkı gözden sildiler
Çok müddet cenk eylediler onlar şehit oldular
Kan döküldü Kerbelâ da oldu meydan kırmızı
GÜZELLER BEZENMİŞ TOYA GİDERLER
Güzeller bezenmiş toya giderler
Sizlere emanet yar oynamasın
Ben bilirim rica minnet ederler
Yüngüllük edipte tez oynamasın
Komşular oturur size bakarlar
Gonca güller al yanağa takarlar
Sonra söyler başımıza kakarlar
Dudağın altında dil oynamasın
TÜCCARİ sevmişim seni cananım
Sizlere kurbandır bu şirin canım
Demem oynamasın oynasın hanım
Karakaş altında göz oynamasın
SALINA SALINA GELEN GÜZELLER
Salına salına gelen güzeller
Tanrı selamını almaz mısınız
Mevla’m sizi süs için mi yaratmış
Hoş bir eda ile gülmez misiniz
Gurbete gidenler azığın alır
Kimisi gitmeyip sılada kalır
Kimi sevap için kâbeye varır
Kâbe kapınızda bilmez misiniz
Karadır kaşınız yaydan inc’olur
Bugün dünya yarın ahret nic’olur
Bir gönül tavafı yüz bin hac’olur
Gönülleri tavaf kılmaz mısınız
TÜCCARİ’yim bunca derdi niderim
Başım alır diyar diyar giderim
Yarın mahşer günü dava ederim
Siz mahşer yerine gelmez misiniz
HİCRAN OTAĞI
Hicran otağında gam köşesinde
Geldi dert benimle imtihan oldu
Yığıldılar hicran seyircileri
Açıldı bir dükkan bir divan oldu
Aşk-u sevda çekti beni meydana
Ayrılık ataşı kâr etti cana
Onlar bir yan oldu ben de bir yana
Ben tek başım nice bin düşman oldu
Yığıldılar derildiler geldiler
Katipler deftere kalem çaldılar
TÜCCAR eydur intikamım aldılar
Ciğer paralandı dil büryan oldu
KURBAN OLDUĞUM
Aheste aheste yürür
Yoluna kurban olduğum
Konuş sözünü duysunlar
Diline kurban olduğum
Burası kale bedeni
N’olur durdurun gideni
Kemer sıkmıştır bedeni
Beline kurban olduğum
Kadere boynunu eğer
Gözleri dünyaya değer
Saçları topuğa değer
Teline kurban olduğum
TÜCCARİ’yim can versinler
Yüzüm yoluna sürsünler
Döndür yüzünü görsünler
Halına kurban olduğum
DÜŞTÜ
Etrafı dayalım desti şanelim
Taranmış muyların gerdana düştü
Muhabbet sana düştü
Ataşın cana düştü
Can tende bihuş oldu
Gönül hicrana düştü
Giyindi kuşandı muy şitelendi
Sanki süsen zülf-i reyhana düştü
Dilber dengin ol İran’da bulunmaz
Kestin damarımı kan da bulunmaz
İnsaf sende bulunmaz
Hükmün handa bulunmaz
Bu boyda bu simada
Gürcistan’da bulunmaz
Sen tek güzel hiç bir yanda bulunmaz
Melektir cennetten cihana düştü
Biz de nuş eyledik Mim-ya tasından
Serhoş olduk güzellerin sesinden
Yar giyinmiş hasından
Doyulmaz libasından
Ağız püşte dil amber
Misk kokar reyhasından
Biçare TÜCCARİ aşk belasından
Desti busedüben dâmana düştü
GELİN
Ahıska’dan çıktım yolda gelirken
Gördüm bulağ üzre bir sarı gelin
Bu dünya varı gelin
Has bahçe bârı gelin
Düğümlendi yüreğim
Salıpdır narı gelin
Seneği elinde etek belinde
Kol baş açık geçmiş gülzarı gelin
Topuğunu döğer kırk örük dalı
Gürcistan’ı değer bir altın teli
Lezgi çerkez’i beli
İran Turan’ı hâlı
Mısır Hicaz selamda
Yolcu şaşırır yolu
Cihandan cinana yoktur emsali
Meğer güzellerin hünkârı gelin
Ona tay olamaz Belkis-ü Zelkhâ
Hüri peri melek gelmiş kulluğa
Alnına bağlar vala
Eşsiz yaratmış Mevla
Göreni oda yakar
Aşıka satar cilva
Çatma kaş harami gözleri şehlâ
Taladı kervanı TÜCCAR’ı gelin
Bİ HABER
Uğradım barigâhına hâbda canan bi haber
Yüz sürdüm hâk i payine sahip-zaman bi haber
Bülbül gülün hasretinden ömrünü sarfeyledi
Soldu gül bozuldu gülşen bağda bağban bi haber
Çerh i gerdunun elinden olmadı şad ortalık
Zulmle adelet olunca olmaz abât ortalık
Yetiş Mehti Ali Resul oldu berbat ortalık
Ara yere fitne düştü tahtta sultan bi haber
TÜCCARİ der sohbet etsem âb-rûyi keman ile
Ne lazımdır derd-i dilim anlatam lisan ile
Kâmil katiba yazdırdım arzuhalim kan ile
Okudu kanlı Alişan ehl-i divan bi haber
BUDUR
Dil ciğerim intizarda mah ile taban budur
Fehmi şirin lebi gonca lisanı İmran budur
Meramı olsa aşıkı mest edüp buse ile
Dahı boşlamam damenın sahibü’l ihsan budur
Sabit ettin divanında kalmadı niza’ları
Elmas tabakla düzünmüş şükkeri mezeleri
Misk ile terbiye olmuş dilberin azaları
Kameti Tuba ağacı kaddini rıdvan budur
Hanı boynun müzeyyeni almışlar gisuları
Giriban altında mahpus sim altın miskbaları
Hal-i Hindu leb-i şükker ol siyah ebruları
Haramet kabul eylemez hüsnüne elvan budur
Layık mıdır hizmet ede kevkebe şems-ü kamer
Yüzünden şebnem dökülür hüsnüne kılsam nazar
Almasam camı elinden gönlüne gelür gubar
Gönlüm perişan edici hublara sultan budur
Kıl inayet şah-i duhter bu yarin mecnunuyum
Demeyin ki mey serhoşu sevdanın cünunuyum
EŞREF’im hüsnüne aşık isminin meftunuyum
Hasiyeti insan amma ol soyu gılman budur
Sözlük
Dü : İki.
Çeşm : Göz.
Kem : Kötü, fena.
Kân : Memba, kaynak.
Evla : Daha iyi, başta.
Yüngül : Hafif.
Tavaf : ziyaret etmek, etrafında dolaşmak.
Hicran : Ayrılık.
Eydür : Der ki.
Buryan : Kebap
Aheste : Yavaş, ağır.
Dest : El
Muy : Saç, kıl.
Bihuş : Bir hoş.
Püşte : Tepe, yığın.
Amber : Güzel koku
Bus : Öpmek
Daman : Etek
Gülzar : Gül bahçesi.
Cinan : Cennet.
Şehla : Ela göz, koyu mavi göz.
Hab : Uyku
Hak-i pay : Toprak.
Çerhu gerdun : Çark, dolap.
Ebru : Kaş.
Niza : Münasebet.
Şükker : Şeker, tatlı.
Kamet : Boy
Rıdvan : Memnunluk, hoşnutluk.
Müzeyyen : Bezenmiş süslenmiş, ziynetli.
Hüsn : Güzellik.
Kevkeb : Yıldız.
Şems kamer : Güneş ile ay.
Şebnem : Çiğ, gece nemi.
Cünun : Delilik, cinnet.
Hub : Hoş, güzel.
Mey : İçki.
Şah-i duhter : Hükümdara ait kız.
Meftun : Tutkun, aşık.
(*) Sait Küçük, Araştırmacı Yazar, Halk Şairi ve Gazeteci.
Kaynaklar:
1- Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Doğuş Dergisi, Kars
2- Nejat Birdoğan, Su Gazetesi, Kağızman
3- Salih Şahin, Ozanlık Gelenekleri ve Doğulu Saz Şairleri, Kars
4- Karslı M. Kuzu, Türk Folklor Araştırmaları Say: 181 Ankara
5- Murtaza Çiçek, İzmir TRT Müdürlüğü, İzmir
6- Zeki Çiçek, İzmir TRT Müdürlüğü, Halk Müziği Sanatçısı, İzmir
7- Nebi Polat, Arpaçay-Kars
8- Çolak İbrahim (Erdemi), Lütfi Alıcı, Kağızman
9- Sait Küçük, Aras Gazetesi, Sayı 74 Şubat 2008 Kağızman
10- blog.milliyet.com.tr/Aşık_Tüccari
11- ozanlar.biz/tuccari.html
12- ansiklopedi.turkcebilgi.com/Aşık_Tüccari
13- www.turkudostlari.net.
14- tr.wikisource.org/
15- www.gazi.edu.tr/sbekki
16- www.ozanlar.eu/
17- www.osmanlicasozluk.net/
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.