- 1534 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
HÜCREEVİ - 3
Sanırım beş veya altı kişi ancak gelmişti ve biz de o kadar insanı şubeye tetkik için çağırdığımız ekiple gönderdik. Zaten artık dışarıdakiler de bu evde bizim varlığımızdan haberdardılar. Zira şubeye gönderdiğimiz her vatandaş geri geldi. Çünkü bir vukuatları çıkmamıştı. Biz de aslında bu konuda rahatlamıştık ama ben yine de önemli bir darbe yiyen örgütün bir kemlik düşünebileceği fikrini hep aklımda tutuyor ve öyle hareket ediyordum. Ama mümkün olduğunca çevreme yansıtmıyordum.
Sevda ve diğerleri ile biz hep birlikte oturmuş bir yandan çaylarımızı içiyor, bir yandan da sohbet ediyorduk. Herkes birileriyle sohbet ededururken ben Sevda’ya yeğeni hakkında bazı sorular sordum. Anlattıkları, birçoğumuzun malumu olan şeylerdi. Örgütün propagandasından etkilenen Mehmet, kızını örgüte girmesi için baskı altında tutuyor ve kız da gidiyor.
Kendisi ve diğerleri hazır giyim atölyelerinde çalışıyorlarmış. Ancak aldıkları haftalık geçinmelerine yetmiyormuş. Sırf bu terör belasından kurtulmak için memleketinden kalkıp İstanbul’a gelmişler ama ne yazık ki o bela gelip İstanbul’da da onları bulmuş. Ağabeyi Mehmet için demediğini bırakmadı. Haklı olduğunu söylemeliyim. Sevda evlenmemiş. Kendince ileri sürdüğü nedenlerden biri ve en önemlisi, kardeşlerine bakmasıymış. Anne ve baba vefat etmişler. Mehmet ağabeyi ise, kızının çatışmada öldürülmesinden sonra kendine hayrı kalmamış. Bu yüzden evlenmemiş. Elif boşanmış, diğeri de sanırım bekârdı. İlkokuldan yukarısını okumamışlar.
Saat gece yarısına gelmişti. Murat ile adını hatırlamadığım kız gidip yatmışlardı. Ben de kalktım;
“Haydi, Allah rahatlıklar versin. Geç oldu. Yarın ne yapacağımızı bilmiyoruz. Onun için dinlenmemiz gerek. Bakarsın başka yere gönderirler, bari dinç olalım.” dedim. Hepimiz kalktık ve odalarımıza geçtik.
Lambalar söndü. Dışarıdan bizim odaya sızan ışık, etrafı görmemize yettiği için, içerideki ışıkları söndürdük. Ben ve Kemal uyuyacağız. Hüseyin ise oturup nöbet tutacak. Zira odamızda silahlarımız, malzemelerimiz vesaire var. Bu yüzden Hüseyin bekleyeceğini söyledi ve biz de uyuduk.
Uyuduğumuzda saat kaçtı hatırlamıyorum ama uyandığımda saat 02.00 olmuştu. Hüseyin’in uykuya yenilmek üzere olduğunu fark ettim ve yanına gittim:
“Hadi sen git yat, benim uykum kaçtı. Daha uyuyamam.” dedim ve MP–5 silahını ondan alıp kalktığı sandalyesine oturdum. Dışarının bana görünen tarafıyla ilgilenmeye başladım. Öylesine etrafı seyre ve bin bir türlü düşünceye daldım kendi kendime. Geceleri asla sigara içmiyorum. Bu yüzden etrafımla ilgilenip durdum sürekli.
Silah kucağımda, yönüm kapıya dönük, kafamı duvara dayamış ve kısık gözlerimle bakınarak Sevda’nın anlattıklarını düşünüyorum. Dağda öldürülen yeğenini çok seviyormuş. Bu yüzden ölümünde çok ağlamış.
Ben bunları düşünürken kapımızda bir karartının belirdiğini fark ettim. Kımıldamadan dikkat kesildim, bu Murat… Evet, evet bu Murat… Ama neden gizleniyor acaba? Tam “Murat” diye seslenecektim ki, vazgeçtim ve onu izlemeye başladım. Kapıda bir müddet durdu bana baktı. Sonra kafasını içeri soktu ve Hüseyin ile Kemal’e baktı. Ben her ihtimale karşı elimi yavaşça tetiğe götürdüm. Murat, uyuduğumuzdan emin olduktan sonra içeri girdi. Tam bu sırada elinde bir şey olduğunu fark ettim. İkinci adımında kısık bir sesle;
“Bir adım daha atarsan seni delik deşik ederim. Olduğun yerden sakın kımıldama.” dedim ve çevik bir hareketle yerimden kalktım Murat’ı kolundan tuttuğum gibi dışarı çıkardım. Elindekini aldım baktım, ekmek bıçağıymış:
“Ne yapacaktın sen bu bıçakla Murat, bizi mi öldürecektin?” dedim. Karanlık ortamda zor seçtiğim Murat’ın başı yerdeydi. Elimi omzuna atıp Sevda ve diğerlerin uyuduğu odaya gittim. Işığı yakınca Elif uyandı:
“Elif, ablanı uyandır.” dedim. Elif yanımda Murat’ı görünce bir tuhaf oldu. Sevda’yı uyandırdı. Sevda ile göz göze geldiğimizde ona sus işareti yaptım, o da onayladı.
“Otur bakalım Murat.” dedim, Murat kanepenin boş bir yerine oturdu, ben de yanına oturdum ve;
“Biliyor musunuz biz Murat’la ne yapıyorduk?”
Herkes uyanmış, yatağında oturmaktadır. Kimseden ses çıkmayınca;
“Murat’la operasyonculuk oynuyorduk…” dedim ama kimsenin yüzündeki ifade değişmedi. O sırada gizlediğim bıçağı çıkardım ve kaldırarak onlara gösterdim:
“Kardeşiniz Murat, sinsice ve elinde bu bıçakla bizim odaya girerken tarafımdan yakalanmıştır. Şimdi sizin huzurunuzda Murat’a soruyorum; Murat yüzüme bak…” Murat yere bakmaktadır. Artık sertleşiyorum:
“Murat..! Yüzüme bak diyorum sana..!” Murat yavaşça başını kaldırdı ve bana baktı.
“Ulan hayvan..! Babanın yaptığı yetmedi mi ki sen de kalkıp bu pisliği yapıyorsun? Ha?!” Murat dahil kimseden ses çıkmıyor.
“Sen yat kalk bu insanlara dua et. Yoksa gözünün yaşına bakmaz ananı ağlatırdım senin.” Sevda yerinden kalktı:
“Baban ne ki sen ne olacaksın köpeğin oğlu” dedi ve Murat’a uzandıysa da ben engelledim:
+ “Yapma Sevda, arkadaşlar uyanırsa iyi olmaz. Susun da rahat rahat konuşalım.” dedim.
Murat’a böyle bir olayda kurtulmasının mümkün olmayacağını, ailede tek erkek kendisinin olduğunu, artık aileye reislik yapmaktan başka bir şey düşünmemesi gerektiğini uygun bir dille anlattım. Bu sırada uyanmış olan Kemal yanımıza geldi ve meraklı gözlerle sordu:
“Hayırdır ya, bir şey mi var?”
“Yok ya, canım sıkıldı, baktım odanın ışığı yanıyor, kalktım buraya geldim. Sohbet ediyoruz işte. İstersen sen uyu, ben ayaktayım zaten.”
Kemal “tamam” dedi ve odadan çıktı. Ben;
“Hem zaten benden sonra nöbeti Murat tutacakmış” dedim içerdekiler gülüştüler ve içerinin havası yumuşadı.
“Sevda…”
“Efendim?”
“Murat’ı bir daha ne olursa olsun babasıyla mukayese etme.” Sevda ve diğerleri merakla bana bakıyorlardı.
“Çünkü Murat, babasının hatasına düşmeyecektir.” İçerdekiler duygulandılar. Murat’ı omuzlarından sarsarak;
“Öyle değil mi erkek..!” dedim, Murat gülümsedi. Diğerleri de gülümsedi. Elif çay yapmak istedi, kabul etmedim.
“Haydi, uyuyun bakalım. Allah rahatlık versin.” dedim ve dışarı çıktım. Arkamdan iyi geceler dilediler. Sağ olsunlar, öyle iyi bir geceye ihtiyacım vardı ki… Artık göz kapaklarıma hükmedemiyordum.
* * *
“43 20, 43 26.”
“43 26 dinlemede efendim.”
“Aynı yerde misiniz?”
“Doğrudur efendim.”
“Anlaşıldı. Görev bitiminde görüşelim.”
“Anlaşıldı efendim.”
Böylece ekipler amirinin anonsuyla güne başlamış olduk. Uyanmamızdan ev halkının etkilenmemesi ve uyanmamasına azami dikkatimizi sarf ediyorduk. Kemal bu saatte bir sigara yaktı. Hüseyin yüzünü yıkamış vaziyette lavabodan gelirken çay suyunu ocağa koyduğunu söyledi. Ben de fırsat buldukça üşenmeden her sabah yaptığım gibi birkaç şınav, birkaç mekik çektim ve birkaç kez de çöküp kalkmak suretiyle sabah sporumu tamamladım. Hep mutfakla ilgilenmek stres atmama iyi geldiğini düşünürüm nedense. Geçtim mutfağa ve arkadaşlara kahvaltı hazırlamaya başladım. Hüseyin’in de yardımıyla şöyle paşalara layık (!) bir masa hazırladık ve oturduk kahvaltı sofrasına. Hatırladığım kadarıyla evde televizyon yoktu. Çünkü hiç hatırlamıyorum. Ev halkı yatadururken biz kahvaltımızı tamamladık.
Saat 11.30 sıralarıydı. Bir anons bizi sevindirmişti;
“43 20, 43 26.”
“43 26 dinlemede efendim.”
“Bulunduğunuz yerde göreviniz tamamlanmıştır. Gerekli tutanakları tutun ve adresten ayrılın.” Hüseyin ile Kemal derin bir “oh” çektiler, ben de onlara gülümsedim.
“Anlaşıldı efendim.” diye cevap verdim. “Haydi, geçmiş olsun beyler. Kazasız belasız bitirdik işimizi. Hüseyin şu dosyayı getir de tutanakları tutalım.” Hüseyin;
“Tamam, ağabey” dedi ve aşağı inerek arabadan dosyayı aldı getirdi.
Ben tutanağı tanzim edip bitirdikten sonra ayağa kalktım, bir sigara yaktım:
“Hüseyin, Sevda hanımı ve diğerlerini uyandır gelsinler.”
“Tamam ağabey.”
Az sonra Sevda, Elif, Murat ve diğer kız geldiler.
“Sevda şu tutanağı imzalar mısınız? Görevimiz bitti. Artık biz gidelim de sizler de rahat edin.”
Sevda adeta; “ne diyorsun sen ya..?” dercesine bir bakışla cevap verdi. Ben masaya gelerek tutanağı önüne bıraktım ve kalemi verdim. İmzalayacağı yeri gösterdim. Sevda tuhaf tuhaf baktı bana ve sandalyeye adeta yıkılırcasına oturdu. Bir sinirle imzalamak üzereyken müdahale ettim:
“Hayır, olmaz… Okumadan imzalatmam. Önce oku.” dedim. Sevda yine bana “neler oluyor?” dercesine baktı. Ben de ısrar ettim:
“Evet, okumazsan kesinlikle imzalatmam.” dedim. Sevda tutanağı okumak üzere önüne çekti ve başını iki elinin arasına alarak okumaya başladı. Veya okur gibi yaptı. Elif kapının girişin de kafasını duvara dayamış gözleri yumuk vaziyette düşünüyordu. Diğer kız kapıda öylece yere bakıyordu. Murat odada değildi. Sevda’nın tutanağı okuması uzun sürünce espri yaptım;
“Ne o? Çok sürükleyici buldun galiba.” dememle, Sevda’nın gözyaşının tutanağa damlanışını görmem bir oldu. Sevda’yı omzundan çekerek;
“Sevda ne yapıyorsun sen Allah aşkına?” dedim. Sevda kendini tutamadı ve imzayı attıktan sonra kalemi masaya fırlattı ve kalkıp boynuma sarıldı:
“Nereye gidiyorsunuz..? Bizi kime bırakıyorsunuz? Sizden başka kimsemiz kalmadı ki… Siz de giderseniz biz ne yaparız.. Ne olur gitmeyin…”
Etkilenmemek mümkün değildi… Bir an ne yapacağımı şaşırdım. Odadakilere baktım, Hüseyin üzüntü içinde, Kemal pencereye dönük sıkıntıdan sigarayı yiyor adeta, Elif sessiz sessiz ağlıyor, diğer kız öyle… Sevda’nın sırtını sıvazlayarak kendimden uzaklaştırdım:
“Yapma Sevda. Bak kardeşlerin de etkilendiler. Sen büyüklerisin metin olmalısın. Allah büyüktür. Yeter ki siz doğru olun. Hep birlikte çalışır kazanır, yaşar gidersiniz. Hem söz veriyorum sıkça uğrarım. Sadece ben değil, Kemal de, Hüseyin de uğrar… Haydi, sil gözlerini ve bizi güçlü bir biçimde uğurla yoksa bizim de gözümüz arkada kalacak. Yeterince üzdün zaten bizi.” Sevda söylediklerimin üzerine biraz kendini toparladı. İmzaya çağırdığım Elif, birden sesini yükselterek hüngür hüngür ağlamaya başladı ve gelip bana sarıldı:
“Ne olur gitmeyin… Ne olur gitmeyin… Biz ne yaparız şimdi… Ne olur yalvarırım gitmeyin..”
Yapamıyorum… Artık kendimi tutacak mecal kalmıyor bende. Buna rağmen gözyaşlarıma sopayı göstererek durduruyorum. İçim yanıyor… Otuz iki yaşında olmasına rağmen Sevda da genç bir bayan… Elif öyle… Diğeri öyle… Murat her an hata yapabilecek ergenlik çağında ve başlarında aklıselim bir kimse yok. Sevda ve diğerleri ağlarken başlarını yaslayacak omuzların, ellerinin altından kayıp gitmelerini yaşıyordu adeta…
“Elif yapma, bak kızıyorum ama…” dedim ve sırtına vurarak;
“Bak göreceksin… Bundan sonra daha iyi olacak her şey. Hadi canım, imzala şu tutanağı.” dedim. Elif istemeyerek de olsa imzaladı. Tutanağı tamamladıktan sonra toparladım ve Hüseyin’e verdim. Gitmek için hole çıktığımızda, Murat’ın çökmüş vaziyette ağlamakta olduğunu gördüm ve ona takıldım biraz:
“Ne o ya? Sizde erkekler ağlarmıymış? Allah Allah… Ne kadar ayıp… Evin erkeği bizi yolcu edeceğine oturmuş ağlıyor, şuna bak ya…” dedim ve gidip kaldırdım.
“Ayıp oluyor Murat ağabey… Bak hanımlar sana bakıyorlar… Haydi bakalım, toparlan da yolcu et bizi.” dedim. Murat o an elime eğildi, müdahale etmedim ve öpmesine izin verdim. Ben de onu öperek karşılık verdim. Sevda ile Elif ile ve diğer hanım kız ile vedalaştıktan sonra, hücre evi dedikleri evden ayrıldık.
Sonrası mı?
Gitmedik.
Veya herhangi bir sebepten dolayı gidemedik.
O insanlara bir özür borcum var ve ben bu özrü huzurunuzda diliyorum;
“Sevda, Elif, Murat ve adını hatırlayamadığım hanım kız… Söz verdiğim halde gelemediğim için sizden özür diliyorum.”
(Sanırım Murat şu anda 27 yaşlarında bir delikanlı, Sevda ise 44 yaşında bir hanımefendi olmuşlardır.)
Not. Gerçek hayattan bir kesit olan bu hikayeyi birincisinden itibaren tamamını okumanızı öneririm efendim.
YORUMLAR
Sanırım tamamen kurgusal bir hikaye
açıkçası en kötü polis romanlarında dahi böyle kurgu görmedim...
eşiktekiadam
Ama HÜCRE EVİ şimdi roman olarak basılacak. Kurgu nasıl olur romanda okursunuz efendim.