KİTAP KOKUSU
-Baba, nereye gidiyorsun?
-Anamur’a.
-Bende geleyim mi?
-Gel. Ama işim uzun sürebilir.
-Olsun.
-Hadi gidelim öyleyse.
….
20 dakikalık yolculuktan sonra, Anamur’dayız. Acil işleri bitirdikten sonra, asıl işe sıra gelmişti. Uzun sürecek dediğim işe. Yaklaşık 3 hafta önce akşam üzeri gelmiştim. Dolayısıyla alelacele göz atıp çıkmıştım. Şimdi doya doya bakmaya zamanım vardı. Kitapçıdayız.
Oğlum Hüseyin’e çocuk kitaplarının olduğu bölümü göstererek:
-Sen bu bölümdeki kitaplara bakacaksın. Sevdiğin kitaplardan 4-5 tanesini ayır. Onları satın alacağız.
-Tamam baba.
…..
Bir saate yakın kitapları taradıktan sonra ben üç kitap ayırdım yeni gelenlerden. Hüseyin ise 5 kitap ayırmıştı kendine. İki tanesi seviyesinin çok çok üzerindeydi. Onları almaktan vazgeçtik. Hesap, dedim kitapçı arkadaşa. O da benim seçtiğim kitapları hesapladı, Hüseyin’inkilere gelince, “bunlar benden, küçük arkadaşıma hediye” dedi. Dedi demesine ama parayı ödeyip üzerini alıncaya kadar geçen saniyeler içinde neler canlanmadı ki zihnimde. Paylaşmalıydım kitapçıyla. Hüseyine seçtiği kitaplardan birisini, arka taraftaki masaya geçip okumasını ve biraz daha kalacağımı söyledim.
-Biliyor musunuz kardaş, biraz önceki hareketiniz çok anlamlıydı. Beni de duygulandırdınız. Yaklaşık olarak 25 yıl öncesine götürdünüz. Sıkılmazsanız anlatabilir miyim?
-Tabi hocam, ne demek. Sıkılmam, bilakis memnun olurum. İsterseniz bu arada birer çay içelim. Hazır çayımız var.
- Olabilir. İçelim.
-İlkokulu köyde okudum. Türkçe kitabındaki kısa öykülerden başka öykü okumamıştım. Hatta kitap denilince aklıma sadece ders kitapları gelirdi. Ortaokulu Kırşehir’de okudum. Okulun açıldığı ilk gündü ve ilk ders Türkçe idi. Sınıfımızda 40 civarında öğrenci arkadaşım vardı. Hiç birini tanımıyordum. Benim gibi köyden gelen biri varmıydı acaba diye merak ettiğimi hatırlıyorum. Öğretmenimiz;” arkadaşlar sırayla kendinizi, isimleriniz, geldiğiniz okul, anne va babalarınızın sağ olup olmadıklarını belirterek tanıtınız.” Demişti. Sırayla her arkadaş kendini tanıtıyordu. Dikkat ettiğim tek şey, isimleri ve geldikleri okulun adıydı. Sıra bana gelmişti. Adımı soyadımla söyledim. Okulumun adı köyümün adıydı. “anam, babam sağ” dediğimde sınıfta gülüşmeler oldu ve kızardığımı hissetmiştim. Niçin güldüklerini, öğretmenimin:”arkadaşlar bunda gülünecek bir şey yok, ana kelimesi öz Türkçedir.” Açıklamasında bulunduğunda anlamıştım. O gün ilk öykü kitabını öğretmenim vermişti bana. Hiç kitap okumadığımı anlamış olmalıydı. Zira kitap verilen ikinci bir arkadaşım yoktu. Öğle arasında okuyup geri verdim öğretmenime.
Hafta sonunda çarşıya gittim. Bir simit alacak param vardı. Acıkınca alırım düşüncesiyle vitrinlere bakarak geziyordum. Gezerken bir vitrine takılıp kalmıştım. Ders kitaplarına benzemeyen kitaplar vardı. Dükkanın adına baktım. “…..KİTAP-KIRTASİYE” yazıyordu. Tek tek bütün kitapların adını okudum. Resimli çocuk kitapları daha çok ilgimi çekmişti. Utana sıkıla içeri girdim. Babam yaşlarında bir adam vardı tezgahta. Kitaplara bakmak için izin istedim. O da “bakabilirsin” dedi. Baktım… baktım… baktım… Genellikle arka kapaktaki yazıları okudum. Çok güzel şeyler yazıyordu. İçindekileri merak etmemek mümkünsüzdü. Bacaklarım yorulmuştu. Hafifçe eğilip dizlerimi ovaladım. Kitapçı amca görmüş olmalı ki. “evlat, iskemleye oturup bakabilirsin” dedi. Takip edildiğimi anlamış, yine utanmıştım. Çıkıp gitmeliydim. Ama ayrılmak istemiyordum kitaplardan. Oturdum. “Bir Vuruşta Yedi Can” adlı bir öykü kitabını aldım elime. Önce arka kapağına baktım. Yazı yoktu. İlk sayfasını açtım. Bir cümle okudum. Bir cümle daha… bir daha… bir daha derken kitabın son sayfasına gelmiştim. Kitaplara bakmak için izin almıştım da okumak için almamıştım. Bir kez daha utandım. Hırsızlık yapmış olur muydum acaba?
-Olmaz hocam, olmaz. İstediğiniz kadar okuyun.
Bu anlattıklarım çocukluğumda yaşadığım şey kardaş. Size sormamıştım. O an düşündüğüm şeydi sadece.
-Kusura bakmayın hocam. Araya girdim, sözünüzü böldüm. O kadar kaptırmışım ki kendimi, bir o kitapçı benmişim sandım. Siz devam edin lütfen.
-Okuduğum kitabı yerine koydum. Oturduğum iskemleden kalktım. Başka bir bölüme bakmaya başladım. Buradakiler kitap değildi. Sayfaları az ve boyları uzuncaydı. Fiyatlarına baktım. Kitaplardan ucuzdu. Bir simit parası kadar. Sayfalarını çevirdim. Resimler vardı. Resimlerin yanında da kısa kısa konuşmalar. İlgimi çekmeyi başarmışlardı. Bir tanesini alabilirdim. Hem alırsam kitapçı amca hakkını helal edebilirdi. Aldım ve çıktım. Evde okurum demiştim ama dayanamadım yürürken ilk sayfaya baktım. Sonra iki…üç…dört derken yolun yarısında bitiverdi. Ne yapacaktım şimdi? Karar verdim. Her gün anamın simit parası diye verdiği 25 kuruşları biriktirecektim. Hafta sonu kitap alamazdım ama birkaç tane çizgi resimli öykü dergisi alabilirim. Birkaç hafta öyle devam ettim. Saatlerce oturup kitaplara baktım. Amca tanır olmuştu beni. Oralet bile söylüyordu. İstediğin kadar oku diyordu. Öğle yemeğini filan unutuyordum. Kalkıp döneceğim sırada “bekle evlat” diyordu amca. Okumadığım bölümdeki kitaplardan birkaç tane seçiyor, “bunları evde oku haftaya getir” diyerek elime tutuşturuyordu. Çok sevmiştim kitapçıyı. Ömer Seyfettin’le beni o tanıştırmıştı. Kemalettin Tuğcu ile de. Sonra niceleriyle.
Birinci dönem bitmiş ikinci dönem başlamıştı. Fakat kitapçıda benim okuyacağım hikayeler bitmişti. Çünkü hepsini okumuştum. Baktığım kitaplara bir daha bakıyordum. Amca da anlamıştı, okuyacağım kitap kalmadığını.
“halk kütüphanesini bilir misin evlat” dedi.
“Yok bilmem”, dedim.
Tarif etti yerini. Gidip üye olursam bol bol kitap okuyabileceğimi söyledi. Hemen gidip üye oldum. Ondan sonraki haftalarda kütüphaneden bir kitap alıyor, doğruca kitapçıda alıyordum soluğu. Neden mi? Çünkü kitaba bakmak bir tutkumdu. Oysa kütüphanede baktırmıyorlardı. Sadece istediğin kitabı veriyorlardı.
Kitap okuma aşkım, kitapçı amcaya sevgimle beraber başladı. Ne demek istediğimi anladınız sanırım. Günümüzde öyle kitapçıya rastlamak samanlıkta iğne aramak gibi bir şey.
Sizin yapmış olduğunuz bu hareket dilerim oğlum Hüseyinin hoşuna gider. O da sizi sevmek suretiyle kitap okumayı çok sever inşallah. Sık sık geleceğiz buraya. Onu teşvik ederseniz size minnettar kalırım. Yaparsınız değil mi?
-Hocam, ne demek. Ben tüccar değilim, kitapçıyım. Her şey para demek değil. Çocuklara okuma aşkı verebilmek benim için en büyük kazançtır. Lakin dükkanın çevirilip döndürülmesi için para da gerekiyor. Ekmek paramı çıkarırsam bana yeter. Sen Hüseyin’le hep gel.
-Bakınız, eğer bu gün buradan bir kitap almışsam bu Kırşehir’li kitapçının yıllar önce sizin için ücretsiz yaptığı reklam iledir. Siz de ne olur sizden sonraki kitapçılar için şimdiden reklamlarını yapınız. Asla kaybetmezsiniz.
-Anlıyorum hocam. Unutmayacağım bu tavsiyenizi. Elimden geldiği kadarıyla da yapmaya çalışacağım.
-Öğrencilerimin velilerine de hemen hemen her toplantıda tembih ediyorum. Çocuklarınızı mutlaka ayda bir de olsa kitapçıya götürün. Beraber çarşıya gittiğinizde kitapçıya uğramadan dönmeyin. Kitap almasanız da gidin. Kitabın kokusunu alması bile çocuklarınıza koklatacağınız kokuların en güzelidir. Kitapların kokusu dostların kokusunu andırır. Ne olur çocuklarınızı, kitapları ve kitapçıları ihmal etmeyiniz. Diyorum.
msg
YORUMLAR
Kitaplar dünyadır.İstediğin kişisin sen orada.Kendi acılarından sıkıntılarından çok uzaksın.Ve senin kederinin sınırı yoktur.oysa kitaptaki ömür iki kapakla sınırlıdır.Kapağı açar yaşarsın,kapatır o hayattan çıkarsın.başka bir hayat için başka bir kapak açarsın.Kitabı kim icat ettiyse Allah razı olsun..yoksa hayatımız bir ömürle sınırlı kalırdı.güzel ve sizlik bir anı..
selamlar