- 502 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TOHUM
Kendimi bildim bileli tanırım Yunus’u. İlk önceleri cildi yıpranmış bir divandı o benim için. Pek anlayamasam da okurdum Mustafa Necati Bursalı’nın düzenlediği divanı. Anlamını kavrayamadığım kelimeleri sorduğum babam, sabırla açıklardı şiirin tamamını. Günlük hayatta hep kullandığı o sözün Yunus’a ait olduğunu ancak yıllar sonra öğrenebilmiştim. “Yaratılanı severim yaratandan ötürü.”. Doğrusunu söylemek gerekirse pek uygulayamadım hayatıma bu sözün gereğini. Uygulayabileni de pek göremedim hani…
Ortaokul yıllarımda ise, tiyatro kolunda, Türkçe öğretmenimiz yönetmenliğinde Yunus Emre oyununu sahnelemiştik. Ben Tapduk Emre’yi oynamıştım haddim olmayarak! Öğretmenimizin Yunus hoşgörüsünden pek nasiplenemediğini, ezberi hatalı olanları sert biçimde paylamasından hatırlarım. Hangimiz nasiplenebildik ki zaten? Hakkını yiyemeyeceğim birkaç emekli öğretmen, birkaçta dünya nimetinden elini eteğini çekmiş hoşsohbetli ihtiyar amca tanıdım. Hep fikrimi meşgul etti “Yaşlanınca mı erişilir bu olgunluğa?” sorusu. Ancak ölümün nefesini hissettiğimizde mi nefsimize hâkim olacaktık, ancak o zaman mı yaratanın yansımasının kalbini kırmayacaktık ufak şeyler uğruna?
Konferanslar, bilgi şölenleri düzenlendi ona dair, kitaplar risaleler yayınlandı. Hepimiz doyduk sevgi ve hoşgörü nutuklarına. Dinleyenlerin, okuyanların Yunus’tan etkilendikleri kabulüm lakin anladıklarının ve uyguladıklarının meçhul olduğunu şöyle bir çevreye bakıp görmek pek zor değil sanki! Kimseyi eleştirmek haddim değil. Konuştuklarımın birçoğu kendimden hareket ederek ortaya döktüğüm fikirler. Bir arkadaşım kalbimi kırdığında tutamadım nefsimi ve ondan daha acımasız oldum çoğu zaman. Kendimi tutup, Yunus gibi düşündüğüm pek nadir oldu. Belki bana öyle denk gelmiştir ama benden farklı olanları görmek kısmet olmadı bana.
En basitini anlatayım; Yunus’un kabri bizim şehrimizdedir kavgalarını… Onun bir kabri olamayacağını, fikrinin, zikrinin o daracık yere sığmayacağını anlayamamış olmalarından geçtim ama dünya nimetlerinden bu denli el çekmiş, kendini sevgiye, Allah (c.c.) sevgisine adamış böyle bir yüce kişinin üzerinden bu türlü kavgalar nedendir hiç anlayamadım.
Sevmeyi telkin etti o, yaratandan ötürü yaratılanı sevmeyi… Bir gün toprak olacak beden giysisini değil ilelebet bekasını koruyacak ruhu sevmeyi… Onun fikri gül tohumlarıydı, zikriyse bahçesi. Biz o bahçenin güllerini koparıp saksılarda sunileştirdik. Gâh koklayıp iç çektik, gâh seyre dalıp kendimizden geçtik. Yapraklarını soldurduk kinle, nefretle. Savaştık dünya nimetleri uğruna, seviştik yine dünya nimetleri uğruna. Yalnızca işimize geleni sevdik. Yarın öbür gün bir işimize yarar diye; sözü güzel diye; yüzü güzel diye sevdik… Yaratandan ötürü pek sevemedik nedense?
Ben hala inanıyorum ki; nice Yunuslar yetiştiren bu bereketli toprakların evlatları olarak içimizde barındırıyoruz o gül tohumlarını. Dilerim bir an evvel bahçeler açılır gönüllerimizden dünyaya doğru.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.