- 955 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KİLİM
Ona o kadar alışmıştım ki, ne zaman halamlara gitse evin içinde eksikliğini hemen hissederdim. Çok fazla kalmazdı en çok bir hafta. Ama yine de bana çok uzun zaman gelirdi.
Evimiz, Rumlardan kalma eski bir binaydı.Ayvalık’ın iç kısımlarında iki uzun dik yokuş ile çıkılabilen bir semtindeydi.Üç katlıydı ilk iki katı taş duvarlardan üçüncü katı bağdağdi denilen Rum mimarisi ile yapılmıştı.Ayvalık’ın tüm mimari görüntüsü aşağı yukarı buna benzerdi.
Ağustos ayının yakıcı sıcak günleriydi.Sokaklarda kimseler yoktu herkes evlerinde,taş avluların serin gölgelerinde işleniyordu, yada öğlen uykusuna yatmışlardı.
Annem, benim de öğlen uykusuna yatmam için çok ısrar etmişti ama uyumayacağım diye çok direndim.Kısa kollu gömleğimi, kısa pantolonumu çabucak giydim.Sokaklarda ,boş arsalarda oynarken ayaklarımızın terleyerek topraklanması sonucunda parmaklarımızın arasının çamur olduğu lastik atkılı ayakkabılarımı evimizin avlusundaki çeşmenin altında yıkadıktan sonra giydim ve sokağa çıktım.
Yokuşun başındaki iki katlı evin duvarına zarar vermesin diye dikilmiş köşe taşının, üzerinde oturmuş ‘acaba bu gün döner mi?’ diye beklemeye başlamıştım.
Ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyorum.Birden yokuşun aşağısında köşeyi dönerek ağır ağır bir elinde bastonuyla,diğer eliyle de belini tutarak zar zor yürümeye çalışan,Midilli Rumlarından kalma giyim alışkanlığı ile simsiyah ayaklarına kadar uzanan entarisiyle ve başını örten siyah eşarbı ile babaannem göründü.
Yokuş aşağı babaanne diye avazım çıktığı kadar bağırarak ve koşturarak yanına kadar geldim .Beline sarıldım. Entarisinin ceplerine ellerimi sokarak şeker ararken, babaannem;’dur dur düşüreceksin beni’ diyor bir yandan da diğer eli ile saçlarımı okşayarak beni özlediğini söylüyordu.
Elinden tutup , getirdiği şekerleri yiyerek,konuşa konuşa yokuşu tırmanıp eve kadar geldik.
Hayataltı dediğimiz yerde divanın üzerine yığılırcasına bıraktı kendini.Bir yandan da eşarbını çıkartmaya çalışırken divanın yanında büyükçe bez bir torbanın olduğunu gördü.
-----Kim getirdi bunları? dedi.
-----İki sokak ötede oturan Melahat teyze getirdi dedim.Melahat teyze annem yaşlarında kara kuru bir kadındı. -----Al bunları dedi ,Vesile kadın geldiğinde benim getirdiğimi söylersin.O, ne olduğunu anlar dedi.Büyükçe bez torbanın içinde atık kumaşlardan, kurdele şeklinde kesilmiş, sonrada birbirine iplikle dikilerek oluşturulmuş, sokakta çocuklarla oynadığımız lastik top büyüklüğünde sekiz on kadar rengarenk kurdele yumağı vardı.
------Ne yapacaksın bunları ?diye sordum.
------Bunlar kilim olacak dedi.
------Biraz çekinerek biraz da korkarak bunlardan nasıl kilim olur ki ?dedim.
------Bugün çok yoruldum yarın sabahtan nasıl olacağını sana gösteririm dedi.
O sırada çocuklar beni top oynamaya çağırmak için kapımıza gelmişlerdi.Onlarla birlikte giderek Tepecik denilen, mahallemizin biraz aşağısında arabaların geçmediği ev halkının da onayladığı oyun yerimizde oyuna dalmanın zevkini yaşamaya başlamıştık bile. Akşam ezanı okunurken yokuşun tepeciği kesen yerinde babam göründü.Yanına gidip elinde ipten örülmüş akşam erzakının bulunduğu filesine yardım edip eve birlikte gittik.
Sabah olmuş babam çoktan işe gitmişti. Annem ise ev işleriyle uğraşmaya dalmıştı.
Babaanneme ; --------Bana kilim nasıl yapılır gösterecektin. Dedim.
--------Haydi hazırlan gidelim.Dedi.
Ben günlük kıyafetlerimi giyip hazırlanmıştım bile.Elimden tuttu diğer eline de dün Melahat teyzenin getirdiği torbayı aldı. Yokuştan biraz aşağıya doğru indik.Tepecik mevkiindeki köşede bulunan evin kapısına yumruğu ile birkaç defa vurdu.
-------Ramise Hanım!diye seslendi.
-------Üst kattan bir pencere açıldı ;
İncecik ama titrek bir sesle ;
-------Sen misin Vesile Kadın?.Dedi.
Az sonra derme çatma ahşap dış kapı yere sürterek ve gıcırdayarak zar zor açıldı .
Babaannemle aynı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim Ramise teyze iki büklüm olmuş beli ve buruş buruş olmuş yüzü ,göz çukurlarının içine kaçmış gibi duran kara kara ama biraz buğulu bakan iki göz ile çok sevimli cana yakın ve güleç yüzlü bir ihtiyardı.
-----Ramise Teyze’ hadi durmayın öyle içeriye girin’.Dedi.
Aslında ben, bu eve yabancı değildim. Çünkü annemler ara sıra komşu ziyaretine bu eve gelirlerdi.Ramise Hanım Teyze ve annemle aynı yaşlarda olan gelini ile komşularla çay kahve,daha çok ta kahve içerler, sonra kahve falları bakılırdı.Çok koyu sıcacık , mutlu ama dedikodulu muhabbetler yaparlarken biz çocuklarda muziplikler yapar birazcık ta korkardık. Ev sahipleri henüz evlerine elektrik bağlatamamışlardı. Sokağa bakan ve küçücük penceresi olan bir odaları vardı. Gaz lambasının alevi gölgeleri büyütür, yarı aydınlanan eşyalar titreşerek oynaşırlardı.Gölgelerden acayip şekillerin oluştuğunu düşünerek yarım yamalak aydınlanan bu odada anlatılan olaylar bazan bizleri hiç ilgilendirmezken bazan sırf bizlerin sıkılmaması için anlatılanları dinleyerek odanın da atmosferine kapılarak acayip bir ürperme ile ve birazcıkta korkarak annelerimizin kucağına sokulup iyice küçülürdük.Çoğunlukla da hikayelerin sonlarını getiremeden ve günün yorgunluğu ile birlikte tatlı bir uykuya dalardık.
-----Babaanne niye bu eve geldik ben burayı tanıyorum diyemeden,evin daracık iki uzun eski ahşap merdivenlerini tırmanmaya başlamıştık bile. Üst kattaki denize bakan büyükçe sayılabilecek bir odaya girdik.
Tavanlar ve yer döşemeleri eskimiş,ahşaptandı.Odada lüks sayılabilecek hiçbir şey yoktu Yalnız çok aydınlıktı. Parlak gün ışığının içeriye serbestçe girebildiği büyük,ama eski pencereleri vardı.Pencerelerde hiç perde yoktu çıplaktı.
Kapıdan girer girmez odanın ortasında hatta odayı doldurabilecek büyüklükte ahşaptan yapılmış,adını sonradan öğreneceğim dokuma tezgahı duruyordu.Büyükçe bir aletti. Kocaman mekikleri,tahtadan yapılmış kaba saba pedalları vardı.Tezgahta, dokunmakta olan yarım kalmış bir kilim duruyordu.
Babaannem ve Ramise teyze bana hiç aldırış etmeden alışılmış el hareketleri ile işlerini yapmaya başladılar. Babaannem tezgahın küçücük tahtadan oturağına geçti oturdu.Eline kocaman mekiği aldı.Ayaklarıyla pedallara basıyor , bir taraftan mekiği iplerin arasından geçiriyor, diğer eli ile de kocaman bir tarağa benzeyen aleti sert bir hareketle kendine doğru çekip ipleri sıkıştırıyordu. Ama bu hareketleri inanılmaz bir çabukluk ve çeviklikle yaparak kilimi dokumaya başlamıştı bile.Tezgahtaki kilim zaman geçtikçe büyüyordu. Ben şaşkınlıktan hiç soru soramıyor sadece babaannemi ve Ramise teyzeyi seyrediyor olanları anlamaya kavramaya çalışıyordum.
Böyle ne kadar çalıştılar ve ne kadar zaman geçti bilemiyorum.Bir müddet sonra babaannem beni yanına çağırdı.Dün bana sorduğun bir soru vardı ya şimdi o sorunun cevabını aldın mı? dedi.
Sesim titreyerek;
----Evet dedim.
Sonra bana hiç aldırmadan kaldığı yerden tekrar mekiği hızla iplerin arasından geçirmeye devam etti.
Büyülenmiştim . Odadan çıktım, merdivenleri indim, sokak kapısını açtım.Tepeciğe kadar yürüdüm. Kimseler yoktu.Bir kapı eşiğine oturdum.Kollarımı dizlerimin üzerine koyup yüzümü iki avucumun içine aldım .Tam karşımda bir uçtan bir uca kadar uzanan Cunda adası ve Ayvalık’ın iç denizi müthiş güzel bir biçimde karşımda duruyordu.Bu gün bu tür kilimler dokunuyor mu yoksa fabrikasyon olarak mı yapılıyor bilemiyorum .Bazan hediyelik eşya satan dükkanlarda bu tür kilimlere rastlıyorum.Babaannem, Ramise teyze artık yaşamıyorlar.Ama savaş görmüş mübadele yaşamış ve o günlerin sıkıntılarını iliklerine işleyecek kadar hisseden bu insanların her türlü zor şartlara rağmen tutumlu yaşamak ve üretmek zorunda olduklarını ben yıllar geçtikten sonra anlayabilecektim.
Hakan URUL
Şubat-2009
Ayvalık
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.