- 909 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HÜCREEVİ - 2
Kemal, her zamanki gibi kendince geliştirmiş olduğu ilginç bir anlayışla hiçbir meraka bulaşmadan, operasyonda şahsın yakalandığı odaya geçti ve oturdu. İlginç bir anlayış diyorum, gerçekten öyle. Açıklamakta zorluk çektiğim, ama hani şu ‘bana ne’cilik veya ‘amaaaan boş ver’cilik’ karışımı bir anlayış veya sorumluluktan uzak durma zihniyetinin hâkim olduğu bir anlayış… Kemal, fiziği itibariyle biraz kilolu, esmer, önden saçları dökük, bıyıklı, tabiri caizse kamyon şoförlerini andırıyor. Hüseyin ise henüz genç ve yeni memur olmasına rağmen davranışları olgun, araştırmacı ve meraklı bir yapısı var. Boyca bizden uzun, buğday tenli, temiz yüzlü ve ince bıyıklı bir yapıya sahip. İçeride etrafına bakınarak diğer ev halkının oturduğu yere gitti ve kapıdan içeridekilere eğilerek; “merhaba” dedi ve kısa bir süre sonra dönüp bana bakarak yanıma geldi.
“Abi bunlar merhabamızı bile almadılar ya. Ne biçim insanlar, Allahallah…”
Ben holde öyle kalakalmış bayanın, yakalanan ağabeyine söylediklerini düşünüyordum. Genç arkadaşımın söyledikleriyle kendime geldim.
“Boş ver Hüseyin, Allah kimsenin başına getirmesin böyle olayları. Selamımızı merhabamızı alsalar ne olur, almasalar ne olur? Baksana hallerine… Sen boş ver şimdi bunu da, içeride kaç kişi var, üç mü, dört mü?” Hüseyin az bir düşündükten sonra;
“Dört kişiler abi. Bir erkek üç bayan.”
“İyi hadi gel oturalım” dedim ve Kemal’in oturduğu odaya girdik. Kemal sigara içiyordu. Hüseyin de sigara yaktı. Ben sigarayı ev halkıyla içmeye karar verdim ve bekledim. Kemal kafasını sallayarak;
“Vay anasını ya, adama bak… Şerefsiz evi cephaneliğe döndürmüş ya.”
Hüseyin;
“Abi işte o köpeği alacaksın o roketatarın karşısına dikeceksin sonra da vereceksin roketi ki parçası bulunmasın orospu çocuğunun.” deyince ben tepkimi dışa vurmadan sordum;
“Neden? Yasalar ne güne duruyor? Teksas mı Türkiye?” dedim. Hüseyin rahat bir havada cevap verdi;
“Tabi ki Teksas değil abi ama itin yaptığına baksana. Üç genç kız veya kadın ve 15 yaşlarında bir genç çocuk. Başlarında kimleri kimseleri kalmadı. Bayan haksız mıydı sokağa mı düşelim derken?” Kemal;
“Ya boş ver gitsin, biz mi düşüneceğiz. Şerefsiz devlete kurşun sıkıyor. Bunların köküne kibrit suyu. Ne halleri varsa görsünler şerefsizler.”
Onlar konuşadururlarken duvarda asılı genç bir kız resmi gözüme ilişti. Kalktım resme yakın bakmak için yanına gittim.
“Ya bu ne kadar güzel bir kız böyle. Kim acaba?” dedim, Hüseyin ile Kemal de dönüp baktılar ve soruma kayıtsız kalıp sohbetlerini sürdürdüler. Onlar konuşadururken ben ev halkının olduğu odaya gittim. Kapıdan ilk gördüğüm resim beni üzdü. Çünkü hepsi çaresiz ve bitkin vaziyetteydiler.
“Merhaba, konuşabilir miyiz?” dediğim anda, en büyükleri olan bayan oturduğu yerden şiddetli bir şekilde bağırdı;
“Defooool! Şerefsiz köpekleeeeerrr! Allah topunuzun belasını versin!”
Ben soğukkanlılığımı muhafaza ederek bir adım geri çekildim ve ellerimle işaret ederek;
“Sakin olun, tamam… İçeri girmiyorum. Sakin olun.” deyip odalarından çıktım. Hüseyin ve Kemal sesi duyunca onlar da gelmişlerdi. Hüseyin;
“Abi ne oldu?”
“Yok, bir şey yok. Tamam, haydi odamıza geçelim” derken Hüseyin’in kolundan da tutarak, yürüdüm. Kemal de arkamızdan geldi. Konunun ne olduğunu sordular, olayı anlattım. Haliyle moralimiz bozulmuştu. Böylece ev halkıyla içeceğim sigarayı bir başıma içmek durumunda kaldım. Moral bozukluğundan ve günün getirdiği stresten olacak galiba, biraz suskun kaldık. Bir müddet ilgisiz bıraktığımız sigaralarımızla ilgilendik.
Vakit, hani koyu ikindi derler ya, işte o vakitteyiz. Ben birden kalkıyorum ve;
“Arkadaşlar sakın gelmeyin. Ben yine onların yanına gidiyorum. Ben çağırmadıkça sakın gelmeyin” dedim ve onların odasına doğru kararlılıkla yürümeye başladım. Hüseyin arkamdan seslendiyse de cevap vermedim ve içeri girdim.
“Kalkın lan ayağa! Kalk! Kalk hadi..!”
Üçü kalktı. Büyük olan bayan, yerinden kımıldamadı. Aslında benim hedefim oydu ama, tınmadı bile. Yanına gittim kolundan tutarak kaldırmaya çalıştım.
“Sana diyorum duymuyor musun?! Kalk da bakalım şerefsiz kimmiş, köpek kimmiş! Ben köpeksem devletimin, milletimin köpeğiyim! Peki ya sen kimin köpeğisin?! Haydi yüreğin varsa çıkar şu kimliğini de göreyim seni!” O da aynı şiddetle bana karşılık verdi;
“Sende yürek varsa sen kimliğini versene! Yüreksizler. Ancak gücünüz bize yeter değil mi?”
“Ya!? Demek kimlik istiyorsun öyle mi?” dedim ve elimi cebime atıp kimliğimi çıkardım:
“Al sana kimlik!” dedim Polis Tanıtma Kimliğimi üzerine fırlattım.
“Al sana kimlik!” dedim ve nüfus cüzdanımı çıkarıp üzerine fırlattım.
“Bu kimlikler sana yetmez!” dedim cebimdeki kalemi alıp üzerine fırlattım.
“Al şu kalemi de dediklerimi yaz! Benim adım Süphan, Soyadım Kocahan, sicil numaram şu şu şu, polisim, ve doğuluyum, annem Türkçe konuşmasını bilmez ama vatan haini değilim! Öz be öz Türk oğlu Türk’üm başka ne istiyorsun?! Sor söyleyeyim yüreksiz! Haydi, sende yürek varsa at kimliğini ortaya!” dedim. Birden ayaktakiler aklıma geldi sakin bir sesle;
“Oturun canım… Sizinle bir sorunumuz yok… Aslında bu çokbilmişle de bir sorunumuz yok da, dik kafalılığından adamın sinirini bozuyor.” dedim, oturdular. Kimliklerimi ve kalemimi attığım yerden aldım. Çıkmadım, içeride adımladım durdum. O bayan ve diğerleri oturmuş düşünüyorlardı. Bir ara tartıştığım bayanın ayaklarıma baktığını gördüm. Bunu bir gelişme kabul ederek konuşmaya başladım;
“Bakın, benim adım Süphan, soyadım Kocahan. Eğer adam gibi konuşacaksak, ben Süphan abiniz olmaya hazırım. Yok eğer inatla bu siniri devam edecekseniz kendinize yazık edersiniz. Çünkü sinir zarar verir.” dedim ve sustum. Önlerinde volta atarken isimlerini de sormaya başladım;
“Bakın, zannetmeyin ki ben görev gereği sizden isminizi soruyorum. Hayır, kesinlikle değil. Siz de biz de bir müddet buradayız. Yani en azından müşterek konularda birbirimizle konuşabilelim. Abinizin yaptığı tabi ki çok yanlış. O, sizi düşünmeden kendini bir hiç uğruna harcadı gitti. Artık onu öldü olarak düşünün ve hayata öyle bakın.” Bu arada kapı zili çaldı. Hemen çıktım Hüseyin ve Kemal de çıkmışlardı. Holde onlara sus işareti yaptım ve ev halkına;
“Sen otur, kalkma yerinden. Sana güvenmiyorum. Sen, her şey normalmiş gibi kapıyı aç ve şahısla normal konuş, tamam mı?” dedim Yirmi yaşlarında tahmin ettiğim bayan “tamam” anlamında kafasını salladı ve kapıya doğru giderken, büyük yerinden fırladı ve onu kolundan tutup geri çekerek kendisi kapıya gitti. Ben telaşa kapılan ve kendisine müdahale etmek isteyen Hüseyin ile Kemal’e işaret ederek durdurdum. Bu arada zil sık sık çalıyor. Büyükleri olan bayan kapıya gitti, kapıyı açtı.
“Buyur Ahmet, hoş geldin.”
“Abla nerdesiniz ya, işe gelmeyince merak ettik, dedim gidip bir bakayım hele bir durum mu var.”
“Yok bir şey, girsene içeri.” dedi ve Ahmet içeri girdi. Kapı kapanınca biz çıktık.
“Merhaba Ahmet, biz Polisiz.” dedim ve kimliğimi gösterdim.
“Kimliğini alabilir miyim?” Ahmet kısa bir şaşkınlık geçirdikten sonra rahat davranışlarla kimliğini çıkarıp uzattı;
“Buyur abi.” Bayana döndü;
Hayırdır abla, ne oldu?” Bayan moral bozukluğundan cevap veremeyince ben anlattım.
“Ahmet, şimdi biz seni şubeye göndereceğiz. Orada seni araştıracaklar. Şayet bir şeyin yoksa serbest kalacaksın. Korkacak bir şey yok. Ama şayet bir durumun çıkarsa da cezanı çekeceksin arkadaş.” dedim. Ahmet gülümseyerek;
“Giderim tabi abi… Benim korkum yok Allaha şükür.” dedi. Ben de fırsat bilerek bayana hitaben;
“Sen de yanlış anlama. Biz burada beklediğimiz sürece belki aile dostlarınız da geleceklerdir. Ama kim olursa olsun bu işlemden geçecek. Bu yüzden sakın bize kızma. Hoş kızsan da sonuç aynı olacaktır bilesin.” dedim. Bayan ilk defa benimle konuştu;
“Anladım.”
Anons ettim ekip geldi ve biz Ahmet’i kimliğiyle birlikte gelen ekibe teslim ettik, Ahmet gitti.
Ev halkı yine odalarına geçti. Biz de odamıza geçtik. Hüseyin ile Kemal ev halkıyla tartışmalarımızı sordu, ben de anlattım. O bayanı hiç sevmediklerini ve gözlerinin onu hiç tutmadığını söylediler. Ben de;
“O kadar tartışmadan sonra kapıyla ve gelenle normal ilgilenmesi de beni sevindirdi doğrusu. Bakın bu cesaretle orada içmeye karar verdiğim sigaramı işte şimdi içebilirim” dedim ve ani bir hareketle yerimden kalkıp ev halkının oturmakta olduğu odaya gittim. İçeri girer girmez sert bir şekilde bağırdım;
“Kalkın lan ayağa adamın tepesini attırmayın ha!” dedim. Herkes adeta şoka girdi. Hiç beklemedikleri bir davranıştı çünkü benim yaptığım. Birden gülerek genç delikanlının yanına oturdum:
“Ya… Polisi nedense herkes böyle bekler. Ama inanın size yaklaşımımız bir şeyler bulmak veya öğrenmek için değil. Zaten alınan alındı. Görevimizi yaptık. Keşke böyle olmasaydı ama oluyor demek ki. Geçmiş olsun.” dedim ve isim sormaya başladım.
“Bakın eğer içinizde bir şüphe varsa samimi söylüyorum adlarınızı söylemeyin. Ama Vallahi düşündüğünüz gibi değil. Lütfen inanın bana.” Delikanlı başı çekerek adını söyledi;
“Benim adım Murat.” Murat’a takıldım.
“Hangi Murat? Kara Murat mı, Hacı Murat mı?” Gülmeye başladım. Murat ve diğer iki kız da gülümsedi. Ben elimi Murat’ın omzuna attım. Ortanca bayan;
“Benim adım Elif.”
“Elif kaç yaşındasın sen?
“Yirmi iki.” Küçük hanım da on sekiz yaşındaymış ama adını hatırlayamadım. Büyük dediğim bayana baktım sigarayla öyle bir cebelleşiyordu ki, sanki odada değil di. Tabii ki kolay değildi. "Evimizin direği" dedikleri ağabeyleri onlara çok büyük bir kötülük yapmıştı çünkü. Ben, biraz kendine gelsin diye takılmaya karar verdim;
“Hanımefendinin adını sormaya gerek yok. Çünkü sorsam da söylemeyecek.” dedim ve diğerlerine göz kırptım. Bayan bana baktı, bir yudum duman çektikten ve dışarıya verdikten sonra bana döndü;
“Demin dediklerinin hepsi doğru muydu?”
“Evet.”
“Yani annen Türkçe bilmiyor öyle mi?
“Evet.”
Bu sefer biraz sertleşerek sordu;
“Sen ülkücü olduğunu mu söylediydin?”
“Evet.”
Başını öne eğip sallamaya başladı;
“Boşuna dememişler terörcülerin hepsi faşist diye.”
“Ben faşist olduğumu söylemedim ki, eğer olsaydım kesinlikle söylerdim. Bir komünistin, ben komünistim diyebileceği kadar cesaret var bende. Olsam söylerim. Ama değilim. Hem ben o ifadeyi tepki olsun diye sana karşı kullanmıştım. Yoksa mesleğimin bilincinde olan bir memurum.” dedim, karşılık gelmeyince devam ettim:
“Bakın size bir teklifim var.” dediğimde hepsi bana bakmaya başladı.
“Bizim karnımız aç. Sizin de açtır. Haydi yiyecek bir şeyler hazırlayalım, ne dersiniz?” Kimseden ses çıkmadı.
“Malzeme bizden, yapması sizden… Olmaz mı?” Yine ses yok.
“O zaman anlaştık. Ben şimdi gidip malzeme alıyor ve geliyorum. Ne yapacağız, ne alayım? Aşçı hanginizseniz bana cevap versin.” Büyük bayan diğerlerini uyardı.
“Elif kalk…” Bana yöneldi.
“Ne yapmamızı istiyorsanız söyleyin, yaparız biz.” dedi. Ben şaşırdım. Ama sakin davranarak soruyu yönelttim;
“Özür dilerim adını sorabilir miyim?”
“Sevda.”
O zaman sen yandın Sevda…” dediğimde bana dönüp dik dik baktı.
“Benim amacım zaten senin adını öğrenmekti.” Çıktım bağırdım.
“Hüseyin… Kemal!” İkisi şaşkın vaziyette odadan çıktılar. Ne oldu der gibi bakıyorlar. Ben onlara göz kırparak;
“Tamam, adını aldık. Sevda’ymış. Hemen şubeye bildirin ekip gelsin, gönderelim.” dedim ama kandıramadım, çünkü ben konuşadururken Sevda da mutfağa geçmiş meğer. Yanlarına gittim. Hüseyin ile Kemal de geldiler. Sevda malzeme almamızı gurur yaparak itirazda bulundu.
“Ya bırak şimdi gururu sen de be… Ne var yani? Üç beş kuruşu senden alsam ne olur, ben versem ne olur Allah aşkına ya… Ben gidiyorum.” Sevda itirazda inatlaştı.
“Bak Sevda ekip çağırmaya mecbur etme beni karışmam bak sonra.” dedim, Sevda gülerek çekildi ve ben biraz da güneşlenmek ve hava almak adına bakkala gitmeyi üstlendim ve gittim. Meşrubat, yiyecek, çerez, sigara v.s. aldım ve döndüm. Binadan içeri girdiğimde önümde genç biri vardı. O önden, ben arkadan merdivenleri tırmanıyoruz. Tam karakol kurduğumuz daireye geldi, durdu ve zile bastı. Ben de yanında durdum.
“Niye zahmet ettin, ben zile basardım. Sağ ol bastığın için.” şeklinde espri yaptığımda genç dönüp bana baktı ve gülümseyerek merhabalaştı.
“Sevda ablalara mı?” dedi, ben de;
“Evet, siz?” dedim. Genç;
“Sevda abla yanımızda çalışıyor. Bugün gelmeyince…” demeye kalmadı kapıyı Sevda açtı. Ben;
“Bakın size misafir getirdim.” dedim. Sevda beni gelenle birlikte görünce rahatladı. İçeri buyur etti. Ben de içeri girdim ve mutfağa yöneldim. Hüseyin ile Kemal gelenle ilgilendiler. Malzemeyi mutfağa bırakıp yanlarına geldim. Genç gülümseyerek;
“Abi yoksa sen de mi polissin?” dedi. Ben de;
“Evet.” dedim. Gülüştük ve olayı usulen anlattık, kimliğini aldık ve ekibe anons ettik. Ekip geldi, genci aldı ve gitti.
Biz yedi kişilik kocaman bir aile görünümünde sofradayız. Yemekler yendikten sonra sigaralarımızı yaktık ve sohbete başladık. Bu arada gurur yapmasın diye Sevda’dan sigara parasını aldım.
Mehmet; Sevda, Elif ve diğer kızın, ağabeyleriymiş. Murat, Mehmet’in oğluymuş. Yani Sevda ve diğerleri Murat’ın halalarıymış. Duvarda asılı duran o fotoğraftaki güzel kız da Mehmet’in kızıymış. Kız, Mehmet’in göndermesiyle dağa çıkıp örgüte katılmış. Bir zaman sonra da cesedini almışlar. Sevda bunları anlatırken neredeyse ağlayacaktı. Ben de o durumdaydım. Murat gerilmişti. Ona biraz takıldım, şakalaştım, normale döner gibi oldu. Hüseyin fıkralar anlatıyor, bizler de kahkahalarla gülüyoruz.
Artık vakit akşam olmuştu.
.../...