- 790 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Başka Bir Hikaye; Entegrasyon
Bugün biraz da içinde yaşadıǧım topluma uyum konusunda bir arkadaşımın tavsiyesiyle biraz zaman ayırmaǧa çalışacaǧım. Yaklaşık yirmi yıldan beri ben de Avrupa’nın ve dünyanın en zengin sömürü ülkelerinden ve Avrupa Topluluǧu’na Fransayla beraber en büyük formu veren devlet olan Almanya da yaşamaktayım. Almanya, yine yüzölçümü, sanayisi, nüfusu, sosyal hukuk devleti olmanın ve teknik alanda gösterdiǧi savaşsal yıkımlarla beraber en ilerlemiş ülkelerden birisi olma özelliǧini koruyuşuyla da söz sahibi olan bir ülkesidir. Sovyetler Birliǧi’nin daǧılışıyla da, bu ülkeden yaklaşık on milyondan fazla bir göç alarak Avrupa Devletleri’ninde en fazla göç alan ülkesi olma özelliǧini uzun süre kimseye kaptırmamıştır bu alanda. Peki göçle beraber bir insan var olduǧu özelliǧide beraberinde getirdiǧine göre önce göçün tanımını yapmaǧa çalışarak entegrasyonun ne anlama geldiǧine şöyle bir göz atalım.
Göç, herhangi bir kimsenin, yerinden hareket ederek belirli belarsi bir yöne doǧru hareket etmesidir daha sade bir anlamla açıklamak istersek. Akedemik alanda ise göç, sosyolojinin ana konularından birisi olduǧu için tanımlamasıda sosyolojik açıdan ele alınarak incelenmesi gereken sosyal bir devinimin varlıǧıdır. Sosyoloji sözlüǧü, göçü, siyasi, ekonomik, sosyal kaosların ve doǧal afetlerin sebep olduǧu olayların sonucu olarak bireylerin veya toplulukların bir ülke ve ya beldeden, başka bir ülkeye ya da yere yerleşmek veya çalışmak amacıyla gidişi olarak tanımlar kabaca. Tabiki bu tanımlama akademik açıdan da olsa yinede yetersizdir. Konu derinlemesine incelendikce; göçlerde, iç ve dış göçler olmak üzere çeşitli kategorilere ayrılabilirler. Ülkemiz 1950’li yıllardan sonra her alanda tahribata uǧratıldıǧı için, iç ve dış göçü de plansız ve bilgisizce adeta teşvik edilerek “saldım çayıra, tanrı kayıra” mantıǧı yürütülmüştür göç konusunda… Bugün ülkemizin içgöçlerden dolayı yaşadıǧı şehirleşme sorunu sanırım buna en güzel örnektir. Büyük kentlerimizin çevresine yapılan ve ev olmayan gecekondularla üretilen varoşlardaki durumu aklı selim her insan rahatlıkla görebilir. Eǧer dikkatlice çevrelerine bakarlarsa…
Dış göçlerimizde iç göçlerimizde farklı deǧildir eǧer gerçeǧin söylenmesine izin verilirse. Bazen yaşadıǧım şehirlerin caddelerinde gördüǧüm manzaraları utanarak seyrettiǧim çok olmuştur desem abartılı olmaz. Elinde bir tesbih, takım elbiseli, terlik veya spor ayakkabıyla yürüyen bir çok vatandaşımızı Frankfurt am Main sokaklarında, Manheim, Heidelberg ve Darmstadt şehirlerinde gördüǧümde “Tanrım neden bu kadar gereksiz kul yarattın” diyerek çok isyan ettiǧim zamanlar olmuştu. Tabi Alman Devleti de dengeli bir entegrasyondan yana olmadıǧı için sadece yaşadıǧım Frankfurt am Main kentinde 42 tane Türk Kahvehanesi’nin olduǧunu yeni öǧrendiǧimde vay halimize diyerek hayıflanmıştım. Bu kahvelere giden sevgili vatandaşlarımız kırk yıldır burada yaşamalarına raǧmen hemen hemen ya hiç almanca konuşamıyorlar, ya da tarzanca denilen bir dille kendilerini ifade ettiklerini sanıyorlar. Çünkü okumayan bir toplum olduǧu için buna paralel olarak eǧitimide düşük seviyelerde seyir eden bir toplumun bireyleri o toplumda söz sahibi olamazlar. Bunu burada yaşayan Türk toplumunun bireylerinin gerek davranışları gerekse meslek ve iş hayatındaki basarıları göstermektedir. Almanya genelinde Alman İstatistik Dairesi’nin vermiş olduǧu son bilgilere göre Türkiye kökenli gençlerin yüzde kırkının ilkokul bitirme belgesinin bile olmadıǧını genel eǧitim başarı kataloglarında gözler önüne sermektedir. Ailesi doǧru dürüst eǧıtimini almamış bir toplumun yetiştirdiǧi kuşaklarda eǧitimsiz olarak yaşamaǧa mecburdurlar. Bu temel eǧitim olmadıǧı için böyle bir toplumun bireyleride yaşamın her alanında basarsız olmaǧa mahkmdrlar. Böylece gelişme gösteremeyen bireyler geri kalarak en vasıfsız ve düşük ücretli işlerde çalışmaǧa da mecbur oldukları için kazançlarıda malesef alınan eǧitimlerine paralel olmaktadır.
Şu anda Almanya da yaşayan Türk toplumunun karekterini kuş bakışı bir açıdan incelemeǧe kalkarsak yukarıdaki çizilen tablodan farklı bir tablo elde edemeyiz. Çünkü bu şikayetleri ailelerde çeşitli veli toplantılarında ve nadirende olsa katıldıǧım seminerlerde dile getirmektedirler.
Entegrasyona gelince durum hem bizim kendi önyargılarımız, hemde yerli toplumun kendi içinde taşıdıǧı önyargıların sonucu olarak entegrasyonu zorlaştırmaktadır. Fransızca kökenli bir kelime olan entegrasyon entegere fiilinden türetilmiştir. Türkçemize isim olarak aktarıldıǧından anlamıyla beraber bütünlüǧünüde koruyarak sözlükdeki yerini almıştır. Anlam olarak bu sözcüǧü Türkçe’ye çevirirsek, şöyle bir sonuca varabiliriz: Bütünleşme ve birleşme olarak, içinde yaşanılan bir topluma kendi özelliklerini kaybetmeden kaynaşma olarakda izah edebilir. Bir gruba ve bütüne kendi varlıǧının bilinciyle yaklaşan birisi, beraberinde gelmiş olduǧu toplumun deǧerlerini koruyarak yerli toplumlarla kaynaşmasını da kolaylaştıracaktır. Dengeli kurulan bütün ilişkilerde saǧlam bir zemine oturtulacaǧı için sarsılması ve yıkılmasıda kolay olmayacaktır. O halde bu kültürelde bir kavram olarak karşımıza çıkıyor konuyu kültür felsefesi açısından irdelemeǧe kalkarsak. Kültürel bütünleşmede entegrasyonu kapsadıǧına göre bu kez de karşımıza kültürün ne olduǧu sorusu geliyor aklımıza. Hemen cevap verme gerekirse, karşıt bir soruyla bu soruyu cevaplandırma olanaǧımız olmasada izah etme olanaǧımız oluyor. Kültür sözcüǧü de yine Avrupa Dilleri’nin kökeni olan Latince’den gelmektedir. Alamı çok geniş bir bakış açısıyla kavranılmaya çalışılması mecbur olan bu kavram insanlıǧın süreç içerisinde ve medeni anlamda kazanmış olduǧu deǧerlerin tümüdür dersek yanılmış olmayız. Tarih dersleri notlarını karıştırdıǧınızda kültür (Latince cultura, Fr. culture) sözcüklerinin ortak bir adı olarak algılanır. Ve şöyle tanımlanır Türkçe Sözlük de: Tarihi, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan maddi ve manevi deǧerlerin ve bunları yaratmada, gelecek kuşaklara aktarmada kullanılan, insanın doǧal ve toplumsal çevresine egemenliǧin ölçüsünü gösteren araçların bütünü olarak kabul gören bir gelişme deǧişme süreci olarak tanımlanabilir. Dilimizde, hars ve ekin sözcükleri de kültür sözcüǧüne eslege sözcükler olarak yerleşmiştir. O halde entegrasyon da kültürel bir aşama olduǧu için kendini yeniler, ama bu yenileme ve deǧişim kaplumbaǧa hızınında altında kalan bir süratle yürüdüǧü için basar ilari ve ya da başarısızlıkları da bazen en az bir iki nesilde sonra hissedilir. Entegrasyonda toplumsal yaşamda bir aşama olduǧu için bugünden yarına sonucu alınmayacak bir gelişmedir bir insanın yaşamında. Bu evreler ve etaplar halinde kendi gelişmesini yeni bir aşama geldiǧinde sessizce yerini yeni deǧerlere ve normlara bırakabılir. Bu da bir kişinin içinde yaşadıǧı toplumun bütün özelliklerini dışarıdan kendi bakışıyla gördüǧü için karar vermesini hem zorlaştıran hemde kolaylaştıran bir aşama olarak kendini gösterecek bir boyuta sahip oluyor.
Bu aşamada yapılacak en güzl faaliyet bir insanın kimseyi örnek almadan genelin deǧerlerini kavrayarak objektif görüşlerle sübjektif görüşleri ortak paydalarda buluşturmak en güzel katkı olacaktır entegrasyona. Yönümüz hangi tarafa dönük olursa olsun, önemli olan aydınlıǧı yaklamak, aydınlıkta kalmak, aydınlıkla yaşayıp aydınlık olmaktan geçtiǧine göre kendi entegrasyonumuzu saǧladıǧımızda, çevremizide karınca kararınca deǧiştireceǧimizden hiç bir kuşkumuzun ve endişemizin olmasına gerek kalmayacaktır. O halde örnek almayalım ame en azından örnek olmayı deneyelim. Bu denemeǧe deǧer bir yaklaşım olduǧu için güncel bir karşılaşmayla bunu örneklendirerek de izah edebiliriz. Evet, işte bu arkadaşımla tartışmamın sonucunda bu yukarıdaki yazı yazılmaǧa çalışılmıştır.
Sonra ben bu müstakbel arkadaşımla konuşmamızı derinleştirerek, benim böyle seminerler için toplumun biraz daha içine girmem gerektiǧini ifade ederek bir kaç kitap okuyup bir iki diplomayla bu işlerin üstesinden gelmenin sanıldıǧı kadar kolay olmadıǧıni, yalın bir dille anlatarak, zamanımımızı boşa geçirmenin aslında yersiz olduǧunu bir kez daha belirttim. Böylelikle bu konuda kapanmış oldu.
Daha sonra yakınlarda bir kahveye giderek bir şeyler içmenın her ikimiz içinde yararlı olacaǧını, daha rahat sohbet ederek dertlerimizi ve sorunlarımızı anlatacaǧımızı belirttim, o da „hayhay, neden olmasın?“ diyerek bu teklifimi kabul etti. Biz birlikte Frankfurt’un o ünlü „Küçük Pazar Yeri“nin yan tarafından yürüyerek, havadan ve sudan sohbette ederek, Frankfurt Şehir Kütüphanesi’nin hemen çıkışında ki bu yeni ve modern kafeteryaya gelerek boş masalardan birine oturarak güzel garsonlardan birisinin gelip siparişlerimizi almasını bekledik, o arada hafifçe gülümseyerek yirmisini çoktan aşmış çirkin bir garson bayan, Rusça şivesiyle, „Ne içersiniz?“ diyerek bizi gerçekten kibarca selamladı. Bende bu kadının bir kaç yıl önce hiç bir kelime Almanca bilmemesine raǧmen nasıl kısa bir sürede aksanlıda olsa böyle bir dil öǧrenme başarısı gösterdiǧini sorduǧumda, bana „ben Rusya da Tiyatro ve Filim Akademisi’ni bitirdim“ diye hitap ettiǧinde içimden ona sessizce teşekür ettim. Başarı ve entegrasyon birazda bizim içinde yaşadıǧımız çevreye uymamızdan geçmiyor mu? Herhalde doǧru cevabı sizler vereceksiniz bu soruya. Saygılar ve entegreli günler diliyorum hepinize…
Hasan Hüseyin Arslan, Frankfurt am Main, 07.02.2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.