bab-ı şimal
Mevsimlerin aralığına isabet eden sancılarımız var...
Ufukta el sallayan çocukların gülüşü, orman bekçisinden gelen hasrete dair mektup, dokunuyor hayatın en ağrıyan yerine….
Duvar arkası hayallerimiz, gizlediğimiz günahlarımız kadar can alıcı, gülümsüyoruz pencere aralığı sureti belirsiz perilere, gün aşırı doğan kuş misali yuvasına alışmaya çalışan gelin bakışı ile bakınıyoruz hayata, görebildiğimiz kadarı ile yaşıyoruz.
Tedirgin doğuşların arkasına saklanan yaşlı yüze darağaçlarının gölgesi vuruyor , göz asılmakta olan sözcüklere bakıyor, tutsak olan tutukluluk aslında açılsa kaderin yolu uyku arası kaçışlar yaşayacak ruh kendi bedeninde. Oysa ki kader ne kadar maharetli, çocukların dokunaklı teni gibi.
Seyyar satıcıların tabla üzerinde satılığa çıkardıkları ruh isimlere bakıyor, belki bulur kendini.
Yerli yersiz kararların tutarsızlığı bedenleri geceye sürüklüyor, bir otobüs terminali, bir tren garı ne kadar sessiz böyle oysa ki bu şehir dönmemek üzere yemin içenler şehri, sınırına yaklaştığımız boğumlar kıvrılıyor yol kenarı viyadüklere, birazcık hızlansak yetişir miyiz ki kadere.
Sözcüklere dokunmadan yaşamak…
Yaşamak olsa gerek …
Eksik kalmış romanın yazarı gibi..
Bir bardak çay, bir sigara, hayallerini hüküm giydirmeye çalışan terzi misali şu üç günlük dünya, mezarlıkların kenarlıklarına dikilmiş lale gibi dinliyoruz kuranı belki bir hidayet ayeti vurur belleğimize de, elim, lam, mim anlatır eşyanın gerçek mahiyetini bize.
Yaşamak, çeyizine tebessüm ile bakan kızların bir nuskalık mutlulukları içinde…
Yaşamak bu olsa gerek, belki de…
....