- 548 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HOŞÇAKAL ELENİ
İnce ve keskin bir bıçakla önceden şekil verdiği deri parçalarının kenarlarını , kalın bir mermer parçasının üzerinde hızlı hareketlerle tıraşlıyarak inceltiyordu.Tıraşlanan deri parçaları,yer yer sigara yanıklarından delinmiş, eski önlüğüne ,bazıları da yere dökülüyor o ise bu duruma hiç aldırış etmeden işine devam ediyordu. Bir ara yanındaki ayaklı dikiş makinasına dönüp kibrit kutusunun üzerinde yanmakta olan , ucundaki külü bir hayli uzamış sigarasından kısa bir nefes çekti. Sonra külünü silkmeden yine kibrit kutusunun üzerine bırakarak yarım bıraktığı işine döndü.
Biraz geçtikten sonra derileri traşlama işini bitirmişti.Bütün derileri topladı.Tek tek kontrol etti.Herhangi bir eksiklik yoktu.Eski, paslı bir kutunun kapağını açtı.Atık kauçuk parçalarını benzinin içinde eriterek oluşturduğu yapışkanın içine parmağını batırarak traşladığı deri parçalarının kenarlarına sürmeye başladı.Bir tarafı genişçe olan küçük saplı bir çekiç ile yapışkan sürdüğü yerleri kalın parmaklarıyla kıvırarak kısa darbelerle vurup yapıştırdı.Artık hazırlamış olduğu deri parçaları makinada dikilerek birleştirilecek hale gelmişti. Belli belirsiz bir tedirginliği vardı.Hava yavaş yavaş kararıyordu.Geri kalanını da yarın tamamlarım diyerek çalıştığı tezgahın üzerini temizledi. Bütün malzemelerini ve aletlerini olması gereken yerlerine kaldırdı.Bunlar her zaman yaptığı sıradan işlerdi onun için.
Mübadeleden sonra ihtiyar annesi ve kız kardeşi ile gelip yerleştikleri Ayvalık’ta,Midilli de çocukluğundan beri yanlarında çalıştığı Rumlardan öğrendiği ayakkabıcılık mesleğini yapıyordu.Küçük sayılabilecek,denize açılan,Arnavut kaldırımlı,daracık bir sokağın içindeydi dükkanı.Bir çok esnaf komşusu vardı.Genelde de marangozlar.
Sigarasından derin bir nefes daha çekti bir müddet içinde tuttu sonra dudaklarını yuvarlak yapıp sigarasının dumanını halkalar yaparak havaya doğru yavaş yavaş bıraktı.Ayağa kalkıp önlüğünde birikmiş deri parçalarına aldırmadan kapıya doğru yürüdü.Kapıda durup dışarıya baktı başını göğe kaldırıp sigarasından bir nefes daha çekti.Bitmek üzere olan sigarasını daracık sokakta akan su yoluna attı.
Akşam olmak üzereydi güneş çoktan batmıştı. Güneşin kızıllığı ile aydınlanan gökyüzü etrafı tuhaf bir biçinde aydınlatıyor dükkan kepenklerinin gölgelerini uzatıyordu.
Önlüğünü yukarı çekip pantolonunun sağ tarafındaki cebinden köstekli saatini çıkarıp baktı saat altı buçuğu geçiyordu.
Kendi kendine ‘Hristo geç kaldı,bu vakte kadar kalmaz gelirdi’diye söylendi.Hristo Midilli Rumlarındandı ticaret ile uğraşıyordu.Ayvalık ta tanışmışlar kısa zamanda arkadaş olmuşlardı.Zaman zaman dükkanda çilingir sofrasını kurarlar, Midilli den ,eski günlerden,gençliklerinden konuşurlardı.Bu gün de öyle yapacaklardı. ‘Hristo bayağı geç kaldı,önemli bir işi çıktı, herhalde gelmeyecek’ diye mırıldandı .Sokak esnafı yavaş yavaş akşama hazırlanıyordu. Çıraklar temizliğe başlamışlardı bile.
Zeytinden dönen bir gurup tayfa at arabalarına ve zeytin çuvallarının üzerine kadın erkek doluşmuşlardı.At arabasından,zeytin topladıkları sepetler ve zeytin dalları sarkıyordu. Arkalarında acı zeytin kokusu ile buna karışmış at ve meşin kokusu bırakarak geçtiler. Evlerine dönen insanlar ellerinde yiyecek fileleri ile telaşlı telaşlı sokaktan geçip gittiler.Bir müddet onların arkasından baktı.Sokağın az ilerisinde marangoz dükkanı olan ,Girit mübadili Tahsin Usta akşam erzakını hazırlamış aceleci adımlarla dükkanın önünden geçerken hafif bozuk Türkçesiyle ve Girit aksanıylla‘İyi akşamlar Cemal usta bu gün akşamcısın herhalde’ dedi
Usta, belki anlamına gelen bir el işareti yaptı.Önlüğünün önündeki büyük çeplere ellerini soktu dükkanın içine doğru döndü.Hiç acelesi yoktu.Sanki onun dışında bir dünya vardı. O bu dünyaya ait değildi.Misafir gibiydi sanki.Çok ilginç bu akşam dükkan bir başka görünüyordu gözüne.Gündüz göründüğü gibi değildi.Tuhaf, acayip, değişik, büyülü bir atmosfere bürünmüştü.Her zaman dikiş diktiği makina bile çok değişik görünüyordu. Makina olmaktan çıkmış tanınması tuhaf bir varlığa dönüşmüştü.
Birden döndü dışarıya çıktı.Dükkanın iki büyük penceresinin sürgülü camlarını indirdi.Sonra üstüne kepenklerini kapattı.İçeriye girdi ve kapısını arkasından kilitleyerek kapattı.Şimdi dükkanın içi zifiri karanlık olmuştu.El yordamıyla yerini ezbere bildiği, karşı duvarda duran gazyağı lambasının fitilini, cebinden çıkarttığı kibritle yaktı ve lambasını üzerine geçirdi.İsten kirlenmiş olan lambanın titrek ışığı dükkanın içini yarım yamalak aydınlattı.Lambanın alevi is çıkartarak yanıyordu.Böyle devam ederse lamba tamamen görünmez hale gelecekti.Lambayı söndürdü.Derileri kestiği makası aldı.Bir taraftan da kendi kendine söyleniyordu.’Bu işi karanlık olmadan yapsaydın ya be adam!’.Kibriti yaktı lambanın fitilini makasla kesmeye çalıştı ama bayağı zorlandı.Bu arada kibritin alevi elini acı ile yakmaya başlarken yere attı üzerine basıp ezdi.Artık yeni bir kibrit yakıp fitili ateşliyebilirdi.Kibritin eteşi ile fitil bir güzel yandı. Sonra lambayı önlüğüne alel acele silmeye çalıştı. Evet şimdi az öncesinden daha güzel bir şekilde yanıyordu.
Gaz lambasının alevi titreyerek yanıyor etraftaki eşyaları aydınlatırken sanki eşyalar oynuyor hareket ediyorlar gibi bir izlenim bırakıyordu.
Gaz lambasının yanında asılı duran tel dolabın kapağını açtı. Dünden kalan yarım şişe rakıyı, içinde bir parça peynir bulunan tabağı aldı. Küçük tezgahın üzerine koydu.İki tane de bardak alarak her tarafı gıcırdayan hasırdan yapılmış eski sandalyesine geçerek oturdu.Bardağın birine yarısına kadar rakı koydu.Diğer bardağa ise tezgahın altında duran topraktan yapılmış tesdiden biraz su koydu.
Gömlek cebinden bir sigara çıkardı yaktı ve derin bir nefes çekti.Rakı bardağını elinde düşünceli bir şekilde bir müddet tuttu sonra hızlı bir şekilde içti.Güzel şarkı söylerdi, arakadaşları arasında ; neşeli, konuşkan bir adamdı.Kendinin de duyabileceği şekilde ‘Ah be Hristo niye gelmedin ki?. Ne güzel laflıyacaktık eskilerden ,aşklarımızdan konuşacaktık’diye söylendi.Sonra bir Rum aşk şarkısını ezbere mırıldanmaya başladı.
Zamanın ne kadar geçtiğini anlamamıştı.Kapı mı çalınıyordu ? Durdu.Nefesini tuttu. Dinledi. Hayır kapı falan değildi.Tekrar şarkısına devam etti.Ama hayır kapı çalınıyordu .Ürkek,ama tedirgin, hafifçe kapı çalınıyordu. İyice dinledi. ‘Cemal,Cemal içerde misin?
Bu ses bu ses hiç yabancı değildi.Ama nasıl olur?. Hadi canım imkansız ne alakası var?.Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başladı.Olduğu yerde donup kalmıştı.Kıpırdıyamıyor,düşünemiyor, cevap veremiyordu.
Her halde rakının etkisiyle diye düşündü bir müddet… tabi canım öyle olmalı ne alakası vardı akşamın bu saatinde hem de çok gerilerde kal…….
Kapıdaki ses tekrarladı ‘Cemal orda mısın?’Allahım rakının etkisi falan değil kapıda birisi vardı evet hem de çok eskilerden tanıdık bir sesti bu.
Acele ile kalktı kapının üzerindeki anahtarı çevirdi açtı.
Başında siyah eşarbı üzerinde siyah uzun mantosu siyah eldivenleri ile tam karsısında duruyordu.
Ağzını açtı ama sesi çıkmıyordu kendini biraz zorladı titreyen sesi ile‘Eleni sen misin?’diye sorabildi.
Bozuk Türkçesi ile ‘elbette benim canım sakın artık beni unuttun?Ne bekliyorsun almıyacakmısın beni içeriye?
İçeriye geçtiler Cemal usta Eleni’yi hasır bir iskemle buyur etti.Sonra ona da bir kadeh rakı verdi eski günlerin şerefine kadeh kaldırdılar.
Eleni kocasının işi için Midilli’den Ayvalık’a bir iki günlüğüne gelmişti.Bu akşamda Şehir Kulübünde yemeğe gidiyorlardı.Kocasını otelde bırakarak bir bahane ile yarım saate kadar dönerim deyip izin almıştı.
Cemal hiç konuşamıyordu, sanki büyülenmişti.Eleni’nin burada,dükkanda,bu saatte,karşısında olamasına hala inanamıyordu.Bir ara ,Eleni ;‘Cemal sen avlendin mi?’diye sordu.Cemal usta başıyla hayır anlamında bir işaret yaptı.Kadehinden bir yudum aldı. Ama sen….. dedi. Gerisini getiremedi. - ----Eleni ,Aman boş ver. Bak cancağızım hayat geçiyor kaç yaşımıza geldik ha daha neyi düşüneceğiz?Sonra kadehini başına dikti bardağı tezgahın üzerine bıraktı.Ayağa kalkarak ustacığım ben gideyim benim heriften yarım saatlik izin koparabildim meraklanmasın dedi.
Cemal biraz daha kalsaydın diyecek oldu ama Eleni dükkanın kapısından dışarıya çıkmıştı bile.’Hoşçakal Cemal’ dedi. Sağ elinin iki parmağını kendi dudaklarına götürüp öptü sonra Cemalin dudaklarına dokundurdu.Arkasına bakmadan hızla uzaklaşıp karanlıkta kayboldu.
Cemal donmuştu,kalbi ağzına gelecek gibi çarpıyordu.Dudaklarının arasından sadece bir iki kelime dökülüverdi.
------Hoşça kal Eleni ….
Hakan URUL 09/04/2009
Ayvalık
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.