- 883 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KÜÇÜK AVCI
Mevsim dolayısıyla, gün boyu anormal bir sıcaklık oluştu. Osman ile oğlu Cengiz, günün yorgunluğuna yenik düşerek çareyi erken yatmakta buldular.
Aile bireylerinden sayılan Karabaş, nöbeti devralarak mısırları kontrole çıktı. Tarla içinde dakikalarca gezip tozduktan sonra yaban birilerine rastlamadığı için çadıra dönerek nöbeti sürdürmeye devam etti.
O esnada nereden peydahlandığı belli olmayan ateşböcekleri ışıklı danslarını sergilerken, yumak gibi toplanıp yıldızlar gibi dağılıyorlardı.
Karabaş, şaşkınlık içinde kulaklarını radar gibi kullan-dıysa da ateş böceklerini tanıyamadı. Beyaz keskin dişlerini göstererek şuursuzca peşlerinden saldırıya geçti. Ne var ki dakikalarca koşturmasına rağmen, eli boş, yorgun bir hâlde çadıra döndü. Ağzı açık, dili sarkıyordu. Belli ki peşlerinden koşmakla aptallık yaptığını anlamış gibiydi. Gördüklerinin muhakemesini yaparken, ani refleksle başını semaya kaldırdı tüyleri fırça gibi dikleşti. Davetsiz misafirlerin geldiğine kanaat getirmiş olacak ki mısırların arasına girdi.
Arazi oldukça büyüktü. Tilki kurnazlığında yürürken, mısırları talan eden domuzları gördü. İlk anda dalaşmak istemedi. Çünkü her kavga sonucu derin yaralar alarak ölümden zor kurtuluyordu.
Karabaş, domuzlar tarafından mısırların telef edilişine daha fazla tahammül edemedi. Gözünün kestiği birisinin üzerine bir kaplan gibi sıçrayarak dişlerini geçirdi. Aralarında kıyasıya bir savaş başladı. Onlar boğuşurlarken, Cengiz yattığı yerden Karabaş’ın acı feryadını duydu:
-“Baba, baba, kalk; Karabaş boğuşuyor!”dedi.
-“Ne! Karabaş boğuşuyor mu?”
-“Evet, birileri ile boğuşuyor!”
-“Hani! Nerede?”
-“Tarlanın alt başında!”
-“Pekâlâ, sen çardaktan sakın ola aşağı inme!”
-“Olur, baba inmem. Sen nereye gidiyorsun?”
-“Tabi ki onun yardımına!”dedi.
Cengiz, babasının sözü üzerine çardaktan aşağı inmedi. Osman, tüfeği ile fişekliğini alarak mısır tarlasına girdi.
O esnada Karabaş, düşmanından aldığı derin diş darbeleri neticesinde feryat sesleri çıkarıyordu. Üzüntüsünden kahrolan Osman, bir hata sonucu Karabaşı, vurmamak için tüfeğini rast gele havaya ateşledi. Namludan çıkan kurşunlar, semada kayan yıldız gibi kızıl çizgiler çizerken, boğuşma sesleri birden kesildi. Osman, sessizliğin hüküm sürdüğü ortamda, mısırları açarak harman yerine ulaştı. Ama ortalarda ne domuzlar, ne de karabaş vardı. Buharlaşıp yok olmuşlardı sanki. Çaresizlik içinde oğlunun yardımını istedi. Oldukça üzgün olan Cengiz, babasına bulunduğu yerden yön tarif ederek, onu bulmasına yardımcı oldu. Karabaş, kan revan içinde hareketsiz yatıyordu. Bir evlat gibi sevdiği Karabaş’ı o halde görünce, yanına oturup ağlamaya başladı. Diğer taraftan başını okşuyordu. Karabaş, onun şefkatli parmaklarını bedeninde hissedince ölmediğini anımsatmak için zor olsa da parmaklarını yalamaya çalıştı. Cengiz de onların yanına geldi. Baba oğulun gözlerine nem düşmüş, yüreklerini üzüntü sarmıştı. Acaba ölecek mi düşüncesi ile onu çadıra taşıdılar. Yaralarını temizleyerek bitki özlerinden hazırladıkları merhemi sürdüler. O sırada sabah müjdecisi horozlar, sesleri ile çevreyi uyandırmaya çalışırlarken, tan yeri mora büründü. Sabahyıldızı semadan ayrılırken yerini güneş ışınlarına bırakıyordu.
Osman, oğlu için annelik görevini yerine getirmek üzere bir çırpıda sabah kahvaltısı hazırlayarak önüne koydu:
-“Evlat ben köye ineceğim. Bilirsin bugünler hasat zamanıdır. Üstelik bugün, muhtar huzurunda kura çekimi yapacağız. İlk sırayı alabilirsek eğer, mahsulümüzü yağmura bırakmadan toplarız.”
-“İnşallah babacığım dediğin gibi olur.”
Osman, oğluna gereken talimatı verdikten sonra köye indi. Cengiz, babasını gönderdikten sonra Karabaş’ın yiyeceğini hazırlayıp yalağına koydu. Tek temennisi, onun iyileştiğini görmek. Aynı dakikalar içinde muhtarlık binasının önü mahşer yeri gibi kalabalıktı. Üstelik her ağızdan şamatalar yükseliyordu.
Muhtar, kapı girişinde toplanan kalabalığı görünce dışarıya çıktı. Onların konuşmalarının bitmesini bekledi. Ama uzun süreceğini anlayınca:
-“Arkadaşlar, sabırsız olduğunuzu biliyorum. Şu konuşmanızı bırakırsanız eğer, kura çekimlerine başlayacağım.” dedi.
Onun konuşmasından sonra kura çekimlerine başlandı. Yurttaşlar, çıkan sayıları sırasıyla defterlerinin bir köşesine not düşmeye çalıştılar.
Osman, ilk sıralarda yer almadığını görünce, umutlarını yitirip kaderine boyun eğmek zorunda kaldı. Öfkesinden, geç vakitte çadıra döndü. Ayaklanan Karabaşı görünce, onu dakikalarca sevip okşadı. Sonra çardağa çıktı.
Cengiz, yalnızlık korkusundan erken uyumuştu. Ne de olsa daha bir çocuk. Onun sere serpe uyuduğunu gördü. Gecenin serinliğinden korumak üzere üzerine kepenek örttü. Yaşadığı stresten dolayı dolaşmayı tercih etti.
Genç yaşta yitirdiği hanımının anıları ile baş başa kal mak istiyor gibiydi sanki. Anılar ile tan yeri ağarıncaya dek dolaştı. Çadıra dönerek imeceye gitmek üzere yol hazırlığına davrandı. Cengiz, onun çıkarttığı gürültülerden dolayı uyanıp aşağı indi. Babasını telaş içinde görünce:
-“Günaydın baba, bu telaş nedir?”diye sordu.
-“Oğul, akşam çadıra geç saatlerde geldiğim. Senin uyuduğunu görünce uyandırmak istemedim. Dolayısıyla seninle konuşamadık. Kura sonucu sondan birinci olduk. Yani senin an-layacağın, bizim mısırlar mevsim sonuna kaldı. Ne yapalım, buna da şükür. Ben yokken buralar sana emanet.”
-“Sen meraklanma babacığım. Hem mısırları, hem de çadırı korurum!”
Cengiz, babasını gönderdikten sonra mısırları kontrole çıktı. Tarlanın etrafı fundalık çalılar ile çevrili idi. Ama domuz ların geldiği yol belli değildi. Aramaya devam etti. Nihayet tepe yamacında bulunan dar bir alanın, onların girip çıktıkları yol olabileceğine kanaat getirdi. İçinden kapatmak geldi ama vazgeçti. Aklına başka bir çözüm geldi. Onları bir arada yakalayıp mısırları kurtaracaktı. Ani refleksle çadıra döndü. Babasının hazırlamış olduğu kazıkları, geçiş yolunun önüne taşıdı. Yolu kapatacak şekilde bir daire çizerek kazıkları yan yana çakmaya başladı. Zaman durmadan geçiyordu. Toprağa gömülen kazıklar, sıra hâlinde kendilerini göstermeye başladılar.
Cengiz, çaktığı kazıkları seyretmek üzere bir kenara ilişerek düşünmeye başladı:
-“Rahmetli anacığım sağ olsaydı, mutlak benimle gurur duyardı şimdi. Babam yaptığım tuzağı görünce tepkisi nasıl olacak acaba? Onları bir araya getirip yakalarsam eğer, bir anda köyün diline düşerdim. Üstelik ismim tuzakçı Cengiz olarak ünlenirdi. Akranlarım, hâlâ çelik çomak oynamakla vakit öldürüyorlar. Ama ekinlerin yaban domuzları tarafından talan edildiklerini bilmiyorlar.”
Cengiz, iyice soluklandıktan sonra tekrar işinin başına döndü. Bu sefer daha hırslı, daha hummalı bir çalışma içine gir di. Saatlerden sonra son kazığı da çaktı. İşlemin birinci perdesi bitmiş oldu. Ter içinde kalan vücudunu mintanı ile kurulamaya çalışırken, açlığını hissederek çadıra doğru yürümeye başladı. Giderken, tuzağın planını çiziyordu. Küçücük dimağını bunlar ile yorarken, çardağa ulaştı. Bu sefer Karabaş yerinde yoktu. Derhâl onu aramaya çıktı. Gidebileceği yerlere baktı ama görünürlerde yoktu. Tam umudunu kesmek üzereyken anızlar arasından çıkıp geldi. Belli ki ihtiyacını gidermek üzere çadırdan ayrılmıştı. Ona sarılıp dakikalarca sevdi. Ölümü bir defa daha yenmişti. Cengiz, yemeğini yedikten sonrada çadırda ne kadar kalın ip var ise kucakladığı gibi kazıkların yanına götürdü. Karabaş da onunla beraber geldi. Ne de olsa bir nefes, bir yoldaş sayılırdı. Götürdüğü malzemeleri birbirlerine ekleyerek, kazıkların arasını dantel gibi örmeye başladı. Uğraş, saatler aldı. Ama sonuçta balık ağı gibi bir tuzak olmuştu. Aralarından yavru tavşan bile geçmesi imkânsızdı. O an aklına bir buluş geldi. Karabaşı, tuzağın içine koyarak tepkisini görecekti. Onu tuzağın içine saldı. Ağzını da sıkıca kapattıktan sonra oradan ayrılır gibi harekette bulundu. Karabaş ilk etapta olanları kavrayamadı. Ama dakikalar ilerledikçe kapan içinde olduğunu fark edip, etrafa Saldırmaya başladı. Cengiz, sevinçten çılgına döndü. Test, başarıyla sonuçlanmıştı. Onu daha fazla işkence çektirmemek için dışarıya çıkartarak gönlünü aldı. Ne var ki aklını kurcalayan başka soru peydahlandı. Tuzak kapısı nasıl olmalıydı? Bunu defalarca düşündü. Lakin bir türlü çözüm yolu bulamadı. Son çare olarak babasının gelmesini bekleyecekti. O esnada güneş dağların arkasına gizlendi. Gün boyu uğraş sonucu, yorgunluk gafleti dirhem dirhem vücuduna hükmetmeye başlayınca çadıra döndü. Karabaş’ın yemeğini verdikten sonra döşek üzerine bir mevta gibi hareketsiz yattı. Fakat kapı bir türlü aklından çıkmıyordu. Onu düşünürken, birden ayaklanıp aşağı indi. Tel makarasını kaptığı gibi tuzağın bulunduğu yere gitti. Telleri ölçülü keserek sabit ağaca bağladı. Diğer uçlarını da seyyar hazırlamış olduğu kapıya bağlayınca hareketli kapı elde etti. Birkaç sefer açıp kapadıktan sonra bir kazık ile kapıyı destekledi. Gövdesini tel ile sıkıca bağlayarak, çadıra kadar uzatıp ağaç gövdesine düğümledi. Sıra neticeyi öğrenmeye gelmişti. Bu esnada gece yarısı olmak üzereydi ki Osman geldi. Onu ayakta görünce:
-“Hayırdır oğul, niçin ayaktasın? Üstelik tedirgin olduğun davranışından belli oluyor”dedi.
-“Haklısın baba. Değilim desem yalan olur!”
-“Sorun nedir?”
-“Kızmazsan sana diyeceklerim var.”
-“Söz kızmayacağım, anlat seni dinliyorum.”
-“Bugün sana danışmadan kendi aklımca tarlanın üst tarafına bir tuzak hazırladım. Şimdi ise yaptığım tuzağın neticesini görmek için bekliyorum.”
-“Benim oğlum tuzak kuracak kadar büyümüş de benim gözümden kaçmış. Aferin sana.”dedi.
Osman, oğluna destek çıksa da tuzağı görmek için sabırsızlanıyordu. Cengiz onu engelleyerek durdurdu. Çünkü domuzların gelme vakti yaklaşmıştı. Baba oğul, durum değerlendirmesi yaparken gürültü sesleri gelmeye başladı. O sırada Karabaş, hırıltı çıkarmaya yeltendi. Cengiz, ondan atik davranarak bir bez parçası ile çenesini sıkıca bağlayarak sessizliği korumaya çalışıyordu. Diğer taraftan da babasına işaret ile ağaca bağlı teli göstererek, onu çekmesini söyledi. Osman, heyecanlı bir şekilde bağlı teli çekip bıraktı. Nihayet domuzların sonu gelmişti. Bu olay, onların yaşamlarında geçmek bilmeyen bir anı olarak yüreklerinde yer alacaktır. Sıra tuzağı görmeye geldi. Osman, tereddüt içinde mükemmel bir şekilde silahlandı. Cengiz ise yedek mermi fişekliğini yanına alarak ona yol arkadaşlığı yapmaya hazırdı. Baba oğul, yola çıktılar. Mümkün olduğunca yavaş hareket ediyorlardı. Menzile yaklaştıkça, gelen gürültüden sayılarının oldukça kalabalık oldukları anlaşılıyordu. Os-man, ani bir karar değiştirerek çadıra döndüler.
Cengiz, babasının ani fikir değiştirmesine bir anlam veremeyince:
-“Baba niçin geriye döndük?”diye sordu.
-“Oğul sen çardağa çık, sakın ola ki aşağı inme. Ben onlara yakın bir ağaç üzerine çıkarak, vurmaya çalışacağım!” dedi.
Cengiz, babasına karşılık vermedi ama suratını astı. Çünkü yaptığı eseri görmek istiyordu.
Osman, oğlunun canını korumak için bu çareyi buldu. Ne de olsa bir baba idi. Evladını gelebilecek tehlikelerden korumak onun asli görevi idi. Görevini böylece yerine getirmiş oldu. Onu düşünmeden gönül rahatlıyla ağaca çıktı. Rahat edebilecek bir ortam ayarladıktan sonra hedefi gözledi. Gerçekten oğlunun yaptığı tuzağın mükemmel olduğunu gördü. Çünkü içinde kalabalık bir domuz sülalesi vardı. Osman, ilk atışını yaparak birisini vurdu. Daha sonra atışların gerisi geldi. Cengiz, atılan mermi seslerini saydı. Babası on tane yaban domuzu vurmuştu. Atış talimi bitince, ağaçtan inip çadıra dündü:
-“Oğul, inebilirsin. Sayende mahsullerimize zarar veren mahlûklardan kurtulduk. Bundan böyle korkusuz yaşayacağız.”dedi.
Osman’ın yorumu doğruydu. Oğlunun sayesinde, hem kendi mısırlarını, hem de çevrenin ekinlerini kurtarmıştı. Onlar, tuzağın yanına gitmeye hazırlanırlarken, çevrede oturan komşular, silah seslerinden kuşkulanmış olacaklar ki silahlanıp yardıma geldiler.
Osman, komşularına kısa açıklamada bulunarak, hep beraber tuzağın bulunduğu yere gittiler. Cengiz de onlarla beraber gitti. Üstelik diğerlerinden daha fazla heyecanlıydı. Nihayet menzile ulaştılar. Manzara inanılacak gibi değildi. Karşılarında mükemmel hazırlanmış bir tuzak gördüler. İçinde bir yığın domuz cesedi bulunuyordu. Başta Osman olmak üzere gelen komşular, söyleyecek bir kelime bulamadılar.
Cengiz, onların söyleyecekleri övgü dolu sözcüklerden ziyade, yaptıkları ile gurur duyuyordu. O günden sonra çev-renin küçük avcısı olarak anılmaya başlandı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.