- 978 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ZEYTİN YEŞİLİ GÖZLÜM… (Denemelerim)
DENEME
Kim bilir sen, kaçıncı uykundasın zeytin yeşili gözlüm. Oysa; uykusuzluktan bana isyan eden gözlerimi oğuşturarak, sana bu satırlarımı yazıyorum ben… Zaman, ikinci baharını yaşıyor benim gibi. Vakit, gecenin ikinci yarısı… Saat: 12.50 … Az sonra oo.o1 olacak. Ve 8 Şubat 2008’in bir Cuma sabahı merhaba diyecek, güne sağ çıkan tüm insanlara… Belki; o sabahı göremeyeceklerin arasında ben de olacağım, belki sen de olabileceksin…
Dağların ardından başını yükseltip, sarı saçlarını dalgalandıra dalgalandıra dünyaya gülümseyecek olan güneşin alnından öpen o insanların arasında buluna-mayacağız belki… Fakat bir gerçek var, ikimizin de bildiği… Sevgi yüklü yüreklerimiz. O yüreklerde yaşattığımız belki hiçbir zaman gün ışığına çıkaramayacağımız, son-suz, sınırsız duyguların otağı aşkımız…
Evet; sevgimiz ve aşkımız gecenin gündüze olan aşkı gibi, mehtapla yıldızların sonsuzdan gelip, sonsuza gidecek olan sevdaları gibi, derin göl sularında isyan edercesine başını sudan yükseltip o sulara saatler, saatler boyu aşkını haykıran nilüferler gibi, yakamozların ise petrol mavisi deniz sularına olan bitimsiz sevdası gibi, doğada var olup yaşayan doğa varlıklarının, doğaya olan aşkı gibi, ölümlü varlıkların toprağa, ruhların arşa olan sevdası gibi o zeytin yeşili gözlerine olan sevdam, sınırsız ve de sonsuz olacak…
Biliyorum; belki bu satırlar hiç okunmayacak, belki hiç kimse varlığını bilmeyecek, belki bir köşeye atılıp, sessizce olduğu yerde unutulacak, sararıp solacaklar.. Belki senin hiç haberin olmayacak bu satırlardan, sözlerden… Acı olan tarafı ne biliyor musun? Kapağı hiç açılmamış, bir köşelerde unutulup, kapağının üzerine tozların konakladığı, içinde okunmamış, solmuş birkaç satır olmak ne kötü… Ne dayanılmaz acı!? Bir de senin yüzüne bu sözlerin söylenemeyişi. Senin de duyamamış olman…
Ama güzelim bu, olmayan bir çaresizlik. Öyle değil mi? Sana geleyim desem, ikinci bahar geçmiş, ufukta karakış var… Sen gelmek istesen, arada sıra dağlar var… Ve; senin ömür takviminde, nice baharlar, yazlar, yaşanacak mutlu anlar var. Satırlarım sana gelse; olası değil güzelim kitap olmamış, basılmamış, arada birçok engeller var… “Olmaz güzelim olmaz. Gel sen bu sevdadan vazgeç, Sen kendine kendin gibi taze bir bahar seç…”
İşte o şarkı, var ya o şarkı… Sanki, bizim için yazılmış güzelim. Bu geç kalmış sevda ile yaşamak zor… Ne yıllar, ne aylar, ne haftalar, ne de günler geçiyor. Sensiz yaşanan saatler zor. Zor, zor… Hem de çok zor. O zeytin yeşili gözler; her zaman, yüreğimin üstüne konmuş bir avuç kor…
Biliyor musun, şuan saat; 01.35. Ben sana bu satırları yazıyorum. Kim bilir kaçıncı uykunun rüyasını yaşıyorsun yatağında? Sensiz geçmeyen o saatlerin gece vardiyasını bir de benim kalbime sor.
Yalnız yatağının soğuk bağrında uzanarak okuduğum kitabının sayfalarını kapatan adam, ağır ağır devrilen göz kapaklarını zorla açarak, göz ucuyla duvardaki saate baktı… Saat gerçekten, gece yarısının yalnızlık kokan vaktinin 01.40 olduğunu gösteriyordu. Elinde; yazdığı satırlarının anı defteri, yatağından doğruldu. O derece kendini yazıya vermişti ki, başının döndüğünü sonradan fark etti…
Yatağının yan tarafındaki sehpaya elindekileri yavaşça bıraktı. Bulunduğu odanın elektrik düğmesine bastı. Oda karardı. Yatağına boylu boyunca uzandı. Buz tutmuş gibi soğuk yorganını üstüne çekti… Ağır ağır göz kapakları devrildi. Kapandı.
Belki düşünde; zeytin yeşili gözlü sevdasına kavuşur, sarmaş dolaş olup ısınırlardı… Üstüne yalnızlıktan üşümüş bir gecenin sessizliği, yavaş yavaş çöktü. Yaşam da, ikinci vardiyasında uykuya dalmıştı.
07.02.2008
Suat TUTAK