- 846 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KAYIP HAYATLAR
Hayatımızın akışı içinde yollarımızın kesiştiği, tanıştığımız ya da tanıştırıldığımız yüzlerce insan olmuştur. Bunlardan bazıları ile yüzeysel konuşmalar yaparız, bazıları ile derinleşen pekişen dostluklar kurarız.
Sakine Hanım ile yollarımız, geçtiğimiz aralık ayında Sarıkamışlı Sanatçımız Recep Ergül’ün “Sarıkamış’a Varamadan” albümünün galası sonrasında, açlığımızı yatıştırmak için gittiğimiz Kadıköy’deki “Sini mantı” restaurantta kesişti.
Saat gece yarısını çoktan geçmiş, hemen hemen tüm restoranlar kapanmışken o bir telefonla gece yarısı misafirlerini ağırlamak için bekliyordu. Kollarını iki yana açarak tatlı dili ve gülen yüzü ile kapıda karşıladı bizleri.
Yemeğin hazırlanmasını beklerken, kıymetli dostlarla birlikte yoğun bir sohbetteyiz. Masanın arkasında durmakta olan Sakine Hanım’ın gözlerinin derinliği ve derinlikteki özgürlüğü ile bir çırpıda anlattıkları dikkatimi çekti. Tarif edemediğim bir şeydi bu; garibanlık desem garibanlık değil, hüzün desem hüzün değil, melankoli hiç değil. O halde gözlerinin derinliğindeki neydi. Bunu anlamak için anlattıklarını dikkatle dinlemeye başladım.
Konuşurken yaptığı el hareketleri, üzerindeki siyah kıyafetleri hayatındaki her şeyden bahsediyor gibiydi. Gözleri ve sözleri çok netti. Yüzünde maske yoktu. Olduğu gibi, yalın, doğal ve rahat ettiği hali ile konuşuyordu.
***
Sakine Hanım Bingöl’de dünyaya gelmiş, Alevi kökenli bir aşiret kızı. Beyaz tenli, arkadan topuz yaptığı kömür karası saçları, kulağında sallanan gümüş küpeleri ve boynundaki gerdanlığı ile bana Anadolu’nun ücra köşelerinde yaşayan, hep mutluluğu ve sevgiyi arayan cefakâr kadınları anımsattı.
Okula gönderilmemişti Sakine Hanım. 13 yaşında iken, kendisinden 17 yaş büyük bir akrabası ile aile baskısıyla evlendirilmişti. Evliliği boyunca mutluluk ile mutsuzluğu arasında, anlayamadığı dengesizce gidiş gelişler yaşadı çok zaman.
İlk çocuğunu kucağına aldığında henüz 14 yaşındaydı. Yıllar içinde 6 çocuğu daha oldu. Çocuklarının bazılarını tarlada, bazılarını kar üzerinde, bazılarını da saman yığınlarının üzerinde tek başına doğurdu. Doğumu esnasında ne elini tutan bir eş, ne de başını okşayan bir anne yoktu yanında. Çocuklarının üçü öldü. Geriye 4 erkek evladı kalan Sakine Hanım, yaşam yolcuğunda, hayatını ve azığında sevgiyle yoğrulmuş bir dilim ekmeğini çocuklarıyla paylaştı. Emek verdi, emekleriyle tecrübelendi ve onlarla birlikte büyüdü.
Evliliği, başını hatırlayamadığı bir akrabalık ilişkisine dönüşerek onun hapishanesi oldu. Sevmedi, sevilmedi. Kocasının kendisinden 17 yaş büyük olmasını önemsemedi Sakine Hanım. Hem sözlü, hem de bedeni şiddete uğramasına rağmen çocukları için bu hayata katlandı. Daha iyi bir alternatifi olmadığı için çekip gidemedi. Hayatını, tüm kusurları ve acımasızlığı ile yaşadı. Törenin ve aldığı terbiyenin gereğince “ahhh keşke kafalarımız uyuşsaydı” diye hep hayıflandı. Bir peçete, bir kâğıt mendil vakitsizce dostu oldu gözlerinin. “Takvimsiz, mevsimsiz, saatsiz bir yer var mıdır? Oraya gitsem, kimsenin sesi gelmese” diye geçirdi içinden çoğu zaman.
Sakine Hanım gözlerindeki yaşları silerken; “Hayat, bana ne istediğimi sormadı. Ben de hep kaderine boyun eğerek yaşayan biçare Anadolu kadınıyım işte.” Dedi.
Bingöl’den İstanbul’a ailece göç eden Sakine Hanım, tecrübelendikçe yaşamına seyirci kalmaması gerektiğini anladı. Hayatın kendisine sunduklarını kabul etmek yerine, yaşamını kendisinin yönlendirmesi gerektiğine karar verip, bunu yapabilmesi için ekonomik özgürlüğün vazgeçilmez bir unsur olduğunu gördü. Töre ve onun uygulayıcılarına aldırmadan, hem ekonomik özgürlüğü, hem de yaşamının özgürlüğü için mücadeleyi tercih etti. Hayatla ölüm arasındaki ince çizgide ölümü göze alarak çocukları ile birlikte kocasını terk etti.
Alevi toplumunda öldürmek yoktur, ancak eşini terk ettiği için akrabaları tarafından çok hakaretler gördü. Toplumdan dışlandı, dost bildikleri de, tüm sevdikleri de attığı bu cesaretli adımından ötürü onu terk etti.
Acaba sadece sevdiklerimize güveniyor olabilir miyiz?
Bizim sevgimiz onları güvenilir yapar mı?
Kafasındaki bu sorulara hiçbir zaman cevap bulamadı Sakine Hanım. “İnsanın o kadar çok yüzü var ki hepsini kendisi bile göremez. Bu yüzden bir insanı ve insanları tanımak en zor iştir.” Diye düşündü çok zaman. Hayat bunu da öğretmişti ona, artık hiçbir cenazeye ve hiç bir düğüne gitmiyordu.
Özgürlüğünün ilk yıllarında hep doğru yerde, doğru insanlarla karşılaştı. Şans bu anlamda hep yanında oldu. Başkaları tarafından kayıp ve yanlış görünen şeyleri kazanca dönüştürmeyi başardı Sakine Hanım. Başkalarınca “yanlış” diye adlandırılan davranışları hayatında ona hep doğru olarak döndü.
İlk işe başladığı yerde çalışkanlığı ve dürüstlüğü sebebi ile kendisine teklif edilen ortaklığı kabul etti. İş hayatına bir süre bu şekilde devam etti. Ancak bunun da yetersiz olduğunu düşünen Sakine Hanım, yeni başlayacağı bir işe, bitirdiği işin tecrübesini de ilâve ederek Kadıköy Halk Eğitim merkezine yakın Arıcıbaşı sokakta “Sini Mantı” restoranı açtı. Kısa sürede çevre esnafının güvenini kazandı. Üretkenliğini arttırıp, mantı yaptığı restoranında, bu kez müşterilerine ikram etmek için pastalar da yaptı. Her birine farklı isimler koyduğu pastalarından “gurur” adını verdiği tramisu yemeden oradan sakın ayrılmayın.
Restoran, otantik döşenmiş küçük şirin, insanın huzur bulacağı bir yer. En önemlisi çocukları dışında kimseye veremediği yoğun sevgisini, bu restoranın her köşesine serpiştirmiş Sakine Hanım. Orası artık onun hem evi, hem de işyeri olmuş. Nereye baksanız Sakine Hanım’dan bir parça görürsünüz. Duvara astığı küçük objelerde bile yoğun bir sevgi ve hüzün bir arada.
O, başarmayı hedef aldı. Kendine, kendince bir yol çizdi. Yanlış ya da doğru olduğunu kimseyle tartışmadı. “Bu yol benim çizdiğim bir yol olmalı” dedi. Hani insanların başlarına ne geldiği değil de, o durumda iken ne yaptıkları önemlidir ya, işte Sakine Hanım’da hayatı yaşayarak, tek başına göğüsleyerek öğrendi. Aylarca bazen bir tek sandalye üzerinde, bazen de gazete kağıtları üzerinde uyudu, asla pes etmedi…
5 yıldan beri işletmekte olduğu restoran ve oraya gelen müşteriler bunun en iyi kanıtı olsa gerek.
Sakine Hanım başarmıştı.
Onun hikâyesini kendi ağzından dinleyince, mücadelesine hayran kaldım. “İşte bu” dedim. Karşımda duran bu kadın, mücadeleci bir kadın ve en önemlisi mücadeleci bir anneydi. Onunla gurur duydum.
Dört torun sahibi olan Sakine Hanım, şimdi ömrünün geri kalan yarısını paylaşabileceği dostlarına, yeni dostlar eklemek istiyor. Dostları ile birlikte aynı şeye gülüp, aynı şeye ağlamak istiyor. Gökyüzünü seyrederken aynı manzarayı yakalamak istiyor.
O her ne kadar çocuklarını yalnız başına doğurduğu ve hayatında hep yalnız kaldığı için Anneler gününe karşı olsa da, ben onun bu kutsal mücadelesine hayran kalmış biri olarak diyorum ki;
Sakine Hanım, mücadelendeki başarın beni çok duygulandırdı. Seni ayakta tutacak kadar güzelliklerle dolu, güneşli bir yaşam sürmeni diliyor, kalbin neyin özlemini çekiyorsa yarınların sana onu getirmesini diliyorum.
(Sini Mantı Restaurant 0216 347 71 11 )
Hülya TÜRK
YORUMLAR
Hep elimizden çalındı
çocukluğumuz, gençliğimiz
mutluluklarımız
koşup ardından tutamadık
tutmak istedik
yere düşüp yaralandık
kabuk bağladı yaralarımız
bşakalarının yüzünden
hayatı yarım yaşadık.
Selam olsun Sakine Hanıma.