- 726 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAÇAKLAR(BÖLÜM4)!!!
Zirveye doğru yol alan,Reşit ağa ve beraberindeki konvoy bu acı çığlığı metrelerce öteden duymuştu.Ve Reşit ağanın yüzünde o sinsi çizgiler tüm korkunçluğuyla yeniden belirivermişti.Mırıldandı kendi kendine...
Buldum seni o...pu.
****
Ayşe bahçe kapısından nefes nefese içeri girdi.Annesi henüz ineklerin bakımını yapmış ve ineklerin sütünü sağmış dışarı çıkıyordu ahır kapısından ki; Ayşe’nin sesini duydu:
-Anne! Anne! Muhatara haber verdim geliyor şimdi.
Annesi, Ayşe’ye tamam ben yukarı çıkıyorum.Sen de al şu sütlerle ilgilen.Ve sakın yukarı gelme.Muhtar geldiğinde ona, onu beklediğimi söyle hemen yukarı gelsin, dedi.
Ayşe ürkek bir ses tonuyla: Tamam, deyebildi.
****
Köy kahvesinde bir kaç ihtiyar, Zübeyde ve Ahmet’ten bahsediyor, dedikodularını yapıyordu.Çaycı Ferhat ’Çaylar’ diye bağırıyor, cam kenarında iki delikanlı kahkahayla pişti oynuyordu.Ocağa yakın masaların birinde bir adam elinde tuttuğu kırmızı 7 ile bağıra çağıra okey atıyor ve ’Selim hadi hesabı öde.’ diyordu.İşkenceden çıkmış bir hali olan Veysel, bir hışımla kahvenin eski kapısını aralamış ve köşe başında duran telefona yönelmişti.Hızlı hızlı yürüyüp telefonun ahizesini kaldırdı.Ve çevirmeğe başladı.
1 / 5 / 5
Alo! Alo Jandarma mı?
****
Sakat ayağıyla ağır-aksak yürüyen topal Rüstem, Reşit ağanın konağının bahçe kapısına kadar gelmiş ve bahçede sütlerle uğraşan Ayşe’ye izliyordu.Zar-zor toparlandı.Sağ eliyle kapının mandalını kavrayıp, aşağa doğru çekti.Ve aksak bacağıyla bahçe kapısının eşiğinden Reşit ağanın konağının bahçesine bir adım attı.Kapının gıcırtısını duyan Ayşe arkasına döndü.Topallaya topallaya kendisine doğru yürüyen Muhtarın aksak ayağına kaçamak bir bakış attı.Ağızını açıp tam hoşgeldin deyecekti ki, Muhtar daha hızlı davrandı:
-Nerede o?
Ayşe şaşırmıştı.Muhtarın daha evvel annesinden o diye bahsettiğini hiç duymamıştı.İşitmemişti.Titreyen bir sesle cevap verdi:
-Yukarıda.Seni bekliyor.Hem..
Ayşe sözünü bitirmeden, Rüstem -tamam- deyiverdi.Ayşe için akşam gittikçe daha da garip bir hal alıyor ve gittikçe esrarengiz bir havaya bürünüyordu.Muhtar artık yer yer yosun tutmuş merdivenlerin dibindeydi.Sol eliyle merdiven korkuluklarına tutundu ve sağ ayağını ilk basamağın üzerine attı.Ardından aksak bacağıyla bir hamle yaptı ve işte ilk basamağın,üzerindeydi...
****
Dipçiği sağ yanağına yeyen Ahmet, yavaş yavaş kendine gelmeğe başlamıştı.İlk gördüğü şey bulanık bulanık gördüğü güzel Zübeyde’nin yemyeşil gözleriydi.O’na uzanmak istediğinde ellerinin domuz bağıyla ayaklarına bağlandığını fark etti.Seslenmek istedi ama nafile.Ağzına tıkılmış pis kokulu bir bez parçası kelimelerini bir adamı uçurumdan aşağı iter gibi boğazından aşağı itiyordu.Derken gözlerinin önündeki sis perdesi kalktı.Zübeyde’ye daha da dikkatli bakmağa başladı.O da kendisi gibi bağlanmış ve bir kayanın dibine istif edilen taş yığını gibi istif edilmişti.Zübeyde’nin yanaklarında akşamın kızıllığıyla parıldayan iki yıldız gördü.Zübeyde ağlıyor ve sancılı bir şekilde Ahmet’e bakıyordu.
Ahmet şaşırmıştı.Kimdi bu iri kıyım adam?Reşit ağanın adamı değildi.Köyden değildi.Öyleyse ne istiyordu ondan ve Zübeydeden?Tüm bu sorular zihninde bir kurtçuk gibi dolaşırken, iri kıyım adama ait olduğunu sandığı ve ikinci kez duyduğu bir nidayı işitti:
Hacıııııı!
****
Veysel, ilk kurduğu soru cümlesini tekrarladı:Alo, alo jandarma mı?
Telefona cevap veren uzman çavuş sert bir edayla ikinci kez soruyu yanıtladı:
-Evet dedik ya be adam.Ne istiyorsun söyle bakalım?
Veysel zar-zor yutkunuyordu.Ne söyleyeceğini tam bilememekle beraber iki cümle deyiverdi.Ve bütün kahve ölüm sessizliğine büründü.
-Reşit ağa, Reşit ağa sanırım kızını vurdu?
...
****
Topal Rüstem son basamağı da çıkmış ve soluk almak için basamakların korkuluklarına tutunmuş duruyordu.O sırada kapı açıldı.Simsiyah fistanıyla Reşit ağanın ikinci karısı Meva hatun, kapı eşiğinde belirdi.Tedirgin olduğu herhalinden belliydi.Topal muhtara içeri gel, deyiverdi.Muhtar içeri girdikten sonra da Ayşe’ye bağırarak:
-Sakın yukarı gelme.İşlerini yap deyiverdi.
İçeri girip kapıyı kapadı.Topal Rüstem’e bir yer gösterip kendi de kocasına ait olan yere, yani pencere kenarına serilmiş olan hasırın üzerine oturdu.Oturur oturmaz da muhtara sordu:
-Nerede o?
Muhtar Meva hatunun kimden bahsettiğini anlamıştı.Cebinden bir sigara çıkardı.Yaktı ve bir nefes çekti.Ardından söze başladı:
-Tam olarak nerede olduğunu bilmiyorum.Ama, köye epeyce yaklaştığını düşünüyorum.An meselesidir.Geldi gelecek.
Meva hatunun gözleri dolmuştu.Çığlık atacak gibi oldu ama zar-zor tutabildi kendini.Azrail’in peşinde bir Azrail vardı.Bu gece fazlasıyla korkuç ve fazlasıyla ölümcül bir geceydi...
****
İki ihtiyar artık Zübeyde ve Ahmet’ten dedikodu yapmıyordu.Pişti oynayan gençler kağıtları elinden bırakmış, çaycı Ferhat kahvenin ortasında dona kalmıştı.Tek bir ses çıkıyordu kahvenin içinde.O da akşam haberlerini veren televizyon kanalının sesiydi.Derken Veysel devam etti.
-Ben Dumanlı Köyü’nden arıyorum.Şu an köy kahvesindeyim hemen gelmelisiniz.
Telefonun diğer ucunda bulunan uzman çavuş:’Tamam şimdi geliyoruz.Sakın bir yere ayrılma.’ deyip telefonu kapattı.Veysel arkasını döndüğünde ona korku ve dehşetle bakan gözlerin varlığını hissetti.O bakışların arasından dışarı çıktı.Gömleğinin cebinden bir sigara çıkardı ve iyice koyulaşan akşamın karalığında, karanlığa bir kibrit çaktı.Oysa aynı anda metrelerce uzakta bir yerde iki eski düşman, karşı karşıya gelmiş bakışlarıyla dağın zirvesinde koca bir ikindi ateşi yakıyordu.
****
Uzman çavuş Mustafa, emri altındaki erlerden beşini ve bir de şöferini alarak yola koyuldu.Onca zamandır buradaydı.Ama daha önce buna benzer bir olayla karşılaşmamıştı.Ne yapacağını bilmez halde o ve beraberindeki askerler arabaya binmiş ve Dumanlı Köyü’ne doğru yola koyulmağa başlamışlardı.
****
Reşit ağanın gözlerinde bir korku beliriyordu.Yıllardır köşe-bucak saklandığı düşmanı karşısındaydı.Onunla karşılaşmamak için köyünü değiştirmişti.Kilometrelerce uzağa kaçmıştı ama nafile.Hüseyin onu tekrar bulmuştu.Bu sefer kaçacak yeri de yoktu.Önünde düşmanı, arkasında düşmanının adamı hacı lakaplı genç bir delikanlı ve sağında ve solunda aşılmaz yükseklikte sarp kayalar...
Emin’in ve yanındaki iki adamın gözlerinde bir belirsizlik.Zihinlerinde bir tek soru.Burma bıyıkları, esmer teni ve kahveye çalan gözleriyle cehennemden çıkmış bir zebaniyi andıran bu adam kimdi?Ve o sırada, o adam sessizliği bozdu:
-Reşit ağa...Nihayet karşılaştık seninle ha!
Ağa boğazının kuruduğunu hissetti.Yutkunmakta zorluk çekiyordu.Zor da olsa bir cümle söyleyebildi:
-Evet.Nihayet karşılaştık deli Hüseyin.
-Şimdi ne yapacaksın ha ağa?Kaçacak mısın?Nereye kaçacaksın?Ecelin olacağım ağa.Bu kayalarda leşini akbabalar yeyecek.Akrabalarının ve karının ziyaretine geleceği bir mezarın bile olmayacak.Ne dersin ağa?
Reşit ağa korkuyordu.Hesapta ava gitmek vardı.Ama avlanmak yoktu.Yıllar öncesinde kalmış bir düşmanın, bu gece onu bulabileceği aklının ucundan bile geçmiyordu.Başını öne eğmiş düşünüyordu Reşit ağa.Tam o sırada bir patlama sesi işitildi.Hüseyin’in yaveri hacı, ağanın adamlarından birini vurmuştu.Çünkü adam belindeki silaha uzanmak istemişti...
****
Meva hatun, yutkundu ve pencereye doğru dönük olan yüzününü muhtara dönüp sordu:
-Burada olduğumuzu nasıl öğrenebildi?Reşit, sen ve benden başkası nereden geldiğimizi ve neden geldiğimizi bilmiyordu.
Muhtar bilmiyorum anlamında belli belirsiz başını salladı ve sordu:
-Hüseyin ağabeyin mi?
Meva hatun, Hüseyin’in adını duyunca korktu.Daha da bir sıkı yaslandı arkasındaki mindere.Derin bir nefes çekip kırgın odanın havasından anlatmağa başladı:
Tam yirmi beş yıl önceydi.Reşit ve ben o zamanlar Çağrıtepe Köyü’nde oturuyorduk.Birbirimizi seviyorduk.Ama ailelerimiz arasında kan davası vardı.O nedenle ne benim babam ne de onun babası evlenmemize izin vermedi.Bir gün buluştuğumuzda Reşit bana kaçacağımızı, onun herşeyi hallettiğini söyledi.Kaçtık ve buraya geldik.O zamandan beri ağabeyim Hüseyin bizi arıyordu.Nihayet buldu.Ama nasıl buldu,bulabildi anlamıyorum.
Muhtar şaşkınlıkla dinliyor gibiydi.Bir zamanlar sevdiğini kaçıran ve onun uğrunda ölümü göze alan Reşit ağa şimdi kızını ve sevdiğini dağlarda fellik fellik arıyor ve bulduğunda öldüreceğini söylüyordu.Oysa aynı suçu kendisi de işlemişti.Ama ilahi adaletin tecellisi olsa gerek ki; bu gece suçlular cezalarını fazlasıyla çekecekti...
****
Reşit ağa arkasında yere yığılan yamaklarından birine kaçamak bir bakış attı.Kendisini bekleyen akıbette bunun gibiydi.O da ölecekti bu dağ başında.O halde bir şeyler yapmalıydı.Yanaklarını okşayan rüzgarı hissettiği an kızı geldi aklına.Baba deyişi.Güzel yüzü.İçinde onu son bir kez görme isteğinin uyandığı anladı.Belki de şimdi karşısına çıksaydı kızı, ona kurşun sıkmayacak yaşamasına izin verecekti.Belki de onu da sevdiği çulsuz Ahmet’i de alacak ve köye dönecekti.Ama nafileydi bu düşünceler.O, Ahmet denen çulsuzla çoktan kaçmış olmalıydı.Onu bir daha göremeyecekti ve daha da kötüsü bu lanet dağların zirvesinde ölecekti.
Hüseyin yaşanan sessizliği bozdu tekrar:
-Ee..Cevap ver Reşit ağa.Ne dersin, bu dağın zirvesinde akbabalara yem olmak da varmış ha!
Reşit ağanın sabrı yavaş yavaş tükeniyordu.Beyninde şimşekler çakıyor, gözleri iki de bir Meva hatunla kaçtıkları o geceye takılıyordu.Nasıl da soğuktu hava.Zübeyde ve Ahmet gibi kaçmışlardı peşleri sıra gelen ecellerinden.
-Haydi Hüseyin.Çek tetiği de, bu iş burada bitsin.Uzatmanın anlamı yok.
Dedi Reşit ağa.Hüseyin kahveye çalan gözlerini Reşit ağanın gözlerine dikmiş ve onun gözlerindeki korkuyu görmek istercesine kenetlemişti.Ama ters giden bir şeyler vardı.Reşit ağa ürkmüşe benzemiyordu.Hatta ve hatta zorlasa kahkaha atabilecek bir kıvamdaydı neredeyse.Ay gökyüzünde yarı yolu almış, kayaların arasında kalan dar geçidi az da olsa aydınlatır vaziyete geçmişti.Tüm nefesler tutulmuştu.Öyle ya da böyle bu iş bu gece ve burada bitecekti.Hüseyin beline sakladığı tabancasını ani bir hareketle çıkardı ve Reşit ağanın üzerine doğrulttu.İki kelime söyledi:
-Gebereceksin Ağa...
Artık saniyeler kalmıştı Reşit ağanın ölmesine.Hüseyin tabancasının horozunu sağ baş parmağıyla havaya kaldırırken söylenmeğe devam ediyordu:
-Sen de, o kardeşim olacak kahpe de geberecek.Leşlerinizi kargalar, akbabalar yeyecek.
Reşit ağa kıpırdamıyor ve endişeli gibi gözükmüyordu.Çok rahattı.Neredeyse gülecekti.Artık, gece rengini iyice almıştı.Ve nihayet Hüseyin tabancasının tetiğine dokunacaktı ki; yaverinin sesini işitti:
-Ağam, ağam arkanda.Dikkat et.
Bir anlık sessizlik ve ensesinde metali andıran bir soğukluğun damgası.Hüseyin zirveye çıkan yolun başından aşağıya doğru yuvarlanırken, arkasında Ay’ın belli belirsiz aydınlattığı bir silüetin solgun ve yorgun hali duruyordu.Bir anlık sessizlik ve ardından patlayan silahların sesleri...
****
Uzman çavuş Mustafa ve beraberindeki heyet, köy kahvsinin önüne henüz gelmişlerdi ki,çok uzaklarda belli belirsiz sesleri duyulan silahların zırıltısıyla sarsıldılar.Hemen kahveye girip, içerdekilere seslendi:
-Karakolu arayan kimdi?
Kalabalığın arasında belli belirsiz bir kişi:
-Bendim komutanım, deyiverdi.
-O halde çabuk buraya gel.Beni olayın geçtiği eve götür.
Veysel nasıl anlatacağını bilememeninverdiği şaşkınlıkla şey komutanım, dedi.Aslında nerede olduklarını tam bilemiyorum.Deyerek söze başladı.Zübeyde ve Ahmet’in kaçtıklarını ve Reşit ağanında onların peşlerinden gittiğini, yakaladığı taktirde öldüreceğini söyledi.Çavuş tüm bunları dinlerken, daha önce çömeldiği sandalyeden doğruldu ve Veysel’e doğru yürüyerek söylendi:
-O halde beni hemen ağanın evine götür.
Mustafa çavuş, Veysel ve beş asker çavuşun askeri plakalı arabasına atlayarak Reşit ağanın evinin yolunu tuttular...
****
Köyün batı yakasında yer alan Reşit ağanın evinde bir telaş vardı.Muhtar, Meva hatunun yanından ayrılmak üzereydi.Kapıda da bir araba ve arabanın yanında silahlı 3 adam daha duruyordu.Muhtar Meva hatundan son talimatları alırken aşağıda ki aracın yanında bulunan adamların irisi bağırdı.
-Muhtar! Muhtar! Jandarma geldi.
Gecenin karanlığını yara yara Reşit ağanın evine yaklaşan jandarma arabası, silahlı adamlara 3-4 metre kala durdu.Çavuş Mustafa ise araba daha durmadan kapısını açmış ve sağ ayağını kapıdan dışarı atmıştı.Topal muhtar ve Meva hatun o sıra basamakları inmiş ve bahçe yolundan bahçenin dışında bekleyen jandarma arabasına doğru yol alıyorlardı.Meva hatun bir yandan yürüyor ve bir yandan da topal muhatara söylediklerimin dışında sakın bir şey söyleme.Tembihini veriyordu.Artık bahçe kapısının önündeydiler.Meva hatun sol elini kapıya atmıştı ki, çavuş Mustafa konuşmağa başladı:
-Meva hanım siz misiniz?
-Evet, benim.
-Kızınızın ve sevgilisinin kaçtığı, kocanızında peşlerinden gitti doğru mu?
-Evet, doğru komutanım.Onları bulursa kesin öldürür.Yetişin.Hem babasını hem de kızını kurtarın lütfen.Muhtar da sizinle gelecek.O herşeyi biliyor.Ben iyi haberlerinizi burada bekleyeceğim.
-Üzülmeyin hanfendi.İnşanlah kızınızı ve babasını sağsalim bulacağız.
Saat akşamın onunu çoktan geçmişti.Çavuş Mustafa o gece saatine ilk kez bakmıştı ama bu son bakışı olmayacaktı.Reşit ağanın bahçesinde tüm bunlar olurken, ağanın ikinci karısından doğma kızı Ayşe, üst katta bahçeyi gören pencerelerin birinde perdenin ardından tüm olanları seyrediyordu.Tedirgindi.Zübeyde geri dönerse onun yüzüne nasıl bakacaktı.Ona nasıl kardeşim deyecekti.Çavuş Mustafa ve beraberindeki heyet uzaklaşırken, Ayşe elinde tuttuğu bir nesnenin soğukluğunu tüm iliklerinde hissetmeğe başlamıştı.Bahçe dışındaki yoldan iki araba iyice uzaklaşmışken, Ayşe artık elinde tuttuğunun farkındaydı...
****
Dumanlı Köyü’nün batı yakasından kilometrelerce uzakta dağın zirvesine çıkan yolun başında Ahmet elinde bir taşla ay ışığı altında belli belirsiz seçilebiliyordu.Reşit ağa şaşırmıştı.Ahmet buradaydı.O halde kızı da buralarda olmalıydı.Ahmet bağlı ellerinin ipini arkasında bulunan taşa sürte sürte kesmiş ve Zübeyde’yi de çözmüştü.Sonra uygun zamanı bekleyip eline aldığı taşla Hüseyin’e vurmuştu.Bir anlık bir duraksamadan sonra herkes silahlarına sarıldı..İyice bastıran gecede kurşunların yörüngelerindeki ateş ve kıvılcımlar ağustos böceklerini anımsatıyordu.Az önce,kendisini esir alan adamın ensesine kalın bir taşla vuran Ahmet bir anda patlayan silahların verdiği korkuyla kendini zar-zor Zübeyde’nin saklandığı kayanın arkasına atı verdi.Az önce Hüseyin’in elinde bulunan ve Reşit ağaya doğrultulan silahı hala daha yolun başındaydı.Hüseyin yarı baygın bir haldeydi.O uyanmadan gitmeleri gerektiğini iyi biliyordu.Ama nasıl?Kurşunlar kovanlarına çomak sokulmuş arılar gibi havada uçuşuyordu.Hızlı düşünmeliydi.Zira çatışma kısa sürecekti.Birden Zübeyde’ye dönerek, bağırmağa başladı:
-Beni dinle.Şimdi ben buradan çıkacağım ve tabancamı almağa çalışacağım.Sana işaret verdiğimde karşıya geçecek ve arkana bakmadan yürüyeceksin tamam mı?
Zübeyde korkuyla Ahmet’in gözlerine baktı.Çünkü saklandıkları yerden çıkmaları ölmeleriyle sonuçlanabilirdi.Kurşunlar, etraflarından vızır vızır geçiyordu.Ahmet ikinci kez Zübeydeye seslendi ve konuştu.
-Zübeyde bu tek şansımız.Çatışma bittiğinde kazanan her kimse bizi arayacak.Bulduğunda da öldürecek.Kaçmalıyız.Tamam mı?
Zübeyde’nin yanaklarında iki yıldız gecenin karanlığında ikinci kez beliriyordu.Ağlayarak da olsa evet anlamında başını salladı.Ahmet yol ağzına iyice yaklaştı.Zübeyde’de tam arkasındaydı.Son bir hışımla tabancasına doğru yöneldiğinde, Amet’in dudaklarında üç hece bir isim belirdi:Zübeyde...
****
Kolundaki saate ikinci kez bakan Çavuş Mustafa saatin 23’ü çoktan geçtiğini gördü.Arkasındaki koltukta oturan muhtar Rüstem’e ve yanındaki oğlu Veysel’e dönerek;kızın adı neydi, deye sordu.Rüstem ve Veysel bir an için birbirlerine baktılar.Veysel başını öne eğerek cevap verdi:
-Zübeyde komutanım.
Zübeyde deye tekrar etti Mustafa Çavuş...Kaç yaşında bu Zübeyde?
Veysel ikinci kez cevap verdi:23 komutanım.Komutan devam etti.Yani kız reşit yaşta.Kendi arzusuyla da kaçmış.O halde sevgilisinin bir suçu yok.Peki deye devam etti komutan:Oğlanın adı ne?
Veysel başını öne eğdi ama bu kez cevap vermedi.Babası söze atıldı:Ee.Ahmet...Ahmet komutanım.25 yaşlarında kendisi.Reşit ağa evlenmelerine izin vermeyince deyerek söze başladı muhtar.Komutan dinliyor ve ikide bir ’hm, hı hı, anlıyorum’ diyordu.Ve işte hikaye bu diye son noktayı koyunca Rüstem muhtar, komutan iç çekip saatine üçüncü kez bakıyordu.Saat artık yarımı çoktan geçmişti...
****
Dağın zirvesinde çatışma durmuştu.Zirveye çıkan yolun en altında bulunan Hacı lakaplı genç yamak bir taşın dibine sinmiş göğsünün solunu sağ eliyle tutuyordu.Elini kaldırıp baktığında kırmızının ürkütücü halini gördü.Altı patlar silahın mermisiyle kalbinin üzerinden vurulmuştu.Ayakları üşümeğe başlamış ve nefes almakta güçlük çektiğini hissetmişti.Isınmak istiyordu.Ama nasıl.Az şağısında parıldayan bir poşetin varlığı gördü.Zar-zor sürüklenerek oraya kadar indi.Poşete baktığında içinde kadın ve erkek eşyalarının olduğunu fark etti.Bunlar zirveye çıkarken, Zübeyde ve Ahmet’in attıkları eşyalardı.Çebinden çakmağını çıkardı ve çaktı.Bir iki derken elbiseleri tutuşturdu.Ve sağ elini tekrar göğsüne bastırıp gözlerini kapadı.
Hacı’nın yukarısında, Emin babasının iki adamının cesetleri arkasına siper almış ve Hacı’yı izliyordu.Aniden babasının sesiyle irkildi.Oğlum, deyiverdi Reşit ağa.Babasına dönen Emin babasının gövdesine aldığı üç kurşunla hareketsiz kaldığını gördü.Telaşlandı.Üzerindeki ceketi çıkarıp babasının göğsüne bastırıyordu.Oysa babası ölmek üzereydi ve Emin’e birşeyler söylüyordu.
-Emin! Ablanı...Ablanı öl..öldür(!!!)
Cümlesini tamamlayamadan son nefesini verdi.Emin bir kez ama acı acı baba diye bağırdı.Dağın zirvesinde bir mağaraya girmek üzere olan Zübeyde ve Ahmet bu çığlıkla irkildi.Emin, babasının elinden altı patları aldı ve zirveye doğru yola koyuldu.Az yukarıda tüm heybetiyle Deli Hüseyin’in bedenini gördü.nabzını kontrol etti.Atmıyordu.Deli Hüseyin Ahmetin ensesine vurduğu taşla yere düşmüş ve tepeden yuvarlanırken de boynunu kırmıştı.
Emin, onca kalabalık arasında tek kalmıştı.Kızgın ve kararsızdı.Altı patlarında kaç mermi kaldığına baktı.Beş mermi vardı.Babası tek atış yapmştı.Ve tek atışta Hacı’yı kalbinden vurmuştu.Emin altıpatlarını kapattı ve dağın zirvesine doğru, son noktaya doğru son adımlarını attı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.