- 3845 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇARESİZLİK
ÇARESİZLİK
Sakın ola insanlar çaresiz kalmaya görsün!... Ellerinden neler geliyorsa yaparlar. Nasıl mı? Bakın bu durumu şöyle anlatayım. Kimi insan maddi olanaksızlık içerisinde çaresizdir. Kimi insan ise, manevi olanaksızlıklar içerisinde çaresizdir. İşte bu, insanların çaresizlikleri onları üzer... Hani derler ya, denize düşen yılana sarılır, tabirine uygun gibi, tam tamına böy-ledir. Bence çare insanların umut kapısıdır. Çare, bir çaresizliğe çare bulunması ve bunların karşısında insanların, bir gülüş, bir sevinç kaynağıdır. Ve çare, insanların dertlerine adeta birer ilaç gibi devadır. Hele, hele çaresizlik o insanı kıvrandırmasın...
İnsan, neden çaresiz kalır? Ve çaresiz kalan bir insan neler yapabilir? Elbette iyi olamaz bu tür duygular içinde olan insan. Çaresiz kalmak, kaldığı çaresizliğe bir umut, belki bir çare bulabilmek ne iyidir... Çaresizlik, bir bakıma insanları üzen ve yoran bir şeydir. Yaşam olay-ları içerisinde, insanoğluna türlü dertler adeta musallat olur. Elbette ki bunlara çare aramak, insan için kaçınılmazdır. Peki... öyleyse insan niçin derde düşer ve düştüğü dertten kurtulabil-mesi için çare arar durur. Evet bu durum, insanı deli divane eder. Hatta, bazı insanlar için, başlarını taşlara vurdurtacak kadar, dermanlar arattırır...
Meselâ ödenmesi gereken bir borç. Para bulması gerektiği yerler. Bunlar her ne kadar maddi olsa da, manevi yönleri de vardır. Yine ameliyat olması gereken bir sevdiğine para bul-mak gerekliliği, hatta kendisinin ameliyata ve paraya gerekliliğinin olması gibi... Ve hatta yaklaştığını hissettiği, ama biriken çaresizliklerin sonucunda salt beklediği ölüm... Ve bu korku içerisinde yaşamdan kopmak üzere gösterilen çaresizlik... Belki bu durum biraz fazla gibi. Çünkü her bir şeye çare bulunurda, ölüme asla... Fakat, bazen maddi olanaksızlıklar karşısında oluşan ve bizleri bir hayli sarsan dertlere de çare bulunamıyor. Örneğin, işsiz ama çalışmayı seven ve isteyen birisinin çabası. Bu işsiz arkadaş, geçimini temin edebileceği, ya da mutlaka düşük gelirli bir iş bulacaktır. O da belki... bu kişinin, akşam olunca evine nasıl döndüğünü, açlık ve perişanlık içindeki durumunu, hele de evliyse... bir de çocuğu varsa... dü-şünün bir kez, o babanın, küçük çocuğuna ağlayarak baktığını, ona, gülmeyi, hatta en azından tebessüm edebilmeyi bile öğretemediğini ve bir gün çelimsiz kalarak, hastalanan çocuğuna geçmiş olsun bile demeyi unutup da, çaresizlik içinde kıvranan babanın yanında... Dinmesini bilmez bir acıyı çeken yaranın tesiriyle, günlerce hasta yatarak çaresizlik içinde, adeta ölümü bekleyen insanoğlu...
Kimisine göre de çaresizlik; ulaşılamayan sevgili, mutluluk gibidir. Bu nedenle çaresiz-liğin koşullarını çeşitli yönlere çekebiliriz... Belki de çaresiz kalmış bir insan, bu bocalama esnasında, gücü yettiğince, ya da olumlu, olumsuz birçok şeyi kendince kotarabilir. Mesela çok paraya ihtiyacı olan biri, bu çaresizliğin verdiği aşırı tepkidir ama, olmayacak bir durum-da elbette değildir. Banka soyabilir... Evine ekmek götürmek isteyen bir başka fert ise, ekmek fırınını soyabilir. Yine bir başka örnek vermek gerekirse, öğrencilerin bilmedikleri dersten, veya çalışmadıkları, bazı nedenlerden dolayı çalışamadıkları dersten kopya çekmeleri, bir kavga anında kalabalık bir gruba karşı tek başına kalan, bir insanın nelere başvurabileceğini sanırım söylemesem de, yanıtı gayet açıktır...
İşte böylece çaresizliğine, çareler bulabilmek, yani çareli yaşamak, insana mutluluk getirebildiği gibi, çaresiz yaşamakta, sıkıntı ve kasaveti insanoğluna yüklemektedir. Bazı in-sanların bu çaresizlik içerisinde çıldırma durumunda, bir tür cinnet getirebilmesi, hatta bazı insanların intihar bile ettiklerini gözlemlemekteyiz... Günümüzde öyle insanlar vardır ki, bun-lar için adeta kitap yazabilecek, yaşamlarının bir kitap kadar değerli olduğu sıkça söylenir. Acaba bir insanın çaresiz kalmaması için, toplumda insanların duyarlılığından mı söz etmeli. Acaba çareyi kendimizden uzaklaştırarak, çaresizliği mi getirmeli. Elbette hayır. Çünkü he-men kimse çaresiz kalmak istemez. Peki, öyleyse ne yapmalıdır?... Kapı, kapı dolaşıp, ken-dimizce çare mi aramalı... Yoksa çareyi, çaresizliği tüm bu dertlerle yoğrulan, boğuşan insan-lara anlatmalı mı... Evet, bir bakıma da öyle!... Bakın, hani bir söz vardır; “aç tokun halinden ne anlar...” diye. Çareyi, dermanı bulmuş insan, çaresiz kalan, çaresizlikten kıvranan insanların yanında, onların sıkıntılarından, bunalımlarından, küçücük bir zerresinden bile anlamaz... Anlamaz çünkü bir bakıma da bu doğaldır. Neden derseniz, insanın doğasında vardır “ben” duygusu. O da, bu egosunu ancak bu şekilde tatmin eder. İnsanın, “ben” duygusu olumlu olarak düşünmesini engeller. Çünkü yaşamının her kademesinde en ufak bir zorluk, ya da bir tür çaresizlik durumu yaşamamıştır. Gerçekten de yukarı da olan sözü yinelemek gere-kirse “aç tokun halinden anlamaz”... ki bu durum, elbette bir tabu değildir. Çok dikkat ettim, eğitim ilerledikçe, insanların birbirlerine olan bakışları, sevgileri ve en önemlisi vicdanları, yani bir bakıma ulvi değerleri yükseliyor...
Bu nedenle, yaşamlarında huzur bulmuş bireyler, çaresizliklerine bir ölçüde çare bul-muş insanlar, bu dünyada, belirli bir yaşa gelmiş ama hâlâ çare bulamamış insanlara göre, davranışlarını ona göre ayarlamalılardır... Ve bu özverilerini, tüm insanlıklarıyla çare diye kıvrananlara aktarmalıdırlar. Yani, kısaca insanların kendisini düşünür olması ve şu “ben” duygusunu maalesef muhafaza etmelerinden dolayıdır ki, yüzeysel dostluklar, yüzeysel samimiyetsizlikler, acıdır ki, “ben” duygusundan, benliğimizden atamadığımız egomuzdan-dır...
Belki bu durum, zaman sonra iyi bir biçimde sonuçlanabilir. Kim bilir, derdiyle adeta kıvranan bir insan, günün birinde derman bulmuş olarak yüzümüze güler, sevmişlerine ve tüm insanlığa... Belki de bu insan, geçmiş olsun demeye fırsat bile bulamadığı çocuğuna cenaze masrafları için çaresiz kalmaz...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.