- 1333 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HASRET
Bulutlar, sinesinde taşıdığı suları yağmur olarak toprağa gönderiyordu. Bütün canlılar, onun afatından korkarak bulundukları siperlerde mahsur kaldılar.
Hasan, yağmurun şiddetine rağmen yoluna devam etti. Nedense, gecikmenin hesabını verme telaşına girmişti. Araç silgeçleri çalışmadığı için camdan dışa sarkarak iz sürüyordu. Onca stres yetmezmiş gibi aracın tekeri patladı. Yedek stepne ile değiştirerek yoluna devam etti. Çamur deryasını yara yara çiftliğe ulaştı. Onu kayınpederi karşıladı. Hava koşullarını bildiği halde hışımla, ağzına gelenleri söyleyerek hakaret etti. O, yetmezmiş gibi perişan vaziyette çiftlikten kovdu.
Hasan, içgüveysi olduğu için kendisini müdafaa edemedi. Ama doğum için gün sayan hanımını görmek istedi. Ne var ki kayınpederi, onu da engelleyince:“Varlığım kabul edilmeyen bir yerde durmak anlamsız.”dedi. Özel eşyalarını yanına alarak, çiftlikten ayrıldı.
Hanımı, baba korkusundan dolayı onu sahip çıkmadı. Fakat üzüntüden sancıları başladı. Belli ki erken doğum gerçekleşmek üzere idi. Çiftlikte kalanlar, telaş içine girdiler. Sancılar, sıklaşmıştı. Tecrübeli bayanlar, doğumun gerçekleşmek üzere olduğunu söyleyince, araç ile onu en yakın sağlık ocağına götürmek için yola çıktılar.
Yağmur, tüm şiddetiyle devam ediyordu. Yükseklerden akan çamurlu sular, çukurları doldurmuştu. Araç, balçık deryasında mücadele ederken, Hasan’a karşı haksızlık yaptıklarını anlamışlardı. Ama geç kalmışlardı. Çünkü o, meçhule doğru yol alıyordu. Tüm zorlukları aşarak doğumevine ulaştılar. Hastayı yetkililere teslim ettikten sonra heyecanlı bekleyiş başladı. Kısa süreç içinde doğum gerçekleşip bir oğlan çocuğu dünyaya geldi. Daha sonra ismini Veli koydular.
Hasan, ailesini sağlık ocağına götürdüklerini gizlendiği yerden görmüştü. Yağmur altında araç izlerini takip ederek, sağlık ocağına ulaştı. Ama ailesinden eser yoktu. Belli ki çiftliğe dönmüşler.
Hasan, yetkili kişiler ile görüşerek, erken doğum neticesinde bir oğlan çocuğunun doğduğunu öğrendi. O an bir dam-la sevincini onlarla paylaşmak üzere çiftliğe dönmek istedi. Ama vazgeçti. İçgüveysi olsa bile, onun da bir insan olduğunu unutmuşlardı. Görmediği oğlunun hasretiyle yollara düştü. Bozuk arazilerde bata çıka otobana çıktı. Geçen araçlar, onu gördükleri halde almıyorlardı. Şansızlık orada da sürünce, yürümeye devam etti. Her şeyden umudunu yitirdiği an, eski model bir kamyonet ona yanaşıp durunca, gözlerine inanamadı. Acı tebessümle araca bindi. Yüreğinden:“Galiba şansım döndü.”dedi. Ar-acı kullanan şoför, onu göz ucuyla tepeden tırnağa süzdükten sonra parmak işaretiyle cam önündeki sigara paketini gösterdi. Paketten, iki sigara çıkartıp yaktılar.
Şoför, sigaradan birkaç nefes çekip hayat hikâyesini anlatmaya başladı. Hasan, onu dinlerken, kendi hikâyesine benzer konularda onun konuşmasını keserek, kendi hayatından kesitler vermeye çalıştı. Belli ki ikisinin de benzer yanları oldukça çoktu. İki ayrı evrim insanları olmasına rağmen, kısa yolculuk sürecinde arkadaş oldular.
Hasan, atalarını erken yetirdiği için sığınacak baba ocağından yoksundu. Dolayısıyla serseri mayın gibi meçhule doğru yolculuğa çıkmıştı. Saatler sonra küçük bir kasabaya ulaştılar. Şoför, onu garaja bıraktıktan sonra gözden kayboldu. O ise garaj kıraathanesine oturup meçhule giden bir yol çiziyordu. Telaş içinde koşuşan yolcuları gözlerken, gözü yabancı turist ailesine takıldı. Onların da kendisi gibi gezginci olduklarını düşündü. O esnada akşam olmuştu. Gideceği menzili henüz belirlemediği için kasabada gecelemek zorunda kaldı. Kesesine uygun yatacak bir yer aradı. Gözde oteller, onun bütçesini aşıyordu. Araştırma sonucu, kenar mahalle içinde cebine uygun bir otel buldu. Yatak ücretini ödeyip, odaya gitmek üzere ahşap merdivenlerde tırmanışa geçti. Her adım atışında, yıpranmış tahtalar feryat ediyordu. Ahşap koridor, basamaklardan farksızdı. Odayı bulup içeriye girdi. Oda da üç yatak vardı. Henüz hepsi boştu. Gözünün beğendiğini açtı. Çarşaflar ile yastık örtülerinin uzun zamandır yıkanmadıkları beliydi. Ama ne çare ki orada yatmak zorunda idi. Yaşadığı stresten dolayı, gecikmeden yatağa gömüldü. Kısa süreç içinde kendisinden geçerek uykuya daldı. Otel, ıssızlığa gömüldüğü sırada fareler, birbirleri ile oynaşa kalktılar. Onların gürültülerine, ahşap kurtlarının gıcırtıları eklenince uykusu kaçtı. Susturmak için ne yaptıysa nafile idi. Gecenin geç vaktinde valizini toplayarak, sabahçı kahvesine gitti. Bütün yorgansızlar orada pinekliyorlardı. Boş bir iskemle bulup oturdu. Göz ucuyla oturanları seyretti. Orada, her tipten insan vardı. Kendi kendine,“Ben bunların arasında ne işim var.” diye hayıflandı. Sabah olmasını şimdiye dek bu denli arzu etmemişti. Her yarım saatte bir çay servisi yapılıyordu. Üstelik içmek mecburiyeti vardı. Sonunda dayanamadı. Garsonu çağırıp çayların parasını peşin ödeyerek, mecburiyetten kurtuldu. Şafak sökerken, garaja gitti. Lakin nereye gideceğini bilmiyordu. Garaja, ünlü bir firmaya ait otobüs yanaştı. İstanbul’a gidiyordu. İçinden bir dürtü, onunla İstanbul’a gitmesini emretti. Firmanın gişesi açık olmadığından dolayı, şoföre boş koltuk olup olmadığını sordu. Aslında büyük kentlerden çekiniyordu. Şoför, onu götürebileceğini söyleyince, tereddüt içinde otobüse binmek zorunda kaldı. Güzergâhtaki birçok yerleşim merkezlerine uğrayarak, akşama doğru İstanbul’un Asya yakasına ulaştılar. Mavin, yolcuları uyarınca, birkaç yolcu o garajda indi. Kısa rötardan sonra otobüs, araç vapuru ile Avrupa yakasına geçti. Yolları rötarlı arşınlayarak sirkeci durağına ulaştılar. Mavin, son durak olduğunu söyleyince, yolcular, otobüsü boşaltılar. Hasan, valiz ile çevreyi dolaşmaya başladı. Kalabalık, onu şaşkına çevirmişti. Neon yazıları okuyarak, sirkeci garının yanındaki otele ulaştı. Sanki onu arkadan iten gizli bir el vardı. İçeriye girip bir yatak ayırttı. Yorgunluğa yenik düştüğü için odasına çekildi. Sabah, kılaksiyon sesleri ile uyandı. Kent gürültüsüne henüz yeni alışıyordu. Boşluk içinde ne yapacağını düşünmeye başladı. İlk iş olarak reseptiona bir haftalık yatak ücretini peşin ödedi. Öğünlerini simit yiyerek geçirse de içi rahattı. Çünkü yatak problemini çözmüştü.
Hasan, çevreyi tanımak üzere yürüyüşe çıktı. İlk rastladığı kalabalık arasına karıştı. Onlarla beraber, devasa camlı kapıdan içeriye girince, şaşkına döndü. Trenlerin biri gelip diğeri gidiyordu. Saatlerce orada kaldı. Gardan ayrılarak, sahile yürüdü. Oysa buraları, filmlerde görmüştü. Marmara ile Karadenizi birbirini bağlayan boğazı. Eminönü ile Karaköye geçişini sağlayan Galata köprüsünü. Güvercinli camiyi hatırlıyordu. Tren katarı gibi sıralanmış kayıklar önünde dolaştı. Her biri, seyyar lokantayı anımsatıyordu. İşinden kopanlar, ekmek arası balık ile öğünlerini savıyorlardı. Diğer müşteriler, deniz martıları idi. Onlar, parçalanmış balıkları kapabilmek için birbirleri ile yarışıyorlardı. İçi çektiği halde yutkunarak oradan ayrıldı. Sahilden yürüyerek Eminönüne geldi. Cami duvarına yaslanmış bir simitçi.“Yetişen alıyor”diye bağırıyordu. Simitçinin tok sesi, onca gürültü arasında onun dikkatini çekmişti. Güvercinler arasından geçerek simitçiye ulaştı. Çıtırlarından iki simit istedi. Simitçi, simitleri ona verirken ismiyle hitap edince, donup kaldı. Kimdi o adam? Onu nereden tanıyordu? Eğer, tanış olmamış olsa, ismiyle nasıl hitap edebilirdi?
Hasan’ın tanımadığı bir simitçi tarafından tanınması, tuhafına gitmişti. Tereddüt içinde; kendisini nereden tanıdığını sordu. Simitçi, çabuk unutulduğuna üzülerek:“Beni ne çabuk unuttun? Kayınpederinin çiftliğinde yıllarca çalıştım. İsmim Kel Yusuf.”deyince, birbirlerine sımsıkı sarılarak hasret giderdiler.
Kel Yusuf, onu gördükten sonra bırakmadı. Onunla beraber otele giderek, ilişkisini kestirip evine götürdü. Ev, iki o-dalı gece kondu idi. O da gurbette yalnız ayakta durmaya çalışıyordu. O gece, birbirlerine hayat hikâyelerini aktardılar. İkisi de kendi davalarında haklıydılar.
Kel Yusuf, ona da bir simit tezgâhı açtı. İlk günlerinde utancından bağırmıyordu. Ama arz talep çokluğundan tezgâh üzerindeki simitler tükeniyordu. Akşam olunca, sattığı simitlerin parasını arkadaşına veriyordu. Kendi payını ise biriktiriyordu. Aylar birbirini takip ederken, Kel Yusuf’a köyünden bir m-ektup geldi. Mektubun içerikliği, annesinin hastalığı idi.
Kel Yusuf, mektuptan annesinin hastalığını öğrenince, üzüntülü bir halde köye gitmek üzere hazırlığa girişti. Onunla beraber, gitmek için Hasan’ın da gönlü aktı. Ama mümkünatı yoktu. Hanımına elden verilmek üzere bir mektup yazarak Yusuf’a verdi. Şimdiden, gelecek cevabın heyecanı sarmıştı benliğini. Beraber Haydarpaşa garına gittiler. Onunla vedalaşıp tezgâh başına döndü. Günler haftalar derken, aradan bir ay geçti. Ama hala Kel Yusuf dönmedi. Başına bir belanın musallat olmasından korkuyordu. Çünkü gurbete beladan dolayı kaçmıştı. Onu düşüncelerinden akşam ezanı ayılttı. Tezgâhı kapatarak, eve gitti. Bahçe aralarından geçip eve yaklaşınca, evinin ışıkların yanık olduğunu gördü. Açık unuttuğunu sanarak kendi kendine kızdı. Üstelik kapı açıktı. Bir hışımla içeriye daldı. Ne var ki, yan komşu kızının, mutfakta yemek hazırladığını görünce ona ne diyeceğini bilemedi. Çünkü ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyordu. Üstelik kent kızlarına nasıl davranacağını bilmiyordu. Oysa komşu kızı, onun Anadolu kültürü ile yoğrulduğunu biliyordu. Kendisi de taşralı bir ailenin kızıydı. Ebeveynlerinden tecrübesi vardı. Onu kendisine bağlamak için:”Komşu, uzaktaki akrabalardan daha yakındır. Senin yalnız olduğunu bildiğim için yardım maksadıyla yemeğini hazırlamak istedim.” dedi. Hasan, yardımlaşmanın ne demek olduğunu biliyordu. Lakin genç bir bayanın bekar evine girip çıkışına diğer komşular nederler, onun cevabını bulamıyordu. Yardımlarından dolayı ona teşekkür edip gönderdi. Uzun zamandır, ilk kez bir kadın eliyle pişen sıcak yemek yiyecekti. Sevdalı düşünceler içinde sofrayı hazırlamaya çalışırken, kapı vuruldu. Bu saatte kim olabilir korkusuyla kapıyı açtı. Gelen, Kel Yusuf’tu. Hasretle birbirlerini kucakladılar.
Hasan, onsuz geçen günlerin raporunu, son günün sürprizini de ekleyerek ona anlattı. Konular üzerinde mutabık kalınca, konuşma sırası Yusuf’a gelmişti. Gönderdiği mektubun cevabı ise:“Kendisini tamamen unuttuklarını, senin de onları unutmanı istediler.”dedi. Oysa Hasan, ne hayaller kurmuştu? Ama Yusuf’un getirdiği haberden sonra yıkıldı. Yusuf, teselli etmeye çalışsa da bir saat öncesine döndüremedi. Sözü komşu kızına getirdi. O konuda da sessiz kalınca, kendi dünyalarına çekildiler. Oda sessizliğe gömüldü. Kendi özleri ile konuşurlarken, kapı vuruldu. Yusuf, ev sahibi olduğundan dolayı kapıyı o açtı. Gelen, komşu kızı idi. Elinde tabak dolusu meyve vardı. Karşısında onu görünce, tabağı verip kapıdan döndü. Komşu kızının davranışları, onu şüphelendirmişti. Meyve tabağını getirip onun önüne koyarak:“Seninki getirdi.”dedi. Hasan, onun sözlerine alındı. Ama tepki göstermemek için kendisini zor tuttu. Yaşam diyetini ödese bile sahiplenmesi, ona kalkan oluyordu. Sabah erken işe gittiler. Simit aracı onları bekliyordu. Simitleri teslim alarak tezgâhlarına döndüler.
Hasan, çiftlikten tamamen umudunu kesmişti. Geçim kaynağı olan tezgâhına daha fazla özen göstermeye başladı. Simitleri istiflerken, bir bayan simit istedi. Ses tanıdık gelmişti. Ama sırtı dönük olduğu için görmüyordu. Simitleri paketleyip sese doğru dönünce, komşu kızıyla göz göze geldiler. Hasan, ilk kez ona başka gözle baktı. Güneş altında mükemmel gözüküyordu. Kendi sandalyesini ona verip iki çay söyledi. Çaylarını yudumlarken, kişiliklerinden lafladılar.
Kel Yusuf, çaktırmadan onları gözlüyordu. Çaylar bitince, kız oradan ayrıldı. Hasan, çelişki içinde:“Aşık mı oluyorum.”diye hayıflandı. Ama onu tekrar görebilmek için akşamı zor getirdi. Tezgâhlar kapandıktan sonra eve gitmek üzere yola çıktılar.
Kel Yusuf, onları beraber görmüştü. Onun duygularını paylaşmaya hazırdı. Ne var ki o, konuyu saptırarak, İstanbul’un büyüklüğünden bahsetmeye başladı. Yusuf, onun tutarsız davranışından dolayı kızıyordu. Ama elden geldiğince belli etmemeye çalışıyordu. Gergin hava içinde eve ulaştılar.
Hasan, yemek hazırlamak üzere getirdiği paketler ile mutfağa girdi. Aslında becerikli biri değildi. Onun gayesi, kızı görmekti. Çünkü mutfaklar birbirine bakıyordu. Kısa bekleyişten sonra kız mutfağa çıktı. Birbirleri ile işaret diliyle konuşmaya çalıştılar.
Kel Yusuf, açlığa yenik düşüce, mutfağa gitmek üzere ayaklandı. Mutfakta kimse yoktu. Mutfak penceresinden dışarıya baktı. Gördüğüne inanamadı. Hasan, komşu kızı ile baş başa oturmuş konuşuyorlardı. Onları kendi hallerinde bırakarak, yemek hazırlamak üzere mutfağa girdi. Hasan, konuşmasını kısa keserek mutfağa döndü. Ne var ki arkadaşına karşı mahcup olmuştu. Sessizlik içinde yemeklerini yediler.
Kel Yusuf, kız konusunu açarak, onun niyetini öğrenmek istedi. Her şeyin temiz duygular içinde geliştiğini öğrendi. Bundan sonrası ona düşmüştü. Ne var ki onların birleşmelerine nikâh engeli takıldı. Konu, avukat arcılığıyla çözüme kavuşunca, içgüveylikten kurtulup bağımsızlığını kavuştu. Son durumu kız tarafına da iletildi. Onlar da sonuca sevindiler.
Kel Yusuf, baba rolünü üslenerek, kızı ebeveynlerinden istedi. Onlar da münasip görünce, nişan yüzüklerini taktı. O günden itibaren buluşmalar, yuva kurmaya dönüştü. İşten arta kalan zamanlarda, ev aramakla geçiriyorlardı. Oysa kızın babasının boş evleri vardı. Ama nedense o, kabul etmiyordu. Uzun aramalardan sonra müstakil bir ev buldular. Üstelik oturdukları çevreye oldukça yakındı. Nikâh gününü belirlendikten kısa süre sonra evlendiler.
Hasan, mutluluğu ikinci evliliğinde yakalamışken, her zerresini değerlendiriyordu. Bir yıl sonra bir oğlan çocukları oldu. İsmini Ali koydular.
Hasan, yıllarca özlemini çektiği ocağını kurmak için gece gündüz çalışıyordu. Ne var ki bu mutluluk ateşini köreltmeyi amaç edinen kayınpederi, kızına psikolojik baskı uygulayarak, kendi yanına taşınmalarını istiyordu. Hasan, bu hataya yıllar önce düşmüştü. Vekil öğretmenlik yapar iken, muhtarın sözlerine kanarak zengin bir kızla evlendi. İlk günler, mutluluk içinde geçiyordu. Dost çevrelerinin baskıları neticesinde çiftliğe yerleştiler. Ailenin başka evlatları olmadığından dolayı her işi o yapıyordu. Çiftlik, kısa zaman içinde hazıra alıştı. İşler, onsuz yürümüyordu. Kayınpederi, ona karşı politika uygulayarak işinden ayırıp çiftliğe kapattı. Ne var ki günler geçtikçe yaptığı her hareket göze batıyordu. İçgüveysi olduğunu çevreden öğrendi. Bu deyim, zoruna gitse de onlara muhtaç olduğunu biliyordu. Evcilik oyununu sürdürmeye karar verdi. Verilen görevleri gönülsüz olsa da yerine getiriyordu. Beklemediği bir an eşi hamile olduğunu söyleyince, umutsuzluklar umuda dönüştü. Fakat günleri zehir olarak geçiyordu. Ne yapsa onlara yaranamıyordu. Lakin doğacak çocuğu için onca kaprislere göğüs geriyordu. Eşinin ihtiyaçları için kent dönüşü sebep gösterilmeden çiftlikten kovulunca, her şey bitmişti.
Hasan, bu dramları yaşadığı için ikinci bir dram yaşamak istemiyordu. Bu nedenle, elinden geldiğince kendi evinin ateşini yakmak istiyordu. Ama kayınpederi onları rahat bırakmamakta kararlıydı. Tezgâhını kapattıktan sonra arkadaşına gitti. Sorunlarını onunla paylaşmak istiyordu. Kel Yusuf, onun geldiğini görünce tezgâhı kapattı. Evlilik onları ayırmıştı. Ama dönen dolapları uzaktan izliyordu.
İki arkadaş, rahatsız edilmeden baş başa konuşabilecek bir yer aradılar. Beyoğlu’ndaki çiçek pasajına gittiler. Orası hıncahınç dolu idi. Kenarda iki kişilik bir masa bulup oturdular. Siparişler verildikten sonra Hasan, konuya hemen girdi. Anlatırken, duygulu anlar yaşıyordu. Kel Yusuf, konunun boyutunun kendisini aştığını görünce, bu meseleyi kayınpederi ile görüşeceğini söyledi. İki arkadaş, geç saatlere kadar konuştuktan sonra eve gitmek üzere ayaklandılar. Semtlerine giden otobüsü kaçırdıkları için eve taksiyle gittiler. Ayaküstü konuşmalardan sonra evlere gitmek üzere ayrıldılar.
Hasan, alkolün tesiriyle elinden geldiğince hoşgörülü davranmaya çalışıyordu. Kapı ziline birkaç kez bastı. Açan olmayınca, birşeylerin döndüğünü sezinledi. Kapıyı anahtar ile açtı. Gözlerine inanamadı. Ev tamamen boşaltılmıştı. Odaları şuursuzca dolaşırken, mutfak bankosu üzerine bırakılmış yazılı bir not gözüne ilişti. Evi kayınpederi tarafından boşaltıldığını yazıyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Şuurunu toparlayıp arkadaşına gitti. Kel Yusuf, henüz yatmamıştı. Onu perişan bir vaziyette karşısında görünce; kekeleyerek, ne olduğunu sordu.
Hasan, nutku tutulmuş canlı bir mevta gibi divanın üzerine ilişti. Korktuğu başına gelmişti. Fakat ne olursa olsun, kayınpederinin evine sığıntı olarak gitmemeye kararlıydı. Çünkü ikinci bir cehennem hayatı yaşamaya tahammülü yoktu. Suskunluğunu bozarak gördüklerini ona anlattı. Kel Yusuf, onu evde bırakarak, neticeyi öğrenmek üzere kızın evine gitti. Sabah ezanı okunmasına rağmen henüz geriye dönmedi. Hasan, onun bir haksızlığa kurban gidebileceğinden korkuyordu. Bu düşünceler içinde çabalarken, kapı açıldı. Gelen arkadaşı idi. Elinden geldiğince sakin görünmeye çalışıyordu. Ama huzursuzluğu davranışlarından belli oluyordu. Hasan, onun konuşmasını beklerken, Yusuf, konuya nereden başlayacağını düşünüyordu. So-nunda sessizliğini bozarak:“Eğer evliliğini kurtarmak istiyorsan, onlarla beraber yaşamak zorundasın.” dedi. Hasan, ona yanıt olarak: “kader”dedi. İki arkadaş, eski günlerdeki gibi işe gittiler.
Hasan, tezgâhını açmadı. Ailesini görmek üzere kayınpederinin evine gitti. Onu soğuk karşıladılar. Hanımına, eve dönmesi için yalvardı. Ama aldığı cevap ret oldu. Çocuğunu görmek istedi. Fakat onu da engellediler. Oysa onun yaşadığı dram ilk değildi. Ailesinin davranışlarına tepki vermeden oradan ayrılarak arkadaşına döndü. Yaşadıklarını onunla paylaşınca, bir nebze olsun rahatladı. Evliliği bitirmeye karar vermişti. Beraber avukata gittiler. Vekâlet vererek boşanma davası açtı. Tecrübeli avukat, kısa süreç içinde onları ayırdı. İki evlilikten arta kalan, tekrar başa dönmek oldu. Tezgâhını kapatarak, İstanbul semtlerinde mecnun gibi dolaşmaya başladı. Arada bir arkadaşına uğrayarak çocuğunun durumundan haber almaya çalışıyordu. Son buluşmalarında; çocuğu ile aynı havayı teneffüs ettiği halde ona ulaşamamak duygusu kendisine ölümden öte ıstırap verdiğini, kentten uzaklaşarak duygularından arınabileceğini söyledi. Hasan, arkadaşı ile vedalaştıktan sonra Haydarpaşa Garına gitti. Orada, Anadolu’nun her köşesine gidecek yolcular vardı. Gideceği yere karar vermeden, bilet almak üzere sıraya girdi. Uzun bekleyiş sonucu sıra ona gelmişti ki, bilet almaktan vazgeçerek sıradan ayrıldı. Çocuğu aklına düşmüştü. Vakit geç olmadan arkadaşına gitti. Kel Yusuf, onun dönüşüne çok sevindi. Bu anı kutlamak için içkili bir gazinoya gittiler. Sohbet oldukça derinleşmişti ki, onlara uzak bir masada, bilinmeyen sebepten dolayı kavga çıktı. Kısa boğuşma sonrası silahlar patladı. Müşteriler arasında arbede yaşanırken, onlar, masalarını siper olarak kullandılar. Kaçanlardan biri, silahını onlara yakın bir yere atınca, göz göze geldiler. Silahı almaya Hasan’ın pozisyonu daha müsaitti. Kabzasını tutar tutmaz polisler içeriye girdiler. Herkes bulunduğu yerlerde mıhlanmış gibi duruyordu. Polisler, masa aralarına dağıldılar. Hasan’ı elinde silah ile görünce, kelepçe takarak götürdüler.
Kel Yusuf, onu savunmadı. Eğer, bir cümle söyleyecek olsaydı, onu da götürebilirlerdi. Çatışmada, ağır yaralı olanlar vardı. Bu haber, kısa sürede gazino müdavimleri arasında tedirginlik yarattı. Kel Yusuf, arkadaşını ziyarete gitti. Ama görüştürülmedi. Avukat aracıyla tekrar denedi. Ne var ki onda da muafak olamadı. Görüşme, mahkeme gününe kalmıştı. Olayı beraber yaşadıkları için onu kurtarmak zorunda idi. Onu savunması için bir avukat tuttu. Aylardan sonra mahkemeye çıktı. Ne acıdır ki, olayın tek zanlısı olarak onu göstermişlerdi. Avukat, çeşitli alternatifler göstererek savunmasını yaptı. Ama bilinmeyen kişilerce getirilen bir yığın yalancı şahit, olayı çarpıtarak onun aleyhine şahitlik yaptılar.
Hasan, her duruşmada aynı cümlelerle kendisini savundu. Ama nedense şahitlerin ifadeleri doğrultusunda karar bağlandı. Ona, on yıl ceza verdiler. İlk yıllarını İstanbul’da geçirdi. Bu süreç içinde arkadaşı ile mektuplaşarak, ilişkilerini sürdürdü. Kalan yıllarını, Anadolu’nun muhtelif ceza evlerinde çilesini doldurarak geçirdi. Geçen süreç içinde, hediyelik eşya yapmasını öğrendi. Bu uğraş, onun geçim kaynağı olmuştu. Cezası bitince, İstanbul’a dönmedi. Gezgin yaşantısını sürdürmeyi devam etti. Anadolu’nun birçok yörelerini gezip gördükten sonra İzmir’in Selçuk ilçesinde yaşayan koğuş arkadaşının yanına yerleşti. Uzun süre onun kıraathanesinde çalıştı. Bu esnada çevreyi tanıyıp öğrendi. Çevre, turizm beldesi olmasına rağmen bakir sayılırdı. Arkadaşı, ceza evlerinde kaptığı bir hastalıktan dolayı vefat edince, İzmir’e gitti. Tanıdığı bir arkadaşının yardımıyla Kadife kale çevresinde tek odalı bir ev satın aldı. Onu, oturulabilecek duruma getirdikten sonra birikmişi ile çeşitli renklerde boncuk satın alarak, hediyelik eşya üretmeye başladı. Ürettiklerini Kuşadası’na götürerek, turistik eşya satan dükkânlara veriyordu. Bu süreç içinde, hem ekonomisini, hem de sağlığını bir düzene koydu. Kel Yusuf’a bir mektup yazarak, son durumunu ona bildirdi.
Kel Yusuf, onun gönderdiği mektubu alınca oldukça duygulandı. Ne de olsa kader arkadaşı idi. Onun ile bir somun ekmeği paylaşmıştı. Kaderlerini değiştirmek istemişlerdi. Ama beceremediler.
Bu esnada, çiftlikte şiddetli bir tartışma sergileniyordu. Veli, annesinin imtiyazları ile iyi derecede eğitim almıştı. Ama baba sevgisinden yoksun büyümüştü. Dolayısıyla, babasının varlığını soruşturmaya başladı. Oysa annesi, bütün sevgisini ona vererek, hayatını başka bir erkek ile paylaşmamıştı. Eğer, günün birinde babasının kim olduğunu araştıracağını bilseydi, kocasından ayrılmazdı. Oğlunun ısrarlarına dayanamayınca, Kel Yusuf’un adresini ona vererek;“Babanın adresini bilen tek kişinin onun.”olduğunu söyledi.
Veli, on dokuz yaşında bir delikanlı idi. Yıllar sonra ilk kez babası ile tanışmanın heyecanı ile yola çıktı. Aynı konular, Ali’nin evinde de yaşanmıştı. Ama üvey babası tarafından konuyu kapattırmıştır.
Veli, yol boyunca, babasının nasıl bir kişilik taşıdığını, karşılaşınca nasıl tepki göstereceğini kendi kendine sorgulayıp durdu. Kendi aracı ile yolculuk yaptığı için İstanbul’a vaktinden önce ulaştı. Uzun araştırmalardan sonra annesinin verdiği adresi buldu. Lakin aradığı kişinin henüz eve gelmediğini görünce, aracının içinde onu beklemeye başladı. Kel Yusuf, tezgâhını kapattıktan sonra eve gitmek üzere yola çıktı. Yolda Ali ile karşılaştı. Onu görünce:“İşte sevgiden yoksun, Üstelik üvey baba elinde perişan bir delikanlı!” dedi.
Kel Yusuf, arkadaşının yerine kendisini koyarak duygularını tarttı. Onun kimliğini gizlemekle çocuklarına haksızlık yaptığını anladı. Ali’ye, babasının adresini verebileceğini söyleyince, yüzünde tebessümler belirdi. İlk kez doğru bir karar vermiş olduğuna sevindi. Ona, babasının adresini verdi. Ondan ayrıldıktan sonra evine girdi. Veli, onları görmüştü. Ama kim olduklarını bilmiyordu. Beklediği kişi nihayet gelmişti. Heyecanlı bir şekilde kapıyı vurdu. Kel Yusuf, Ali’nin geldiğini düşünerek kapıyı açtı. Karşısında, ilk kez gördüğü iyi giyinişli bir delikanlı vardı. Ona konuşma fırsatı vermeden, amca diye boynuna sarıldı.
Kel Yusuf, yaşadıklarına bir anlam veremedi. Merakla sonucu beklemeye başladı. Veli, eğitiminin verdiği avantajı kullanarak, konuya hemen girdi. Kendisini tanıtırken titriyordu. Ziyaretinin amacına açıklık getirince, birbirleri ile sarılıp hasret giderdiler.
Kel Yusuf, hayatında böylesine sürpriz bir mutluluğu ilk kez yaşıyordu. Ona da bir sürpriz yaparak, babasının ikinci evliliğinden bir erkek kardeşinin olduğunu söyleyince, birden durgunlaştı. Peş peşe yaşadığı sürprizler, onu hayatın gerçeklerini öğretiyordu. Babasının izini ararken, bir kardeşinin olduğunu öğrendi. Gece boyu, hem babasının, hem de kardeşinin hakkında bilgilenmeye çalıştı. Onlar ile tanışacağı anı sabırsızlıkla beklemeye başladı.
Kel Yusuf, erken kalkarak, kahvaltı bahanesiyle Ali’yi gözlüyordu. Ona, babasının adresini vermişti. Ama bir ağabeysinin olduğunu söylemeyi unutmuştu. Onları, tanıştırırken ne diyecekti? Veli uyanmadan, sorunu çözmek zorunda idi. Çözüm ararken, Ali’nin evden ayrıldığını gördü. Kapı önüne geldiğinde, dışarıya fırlayıp onu durdurdu. Babasına ne zaman ziyarete gideceğini sordu. Param olduğunda deyince, ona, bir ağabeysi olduğunu söyleyemedi. Ali işine gitti. Beceriksizliğini üzülerek eve döndü. Veli, onu bekliyordu. Niçin tedirgin olduğunu sordu:“Sen, kardeşinin olduğunu öğrendin. Ama onun henüz tanımadığı bir ağabeysinin varlığından haberi yok!”dedi.
Kel Yusuf, bir plan yaptı. Veli’nin aracının bakımını yaptırmak bahanesiyle kardeşinin çalıştığı tamirhaneye gidip onu göreceklerdi. Veli, planını beğendi. Üstelik tek çözüm yolu gibi görünüyordu. Oraya gitmek üzere yola çıktılar. İstanbul’un semtlerini aşarak, tamirhaneye ulaştılar. Onları ustaları karşıladı. Aracı, gözden geçirince:“Öğleden sonra bakabileceklerini” söyledi. Veli, aracı müsait bir yere çekti beklemeye başladılar. Saat, on ikiyi gösteriyordu. Usta ile kalfalar, öğle yemeğine gittiler. Ali, dükkânda yalnız kalmıştı. Yemeğini yanında getirdiği için orada yiyecekti. Bu anı değerlendirmek istediler.
Kel Yusuf, araçtan çıkıp onun yanına gitti. Onun peşine Veli de takıldı. Araçların markalarına bakarak ona yaklaştılar. O, getirdiği yemeği yemekle meşguldü. Onları yanında görünce, buyur etmek zorunda kaldı. Kel Yusuf, onu lafa tutarken Veli, kardeşini incelemeye aldı. Dakikalarca onu inceledikten sonra, araç üzerinde birkaç soru yöneltti. Tek amacı, onunla diyalog kurmaktı. Geçen süreç içinde babalarından aldıkları genler, onları özleştirdi. Veli, bir ara ona ağabeysi olduğunu söylemeye niyetlendi. Ama nasıl tepki vereceğini bilmediğinden dolayı bu kararından vazgeçti. Açıklamayı zamana bırakmaktan başka çaresi yoktu.
Veli, tamirhaneden ayrılırken, yüreğini orada bıraktığını biliyordu. Onu tekrar görebilmek için akşamı beklemek zorunda idi. Kel Yusuf, misafiri için tezgâhı açmadı. Ona İstanbul’un görülmeye değer gizemli mekânları ile babasıyla beraber paylaştıkları yerleri gösterdi. Bu esnada, Ali’nin işten ayrılma zamanı gelmişti. Onu görmek üzere alelacele eve döndüler.
Kel Yusuf, kapı eşeğinde, onları tanıştırmanın planlarını yapmakla meşguldü. Ali’nin geldiğini fark etmedi. Yanında biten bir ses:“Yusuf amca, nedir bu dalgınlığın? Geldiğimi bile fark etmedin?”dedi. Kel Yusuf, dalgınlığını gizlemeye çalışsa da durumu belliydi. Ona yemekten sonra gelmesini, üstelik yakın bir akrabası ile tanıştıracağını söyledi.
Ali, eve gidip ailesiyle birlikte yemeğini yedi. Ne var ki Yusuf’un söyledikleri aklına takılmıştı. Annesine söyleyerek, oraya gitti. Onlar, heyecanla onu bekliyorlardı. Kapı vurulunca, ikisi birden ayaklanıp kapıyı açtılar.
Ali, ilk bakışta misafiri tanımıştı. Bakım yaptıkları aracın sahibi idi. Ne var ki, çözemediği bir denklem vardı içinde. Onunla nasıl akraba oluyorlardı? Bekleyip görecekti. Oysa misafire onun da kanı ısınmıştı. Birbirlerine deneme soruları sordular. Ortam havaya girmişti. Kel Yusuf, devreye girerek onlardan kimlik kartlarını istedi. Veli hazırlıklıydı. Ama Ali nedense çekimserdi. Kel Yusuf, istemekte ısrar edince cüzdandan çıkartıp verdi. Kimliklerinde, baba ile soyadları tutuyordu. Kel Yusuf, babalarının hayatını bütün çıplaklıyla onlara anlattı. Ortada, mağdur bir baba ile baba sevgisinden yoksul büyüyen, iki genç kardeş vardı. Odaya sessizlik karabasan gibi çökmüştü. Ali, tanımadığı babadan sonra bir ağabeysi ortaya çıkınca, yaşadıkları ona bir rüya gibi geliyordu. Çelişkili düşünceleri berraklaşınca, bir fişek gibi yerinden fırlayarak ağabeysinin boynuna sarıldı.
Kel Yusuf, unuttuğu aile dramlarını, kardeşlerin birbirlerine sarılışında tekrar yaşadı. Geç saatlere kadar, yaşam tarzlarını birbirlerine aktardılar. Sıra, babalarını ziyaret edecekleri güne geldi. Veli için problem yoktu. Ama Ali’nin ustası ile ailesinden izin alması gerekiyordu. Kel Yusuf, izin konusunu bana bırakın dedi. Sabah, ilk işi Ali’ye izin almak oldu. Veli, kardeşini yanına alarak, mağazalardan birine götürüp günün şartlarına uygun giysiler satın aldı. Ali’nin ilk kez ağabeysi sayesinde sırtı yeni urbalara kavuşmuştu. Oysa küçük yaşlarında oldukça varlıklı bir ailenin bir üyesi idi. Ne var ki annesi, ikinci evlilik yap-tıktan sonra yaşam düzenleri günden güne değişti. Üvey babası, ayyaş biri çıkmıştı. Dedesi vefat edince, bütün mal varlıklarını satarak, eğlence yerlerinde tüketmişti. Evi ihmal edilince, tamirhaneden kazandığı ile ailesini desteklemeye çalışıyordu. Ne var ki son günlerde yaşadıkları, hayatını değiştirdi. İki kardeş, geçen yıllardan intikam alırcasına birbirlerine kenetlendiler. Anneleri ayrı olsalar da onlar, öz kardeştiler. İki kardeş, Kel Yusuf’’un kendilerine gösterdiği özveriden dolayı teşekkür ederek, bir nebze olsun borçlarını ödemeye çalıştılar. Oysa Kel Yusuf, kendini borçlu sayıyordu. Babalarını, eğlence yerine götürmemiş olsaydı, aile bu denli dağılmayacaktı. Baba ile iki yavrunun yıllarca ödedikleri hasret diyetlerini, onları buluşturarak ödemeye çalışıyordu. Üstelik onlar için yaptıklarını hiç olarak görüyordu. Son görevini yerine getirmek üzere babalarına bir mektup yazarak onlara verdi.
Veli ile Ali, babalarını görmek üzere İstanbul’dan ayrıldılar. Yol boyunca, kuşaklarının düzeyinde yarenlik yaparak, İzmir’e ulaştılar. İkisinin de İzmir’e ilk gelişleri idi. Ali, ağabeysinin kanına girerek, merak ettiği İzmir fuarını görüp gezmek istedi. Oysa Veli, babasını görmeyi acele ediyordu. Ama kardeşini de kırmak istemiyordu. Onun gönlü hoşnut olsun diye fuarı gezdiler. Saatler, ilerlemesine rağmen güneş İzmir’i terk etmekte gecikmişti. Güneş ışığından faydalanarak, Basmahane Karakolu’na gittiler. Nöbetçi bekçiye, adresi sordular. Karakol ile babasının adresi oldukça uzaktı. Ama onlara kısa yolu tarif etti. İki kardeş, baba ocağına ulaşmanın heyecanı içinde yolu arşınlamaya başladılar. Dik yokuşları tırmanıp surlara yaslanmış küçük bir kulübenin önünde durdular. Onlara verilen adres burası idi. Baba ocağını bir saray gibi gördüler. Çiçek saksıları ise onlar için devasa bir bahçe idi. Araçtan inip taş merdivenleri tırmandılar. Basamaklar eksildikçe, körfezi çevreleyen Karşıyaka binaları görülmeye başladı. Ali’nin çocukluğu henüz gitmemiş olacak ki merdivenler, kaç basamak olduğunu ağabeysine soruyordu. Veli ise babasının tepkisini düşünüyordu. Elleri titreyerek kıpıyı vurdular. Kısa bekleyişten sonra kıpıda beyaz sakallı bir ihtiyar belirdi. Gençler onu, o da gençleri süzdü. Ev sahibi olduğundan dolayı onları içeriye buyur etti. İçeri girdiklerinde, ocakta pişmekte olan yemek kokusu açlıklarını hatırlattı. Belli ki Hasan, akşam yemeğini henüz yememişti. Gençler, babalarının evini parıldayan gözler ile incelerken, Hasan, gençlerin ziyaret amaçlarını soramadı. Ama onları Tanrı misafiri olarak kabul ederek yemeğe davet etti. Veli ile Ali, babalarının sıcak teklifini kabul ettiler. Birlik içinde sofrayı hazırlayarak akşam yemeğini yediler. Baba evi ile sofrasının ne denli huzurlu olduğunu orada tattılar.
Ali, çocukluğunu sürdürerek, körfezi çevreleyen neon ışıklarının denize yansıyan aksını ağabeysine göstermeye çalışırken, Veli, mektubu babasına nasıl vereceğini düşünüyordu. Kardeşi, yaramazlığını sürdürünce, beklemenin faydasız olduğunu görüp Kel Yusuf’un selamını ileterek, mektubu babasına verdi.
Hasan, mektubu alınca, heyecanlandı. Titreyen parmakları ile gözlüğünü takıp mektubu açtı. Gaz lambasının fersiz ışığı altında, satırlar üzerinde göz gezdirmeye başladı. İki kardeş, babalarının tepkisini merakla bekliyorlardı. Satırlar, tükendikçe, beyaz sakallar arasından sızan gözyaşları mektubu ıslatmaya başladı. Veli ile Ali, babalarının gözyaşlarını paylaşmak istercesine, onlar da ağlamaya başladılar.
Hasan, mektubu nemli gözler ile bitirdi. Yıllarca hayallerinde büyütüp yaşattığı evlatlarını, arkadaşının sayesinde kavuşmuştu. Birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Babasız ile evlatsız geçen yıllar sona ermişti. Oysa onlar, bu anı yaşamak için yıllarca nice diyet ödediler…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.