- 740 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BEKLENEN MUTLULUK (Öykülerim) - 1
İnsanlık tarihinde çocuklar sürekli olarak sevile gelmiştir. Sevilmiştir. Sevilecektir. Bütün insancıl, iyi duygulardan arındığını sandığımız kişiler bile, çocukları severler. En çirkin suçlardan, insanlık dışı, hasta ruhlu kişilere soralım. Onlar da çocukları sevmişlerdir. Severler... Düşünelim. Yalnızca kısır sevgiler, çocuklara ne vermiştir? Vermektedir. Verecektir?
İstedikleri yaşamı, hakları olan yarınları, özlemini duydukları mutluluğu verebildik mi? Verebiliyor muyuz? Yada, verebilecek miyiz Sevgilerimiz, ekonomimiz, kültürümüz, eğitimimiz, sosyal çevremiz, bunları sağlamamıza yeterli midir? Olmuş mudur? Ne derece olablimiştir? İnsanların yarınlarına köprü olan çocukluk döneminde, sorunla rına eğilebiliyor muyuz? Yoksa; verdiğimiz aşırı sevgi, onları, birer problemli çocuk mu yapıyor?
Bilerek, bilmeyerek, kaş yapalım derken, göz mü çıkarıyoruz?
Bu, bir eğitim sorunudur. Bu bir, toplumca kültür sorunudur. En önemlisi; bu, aileye dayalı bir sosyal sorundur.. Çocuk nedir? Çocuk, bir eşya değildir. Onun da kendine göre umutları, tutkuları, amaçları vardır. Onun da kendi çevresi içinde bir yaşamı vardır. Onun da yaşamına oranlılı bir takım sorumlulukları vardır. Daha da önemlisi: O da bir insandır. Ve, onunda bütün yaşam zorluklarına, acılarına karşı insanca, yaşamaya hakkı olduğu tartışılmaz... Tartışılamaz. Aksi yönde bir fikri savunabilir misiniz? Bence, hayır...
Hastane salonun da; bir aşağı, bir yukarı, sık sık adımlarla dolaşan adam, bu düşünceleri aklından geçiriyordu. Yaşı, kırkın üstünde görünen adam telaşlı, sinirliydi... Koridor gibi uzanan hastane salonunda; bir kapıya gözlerini dikiyor, kapı önünde zaman öldürüyordu. Zamansa, ona inatla geçmek bilmiyordu. Sanki; her saniyede, saatin ibreleri, biraz daha yavaşlıyordu. Ha durdu Ha duracak... Alnında biriken boncuk boncuk, soğuk terleri mendiliyle kuruluyor, o kapıya kulak kabartıyor, sonrada derin derin göğüs geçirerek, zorlukla nefes alıyordu. İki kıskaç arasında kalmış insanın ; son nefesini verircesine, inleyişi vardı kalbinin…. Ne çileli başı vardı, Ya Rabbi ! Az sonra kapı aralanacak, içeriden ak ak elbiseleriyle, doktor çıkıp :
----- Sizler sağ olun beyim. Kurtaramadık.. diyecek, sonra da bin bir dil döküp boynunu bükecekti. Daha sonrada Sevinç’i aklarla sarmalayacaklar, cansız vücudunu kollarına bırakacaklardı. Nasıl olur, nasıl dayanırdı buna can ? Saç diplerinden, iliklerine kadar soğuk bir ter boşandı. Göz çukurlarına doğru iki pınarcık uzadı.. Sıcak sıcak, ürperdi.
Bir ara kapıya koşup, ameliyathaneye dalıp, sesinin var gücüyle :
----- Kurtarın Sevinci mi.. Yaşayamayacaksa bırakın. Verin onu bana, onsuz yaşayamam diye, bağırmayı aklından geçirdi. Ama, yapamazdı.. Doktorlara imza vermişti. Metin olması gerekiyordu .Öyle bir delilik, taşkınlık yaparsa belki Sevinçi, kendi öldürmüş olabilirdi. Doktorlar, büyük bir umut içinde, teminat verir gibi güven vermişlerdi ona... Kesin olmasa da , kararlı ses tonlarıyla :
----- Korkulacak bir şey yok.. Yalnızca, bünyesi çok zayıf. Ama, ölüm tehlikesi de yok.. Ameliyat hakkında, kesin başarı sözü veremezsek bile, umutsuzda değiliz. Birinci ameliyattan daha başarılı olabiliriz belki.... Karamsar olmayın, demişlerdi.
Bu sözlerde, umutsuzluk rüzgarı esiyordu. Baba yüreği tatmin olmasa da , bir kurtuluş ışığı da vardı.... Tedirgindi.. Burukluk mu, acı mı olduğu belli olmayan bir düşünce kapladı, dört bir tarafını.
Uzun sarı saçları, yeşil yeşil gözleriyle boynunu büküşü canlandı kızının, büyüdü, büyüdü düşüncelerinde bu resim.... Ne umutlarla kabullenmişti Sevinç, bu ameliyatı...Değmeye kıyamadığı saçlarını, babası okşarken, yeşil gözleriyle ona bakmış, dudaklarında, doğduğundan buyana zor rastlanan gülücüklerle, onun kucağına atılmıştı.. .Boynuna sarılıp, başını göğsüne gömerek, hıçkıra hıçkıra ağlamıştı...Ama, küçücük dudağında bu hıçkırıklar şekilleniyor, yumruk yumruk olup, onu boğuyordu. Bu yaşta ölmek, yada ayaklarını kazanıp, bundan sonraki yaşamında mutlu olabilmek... Büyüklerin anlayamayacağı anlamlara dönüşüyor, var olma ve ölme duyguları boğazında düğümleniyordu. Mutluluk ve acı... Hepsi .. Ama, hepsi. Kendisinin evet demesine, babasının bağlıydı. Bir de, ölmeden kurtulmak, fakat, ayaklarını kazanamamak vardı….
Bünyesi gerçekten zayıftı….Bu yönüyle ikinci ameliyatta ölme korkusu doğuyordu. Birkaç aydır doktorlar, etrafında dört dönmüşler, bünyesini ameliyata hazırlamışlardı. Yine de, şüpheliydiler…. Eğer ameliyat yapılırsa, başarılı olacaklarına da inanıyorlardı. İşte bu ikinci düşünce, ona güç vermiş, razı olmuştu…. Ama birde, ameliyatın başarılı olmaması fikri vardı ortada…. Ya son ihtimal, doğru çıkarsa... Ayaklarına kavuşamazsa. O zaman, nasıl yaşardı ? Birkaç yıl önce babası, Almanya`da ilk ameliyatı yaptırmıştı. Başarılı olmamış, doğuştan bitik olan, cansız olan iki ayağı, yine aynı kalmıştı.... On-on beş senedir Almanya`da çalışan babası, kucaklar dolusu para masraf etmişti ona.... Netice değişmemiş, yine dört tekerlekli bisiklete dönmüştü. Uzun aylar boyu acılar çekmiş, acaba yürüyebilir miyim, düşüncesiyle her şeye katlanmıştı ? Sonuç, onu çok yıkıcı olmuştu…. Bunca sene sonra Türkiye de ilişki kurdukları doktorlar, tekrar ona umut vermişlerdi. Yaşama arzusunu kamçılamışlar, yine baştan, tüm acılara razı etmişlerdi . Ya şimdi, ne olacaktı ?
Saçlarının çoğuna yakın bir kısmı, ak ak olan adam, çaresiz Sevinç`i düşünüyor, asistanlar girip çıkıyorlar, acele acele oradan oraya koşuyorlardı. Ya bir şişe kan, ya da bir şişe serumla geriye dönüyorlardı. Baba Hüseyin ise, her kapı açılıp kapanışında, bir kez daha ölüp ölüp can buluyordu. Koşuyor asistanların, hemşirelerin yollarını kesip ellerine yapışıyor, kuşkulu gözlerle :
----- Ne oldu, nasıl ? Bitti mi ? diyen, endişe dolu gözlerle onlara bakıyordu. Umut verici bir söz söyleyebilirlerse, rahatlayabilir miyim, diye ? Onlarsa, alçak seslerle, biraz da kaygılı :
----- Metin olun. Ameliyat devam ediyor. Kesin bir şey söyleyemeyiz, diyerek acele acele uzaklaşıyorlardı.
Sevinç`in gözü yaşlı anası ; bir köşeye büzülmüş, kısılmış, kurumuş, artık akmayan yaşlarla olayları izliyordu.
İki küçük kız kardeşi ile ağabeyi ise, yakınlarıyla birlikte evlerinde, haber bekliyorlardı. Asıl sorun, Sevinç`in sakat bir çocuk olmasından çok, diğer kardeşlerinin normal birer çocuk olmalarıydı. Onun için sorun, sokaktaki arkadaşlarından değil, evdeki kardeşlerinden başlıyordu. Üzerinde titrenmesi, onu her an korumaya çalışmaları, her hareketinde bir başkasının yardımına muhtaç olması, yıkıyordu onu. .Hele, sokakta, her çocuk gibi normal koşup oynayamaz olması .. Tuvalete bile gidemeyişi, kahrediyordu. Herkesin dışında, kendisine, özel ilgi gösterilmesine içerliyordu. Tüm bu uyumsuzlukları içine atıyor, problemli bir çocuk olup çıkıyordu. Durumu itibariyle, özel muameleye de muhtaçtı. Kabul etse de, etmese de bu böyle oluyordu. Olması gerekiyordu. Başka çıkar yolu yoktu. Onu, mümkün olduğu kadar kırmamaya çalışıyorlardı. Oysa , o her şeyden nem kapıyor, sinirli, mahzun, çekilmez bir çocuk oluyordu. Bu durum, onda bir psikolojik hastalık haline gelmişti. Çok da hassas yaradılışa sahipti. O denli de, güzel bir kızdı. Ailece, ayırım yapmamaya çalışsalar da, en çok onu seviyorlardı. Hele babası...Sevinç diyor, başka söz söyleyemiyordu.
Baba Hüseyin ; tekrar o odaya gözlerini dikmişti ki, ameliyathanenin kapısı açıldı. Yaşlıca doktor, elindeki mendille terini kurularken dışarı çıktı. Zavallı baba, hemen koşarak, bir solukta, doktorun ellerine sarıldı. Titrek, kuşkulu bir sesle :
----- Nasıl doktor, Sevinç`im nasıl ?
----- Metin olun Hüseyin bey, neticeyi kesin olarak söyleyemem. Ama... Hüseyin, telaşla sözünü kesti :
----- Yoksa kızım... Doğru söyleyin doktor. Sevinç`im yaşıyor mu ? dedi. Doktor, teselli edici, otoriter bir sesle cevapladı:
----- Tabii yaşıyor. Korkulacak bir şey yok. Yalnız, zorlu bir ameliyat geçirdi. Çok kan kaybetti. Ama, kısa zamanda toparlanır. Ne var ki, Hüseyin birden telaşlandı . Heyecanla :
----- Evet doktor. Ne var ki.? diye sordu. Doktor :
----- Şunu demek istiyorum. Ameliyatın neticesinden, kesin, olumlu cevap veremem .Zaman gösterecek ... Sabırla beklemek, en doğrusu, dedi.
Hüseyin`in kuruyan dudakları titremeye, boğazında hıçkırıklar düğümlenmeye başladı. Dolu dolu olan gözlerini göstermemek için, başını önüne eğerken, aynı buruk sesle konuştu :
----- Ya... Öyle mi ? Ne yapalım, canı sağ olsun.
Doktor, babacan bir tavırla Hüseyin`in omuzlarına hafifçe vurarak :
----- Umudunu yitirme. Allah`tan umut kesilmez, diyerek yanından ayrılıp, koridorun sonuna doğru yürüdü, gitti. O esnada, koca salon kararmış, oda kapıları, binanın çatısı Hüseyin`in başı üstünde dönmeye başlamıştı. Dizlerinin bağı çözülmüş, olduğu yere, duvara tutuna tutuna çökmüştü. Garip ana koşup, kocasının boynuna sarıldı. Boğuk boğuktu sesi :
----- Ne oldu beyim, yoksa Sevinç`im...? diye haykırdı.
Hüseyin, elinin tersiyle işaret ederek, kısık bir sesle konuştu :
----- Telaşlanma. Çocuk kurtulmuş. Sevinçten başım döndü. Onun için çöküverdim,diyebildi.
Baba yüreği buruk ve yanık, ana yüreğine su serpilmiş olarak, hastaneyi terk ettiler. Aradan aylar geçti On bir-on iki yaşlarındaki Sevinç, eskisinden daha güzel, daha iyileşmiş olarak eve getirilip yine, dört tekerlekli arabasına oturtulmuştu Ana – kız ve diğer kardeşler, bir gün yürüyebilmenin umuduyla ayları sayıyorlardı .Baba yüreği ise yine buruk, yine kuşkulu idi. Hem de , umutsuzca. Güzel Sevinç her gün, yarım kalan okuluna devam ediyor, düzelmiş bir moralle, derslerinde daha başarılı oluyordu. Her sene olduğu gibi o sene de, derslerinin notları tümüyle pekiyi idi. Derken , ders yılı sonu geldi. Sevinç, “ OKUL BİRİNCİSİ “ olarak ilkokulu bitirdi. Okullar kapanınca, acı günler başladı . Günlerini pencerenin önünde, yada dört tekerlekli bisikletiyle, sokak kapısının önüne getirilip, oynayan çocukları karşıdan izlemekle geçirmeye başladı. O , çocuklarla gülüşüyor, şakalaşıyordu. Ama, oynayamıyordu.
Bir gün ; onların içine karışmanın, onlar gibi zıplayıp kalgımanın, oynamanın umuduyla bekliyordu. Bahar geçti .Yaz geçti . Güz mevsimini , sararıp dökülen yaprakları dört tekerlekli bisikletiyle karşıladı . Islık çalan rüzgarlar , soğuk yağışlı geceler onun ayaklarına hiç tesir etmiyordu . Ama; yeşil yeşil hayat dolu gözlerinde, umut parıltıları solmuyor, başak renkli saçlarının her sallanışı, yarına güvenle el sallıyordu. Hele, sımsıcak kalbiyse sevgisinden daha sıcaktı. Umut doluydu. Kararan uzak dağların sisli doruklarına; her akşam, yalnız penceresinde gözlerini dikip:
----- Belki bir gün ... Belki bir gün diye, bekliyordu.
Aylar, yıllar bu bekleyişin sonunu getirmedi getirmeyecekti.
Ama umudu, ona yaşam gücü veriyordu . Ömür boyu beklemesi gerekse de bekleyecekti . Ve, bekliyordu.
Suat TUTAK
04 .07 1979
SÖKE
Yaşam Tünelleri adlı Öykü kitabı - s,9
BEKLENEN MUTLULUK (Öykülerim) - 1 Yazısına Yorum Yap
"BEKLENEN MUTLULUK (Öykülerim) - 1" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.