- 848 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KAÇAKLAR(BÖLÜM3)!!!
...
Zübeyde titremeğe başlamıştı.Birşeyler söylemek istiyordu ama nafile.Kelimeler tükrüğünü boğazında boğuyor ve düşünceleri bir matkap gibi beynini oyuyordu.Ayşe...Nasıl yapar?Oysa bizim kavuşmamızı o da istiyordu.Olamaz bu.Olmamalı diyordu kendi kendine.Tam bu sırada Ahmet anlatmağa devam etti:
Bana gönderdiğin son mektubu hatırlıyor musun? Diye söylendi Ahmet.Zübeyde’nin ağzından belli belirsiz bir -evet- çıktı.Ayşe; dedi Ahmet...
-Ayşe bana o mektubu getirdiği gün, mektubu verirken bana ’Seni ölürcesine seviyorum, eğer başkasına yar olursan seni de onu da kendimi de öldürürüm.’ demişti.Sana söyleyemedim bunları.Üzülmeni istemedim, Zübeyde.
Zübeyde hala daha şaşkındı.Teselliye ihtiyacı vardı.Sağlıklı düşünemiyor, beyninin tüm hücreleri sanki yavaş yavaş ölüyordu.Zor da olsa konuşmağa başladı, Zübeyde:
Anlıyorum şimdi, dedi.Neden yazdıklarımı sana getirmek istediğini daha iyi anlıyorum.Oysa ben ona güvenmiştim.Kahretsin...
****
Bıyıkları tütün sarısı renge boyanmış yaver, ağzında biriken tükrüğü yutkunup ses verdi.
-Ağam! Ağam! Reşit ağam!
-Ne var yaver?
-İzler ağam...İzler şehir yolundan sapmış.Dağa yönelmişler ağam.
Reşit ağanın gözlerinde bir ışık belirdi.Sinsi sinsi güldü kendi kendine.Güzel, deyiverdi.Demek onları dağda sıkıştıracağız ha!Çok güzel.Arkasında duran konvoya dönüp, emretti.
-De haydin!Dağa yönelmişler.Çoğa varmaz, buluruz yüz karası rezilleri.
Emin korkuyordu.Alnında ter bulgur bulgur kaynıyor, göz kapakları cehennem gibi yanıyordu.Sol yanında milyarlarca karınca.Sol yanında bir avuç cam kırığı vardı sanki.Ne yapsaydı? Ah ne yapsaydı da ablasını kurtarsaydı.Oysa Emin, gecenin ona hazırladığı süprizlerin farkında değildi...
****
Zübeyde ve Ahmet’ten, metrelerce uzakta bir kız...Cam kenarına oturmuş, gözlerini şehir yoluna dikmiş korkuyla bakıyordu.Avucunda tuttuğu çaybardağına attığı şekeri dakikalardır karıştırıyordu.Dudakları çöl kadar kuraktı.Nefesi kutuplar kadar soğuktu.Oturduğu divanda sanki ölecekmiş gibi hissediyordu.Ve birden bir ses onu kendine getirdi.
-Ayşe! Kız Ayşe! Neredesin gözü kör olmayasıca?
İç güdüsel olarak ses verdi Ayşe:Burdayım, geliyorum anne.
****
Ben ona güvenmiştim dedi Zübeyde.O nasıl yapar bunu?Bizi ölüme nasıl gönderir?Babama nasıl söyler?
Ahmet bir yandan yürüyor bir yandan da vadiden kendilerine doğru gelen konvoyu izliyordu.Hepsinin sırtında bir tüfek vardı.Oysa onun belinde bir tek tabanca ve bir kaç mermi vardı.Hepsiyle başa çıkamazdı.Ama çıkmalıydı.Sevdiği için, aşkı ve sevdası için, hayatı için karşı koymalıydı kaderine ve kaderinin peşlerine taktığı Azrail belasına.Zübeyde, dedi Ahmet.
-Şimdi bunları düşünmenin sırası değil.Tepede pek çok mağara var.O mağaralara ulaşmalıyız.Eğer onlara ulaşırsak saklanabilir ve onlar bizi bulmadan şehir yoluna tekrar dönebiliriz.
Zübeyde Ahmet’in siyah gözlerine baktı.Sigarasından son bir nefes çeker gibi yudumladı Ahmet’in bakışlarını.Ve tamam deyiverdi.İki aşık el ele sarp kayaların arasından zirveye doğru yolculuk yaparken tepede onları bekleyen sürprizden habersizdiler.Oysa zirvede gece kadar karanlık, kuşluk kadar asi bir sır...Bir gizem, nefretini kuşanmış bir şahin edsayıla tepeden gözlerini iki aşığa ve peşlerinden gelen konvoya dikmişti.Bu nefret yirmibeş yıldır, bileylenen bir kinin öcünü almak için tüm insani perdeleri kaldırmıştı kalbinden.Hüseyin’di bu.Uzun burma bıyıklarıyla, kahveye çalan gözleriyle, bir haftalık tıraş olmuş esmer yüzüyle koca deli Hüseyin.Konvoyun ve önlerindeki iki aşığın aksi istikamette gelen, bir fırtınaydı bu.
****
Annesinin karşısına çıkan Ayşe, yorgun ve tedirgin gibiydi.Ses etti sırtı ona dönük olan annesine.
-Buyur anne! Geldim işte.
Annesi, Ayşe’ye dönmeden cevap verdi:Koş git muhtara haber ver.Hemen buraya gelsin.Ona anlatacaklarım var.Ama onu bulmadan ve getirmeden sakın eve gelme.
Telaşlıydı annesi.Ne işi olurdu muhtarla?Ne konuşacaklardı?Annesi daha önce muhtarı hiç çağırmamıştı evlerine.Üstelik hiç de sevmezdi o yaşlı ve topal adamı.Onu hep sefil bir mahluk gibi görürdü.Kendisinin dengi olmadığına inanırdı.Oysa; muhtar Rüstem bir gaziydi.Pek çok savaşa katılmış ve pek çok yara almıştı.Sol ayağının topallığı da o savaşların hatırasıydı.Bir şarapnel parçası,çatışmanın ortasında diz kapağının altına saplanmış ve Rüstem’in diz kapağını parçalamıştı.Doktorlar ayağını zor kurtarmışlardı.Ancak asla eskisi gibi yürüyemeyeceğini söylemişlerdi.
O gün bu gündür Rüstem topallayarak yürüyordu.Köylü de yapabileceği başka bir iş olmadığı için hem geçimini sağlaması hem de faydalı olması için onu hep muhtar seçiyordu.Ayşe bu düşüncelerin içinden sıyrılıp cevap verdi annesine:
-Tamam.Gidiyorum anne.
****
Dağın zirvesine çıkan yol, zirveye yaklaştıkça daralıyor, ve mesafe de kısalıyordu.Hüseyin beraberinde getirdiği yamağı hacı lakaplı oğlanı zirvenin yüz metre aşağısında pusuya yatırmış ve kendisi de tepeye çıkan yolun başını kesmişti.Böylece gelenler, yamağı ve kendisinin arasında kalacak zaten sağı ve solu kayalık olan dar yolda hiç hareket edemeyeceklerdi.Çok kolay olacaktı.Hüseyin, Reşit ağanın gözlerindeki korkuyu görecek ve acımadan tetiği çekecek tüm kinini ve birikmişliğini dağın zirvesinden düşen bir çığ gibi kurşunlarla kusacaktı Reşit ağanın üzerine.Heyecanlıydı Hüseyin.Nihayet muradına erecekti.Onca zaman sonra nihayet adını temizleyecekti.
****
Adım adım zirveye çıkan Zübeyde ve Ahmet özgürlüklerine kavuşacakları anın özlemiyle yorulmadan ve nefes almadan tırmanıyorlardı zirveye.Hüseyin ve yaverinin tuzakladığı yere çok az kalmıştı.Belki yüz metre belki de daha az.Ahmet bir kez daha dönüp baktı arkasından gelen ecel kervanına.Sonra yüzünü yürümekten bitkin düşen ama gayretle yürümeğe çalışan Zübeydeye döndü.Zübeyde sırtını bir taşa vermiş ikindi vakti Güneşin güzelliğini seyreden bir kuş gibi zirveye yakın bir noktadan önünde uzayan dağlara bakıyordu.Ahşam üstü epeyce yaklaşmış ve yükseklere çıkmışlardı.Artık hava soğumuştu.Bunun ikisi de farkındaydı.Ama ısınmak için ateş yakamazdılar.Yerleri belli olurdu.Ahmet, Zübeyde’ye seslendi.
-Üzerimize daha kalın şeyler giyinmeliyiz.Gece buralar daha da soğuk olacak.Ateş yakamayız.Yanına aldığın eşyalardan kalın olanları giyin.Diğerlerini de at.
Ahmet ve Zübeyde heybelerinde taşıdıkları bir kaç parça giysinin içinde geceyi sıcak geçirmelerini sağlayacak olanları aramağa koşuldular.Çok geçmemişti ki ikiside bulup üzerlerine giydiler.Sonra yürümeğe başladılar.Her adımları Hüseyin ve yaveri Hacı’nın tuzakladığı bölgeye yaklaşmalarına neden oluyordu.Bir adım...Bir adım daha...Sonra bir daha...Artık Tuzaklanmış bölgenin içindeydiler.Ve zirveye doğru son hamlelerini yapıyorlardı.O sarp kayaların arasından çıkmağa beş-on metre kalmıştı ki, tüm heybeti ve ürküten görüntüsüyle Hüseyin karşılarına çıkmıştı ve aniden;
Hacıııı!
Deye seslenmişti.O nidanın ardından yaverde saklandığı yerden çıkmış ve arkalarında kaçışlarını sağlayacak yolu kesmişti.Ahmet son bir hamleyle belindeki silaha sarılmak istemiştiki, suratında bir acı bir yanma hissetti.Çığlık bile atamadı.Ancak onun yerine Zübeyde’nin ağzından bir acı çığlık çıkıverdi:
-Ahmeeeeeeet!
...