- 1519 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
boşluğun yansımaları...
Hangi kategoriye sokacağımı bile kestiremediğim bu manasız yazıma başlarken, tek hissettiğim şey içimde yer edinmiş kocaman bir boşluk. Hiç öyle edebiyat parçalama girişiminde bulunmayacağım. Noktalama işaretlerine dikkat etmeyeceğim, yazım yanlışlarını göz ardı edeceğim çünkü istemiyorum doğruları aramak…Mükemmel bir şey yapmaya çalışmaktan yoruldum. Ki bu zaten hayatın her alanına yansıyor. Mükemmel öğrenci ol, mükemmel öğretmen ol, sonrasında mükemmel ebeveyn…
Saçma sapan kurallardan sıkıldım. Örf, adet, töre, gelenek, görenek, toplum realitesi vs vs…hakikaten daral geldi diyebilirim. Issız bir adaya düşsem ve ömür boyu insan yüzü görmeksizin yaşasam sanırım daha mutlu olacağım. Hep bir şey olmaya çalışmaktan öylesine yoruldum ki…Saatlerce kitap okumak istiyorum ama özenle seçilmiş fantastik türde kitaplardan. Beynimde yepyeni dünyalar imgeleyip, kendimi o hayatın kollarına bırakmak istiyorum hayal de olsa. Sonra açıp çok sevdiğim bir müziği saatlerce dinlemek istiyorum ama bunları yaparken gerçek hayatın getirileriyle yüzleşmek ya da bölünmek istemiyorum.
Örneğin önümde beni bekleyen yüzlerce yazılı kağıdını okumak istemiyorum. Sonra o yüzlerce kağıdın yüzlerce farklı puanını e-okula girmek istemiyorum. Salı günü yapacağım sınavın a,b,c ve d olmak üzere toplam dört farklı gruptan oluşacak sorularını hazırlamayı da istemiyorum. İhmal ettiğim arkadaşlarımla vakit geçirmem gerekiyor ama onları görmeyi hiç arzu etmiyorum. Odamda bariz değişiklikler yapmam gerekiyor, mesela kışlıkları ve mevsimlikleri kaldırıp yazıkları çıkarmak gibi ama onunla da uğraşmak istemiyorum. Kısacası hiç ama hiçbir şey yapmak istemiyorum.
Geçen hafta Pazar günü üzerime yapışıp kalan bir umursamazlığın etkisindeyim sanırım… Hayatımın en sıkıcı haftalarından biri geçirdim. Pazar günü canım evden dışarı adım atmak istemiyordu ama evimizin az ilerisindeki evcil hayvan parkına gidip dört tur yürüdüm. Ağzım zehir gibiydi ve sadece çayla sigaradan keyif alıyordum. Yemek yemek istemiyordum ama nasıl içim daraldıysa yürüyüş boyunca kocaman bir boy patates cipsini bitirdim ve doğal olarak herkes bana güldü:( Pazar akşamı erkenden uyuyup güzel rüyalar görerek kendimden uzaklaşmak istiyordum ancak akşam öğrencilerimin telefonuyla bu planım da suya düştü. Bir mekana gidip canlı müzik dinledik ve eğlenmeye çalıştık ama eğlenemiyordum:( eve gelince de uyumak istedim ama maalesef beceremedim, sabahlayarak işime gittim…
Pazartesi ölüm gibiydi haliyle…öğlene kadar derslerimi zor tamamladım uykusuzluktan ve gelip akşama kadar uyudum:( gecem güzeldi…sebebini anlatmayacağım:) sabahlayıp işe gittim tekrar…Salı günü de öğlene kadar dersim vardı ve iş çıkışı en iyi arkadaşım ve meslektaşım Safiye ile alışverişe gittik. Belki de bu yüzden en iyi arkadaşım:) sorunsuz ve kesintisiz alışveriş yapıp, ağzıma gelen her şeyi rahatlıkla söyleyebildiğim yegane insanlardan biri…bol bol alışveriş yapıp, yemek yedik, sonra da güzel bir coffie latte içtik. Bildiğimiz kahvenin üstünde krema olan absürd bir içecek işte. Heveslenip bir şey sanmıştım o kadar:(
Eve geldiğimde 18,30 sularıydı ve aşırı yorulmuşum, hemen yattım uyudum. Gece kalkmayı planlıyordum ama maalesef kalktığımda sabah 7,10’du ve nerdeyse işe geç kalacaktım:)
Çarşamba üç saat dersim vardı ve eve gelip kesintisiz kitap okudum. Gözlerim aslında hep msn deydi ancak gelen giden olmadı:( sabaha kadar kitabım okudum ve yine uykusuz bir vaziyette işe gittim. Öğlene kadar dersim vardı sorunsuz halledip iş çıkışı sakin bir kafa ve Safiye ile alışverişe gittim. Kendime çok cici bir elbise aldım, pazartesi giymek için
sabırsızlanıyorum:) bir de kadife ceket pantolon takım aldım. Onu da Salı giyerim sanırım:) anneciğime de ayakkabı aldım bu hepsinden fazla mutlu etti nedense:) düşünceli bir evlat olmanın hazzını tüm hücrelerimde yaşadım. Öğle yemeğinde biraz sınırımızı aştık sanırım ve Safiye Sultan ile kendimizi doğulu sanıp aşırı acılı çiğ köfte ve zıkkım gibi bir şalgam sipariş ettik. Safiye akıllı davranıp son anda şalgam siparişini ayrana çevirdi ama ben geri zekalılıkta direnerek o mönüyü canımı tehlikeye atarak bitirdim. İçim, dışım, ağzım, burnum, midem kısacası tepeden tırnağa tüm iç organlarımın ve sakatatlarımın yandığını hissettim. Alışverişe devam ettik ve sonra birer çay içtik ama o acı bir an silinmedi bedenimden…Akşam 7’de geldim eve ve gene aşırı bir yorgunlukta kendimi yatağıma attım. Gece kalksaymışım süper olacakmış ama maalesef uykuya yenik düştüm. Sabaha kadar aralıksız uyumuşum.
Uyanabilseydim ve kendimi iyi hissetmiş olsaydım, öğretmen arkadaşlarla 1 Mayıs kutlamaları için Ulus’ta buluşup Kızılay’a kadar yürüyecektim ama onu da canım istemedi, akşama kadar sap gibi evde dolandım durdum. Gece de aynı şekilde…
Çok şey yapmakla hiçbir şey yapmamak arasında sıkışıp kalmanın çaresizliğini yaşıyorum. Neyin beni mutlu edeceğini çok iyi biliyorum ama o mutluluk da çölde aşırı susuz kalmış bir insanın gördüğü seraba benziyor…Demem o ki gelip geçici türden. Ünv. 1. sınıfta hiç de hoş olmayan bir şey yapıp sevgilimin günlüğünü okumuştum. O günlükten çarpıcı bir bölüm kazındı beynime…
“ Hayat bir film gibi…Yer yer içine dahil olduğumuz, bazen de bir sinema salonundaymışçasına oturup sadece izlemekle yetindiğimiz. Evet bu filmin dışındayım. İzliyorum sadece derken film bitiyor, ekran kararıyor ve tüm diğer seyirciler sessizce çıkıp gidiyor. Bense hala inatla oturmuş filmin devam edebileceğini düşünüyorum…”
Böyle işte…hem içimdekileri bir parça olsun dökmenin rahatlığını yaşamak hem de geçip giden anlamsız bir haftaya ayna tutmak açısından bu yazıyı yazmamın iyi olduğu kanaatindeyim. Film devam eder mi etmez mi bilemeyeceğim ama sanırım insan içindeki umut ölmemeli…Bugün değilse bir başka gün, belki başka bir mekan ve başka yüzlerle anlamına ulaşacak bir filmin başrol oyuncusu olacağım…
Şimdi mi?
Hemen bir kahve yapacağım kendime, ve dalacağım güzel bir kitabın derinliklerine…
Beklemekten vazgeçtiğini söylüyor içim ama biliyorum ki gelirse başım gözüm üstüne, gelmezse ruhumun çekeceği kabir azabından kime ne?
Herkes kendi işine…
Öyle işte……………………………………………..
(A-Y)
YORUMLAR
ilkesiz ve doğal...planlanmadan hayatın getirdiği anda yaşamak...
yarın yada sonra yapacak bir şeyi olmamak insanın...yani yarını şimdiden düşünmeden....
bence en doğrusunu demişsin...herkes kendi işine...hiç değilse yazılarda özgür olsun zavallı ruhumuz...
yazılarında şiirlerin kkadar özgür ve asi...
yüreğine sağlık emi...
bazen hepimiz yaşamın içindeliğiyle dışındalığının ayrımını yapmakta güçlük çekeriz...ordan oraya savrulurken bu benim hayatım değil diye söyleniriz kendi kendimize...
tadımızn olmadığı beklentilerimizin netleşmediği anlarla eş zamnlıdır bu yaşananlar...neyi nerde bıraktığımızdan emin olamayız sanki...
bu geçici dönem yaşamın farkına varmak için verilmiş bir hediyedir bizlere...