- 684 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
NEFİS (NEFS)
“(Cenab-ı Haktan korkup, nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranların varacakları yer, muhakkak Cennettir.) [Naziat 40, 41]”
Nefis en büyük statükodur. İnsanlar en büyük ve en korkunç bağnazlığı nefislerine darbe vurulunca gösterirler.
Toplumlarda da bu paranoya vardır. Mahpushaneler bu nedenle ağzına kadar suçlu doludur. Dünya savaşları bu nedenle meydana gelmiştir.
Bölgesel ve düşük yoğunluklu savaşlar bu nedenle devam etmektedir. Gelecekte de insanlar savaşırsa nefis duygularıyla yaptıkları savaştan yenik çıktıkları için birbiri ile savaşacaktır.
Tarih göstermiştir ki insan nefsi söz konusu olunca insan olduğunu unutabiliyor. Hatta hukukta ki nefsi müdafa terimi bile buna kılıf uydurmak için uydurulmuş diyebilirsiniz. Ancak hukuktaki bu nefis sınırsız nefis değildir. O sınırlı nefis bile çok özel koşullara tabidir.
İnsan, insan olduğunu unutunca, sadece bu Dünyanın efendisi olduğunu unutup, kendisini bu evrenin efendisi olduğunu sanabiliyor. Tanrı insan için bu Dünyayı yaratırken bile bitki ve hayvanları yaratarak insanın hükmetme nefsinin ihtiyacını karşılamayı planlamıştır.
İnsan dünyanın efendisidir, ama insan insanın efendisi değildir. Çünkü insanın efendisi Allahtır.
İşte din insanın nefsine yenik düşüp bu sanıların esiri olduğu anlarda ortaya çıkar. Yani din insanları değil insanların nefsini ıslah etmek için gelir.
Kulluk; insan olduğunu unutan insanlara, Tanrının insan olduklarını hatırlatmak için oluşturduğu bir formattır.
Demokrasi insanlığın erdemidir. Yani bu Dünya üzerinde kendi nefislerinin, başkalarının nefislerinden üstün olmadığını, aşağı da olmadığını, sadece eşit olduğunu, herkesin çalışıp, ürettiği kadar kazanabileceği ve bu kazancın getirisi kadar nefsinin isteklerini karşılayabileceği ve bunun dışındaki her türlü gayretin, oluşumun hakkaniyet ve adalet ilkesine ters düşeceğini, peşinen kabul edenlerin rejimidir Demokrasi.
O nedenle dönem dönem; nefsi galabe çalan kişiler ve milletler başka kişilerin ve milletlerin, emeklerine, yarattığı değerlerine kota kayarak zorla, gerektiğinde güç kullanarak, yetmediğinde varlığına kast ederek sahip olmaya çalışırlar.
Oysa insan nefsinin sınırını tayin edebildiği ve bu sınırın içinde oluşan ihtiyaçlarını yasadışı yollardan değil emeği oranında karşılayabildiği ölçüde erdemlidir.
Din müdahale alanını, insanlığın demokrasi erdeminin sınırına kadar, etki alanını genişletebilir. Kurumsal ve toplumsal anlamda bu durum bir ihtiyaçtan öte kamusal bir zorunluluktur.
Kişisel anlamda ise dinin etki alanı, hatta ilgi alanı, kişinin nefsine çizidiği sınıra kadar müdahale edebilir. Eğer kişi nefsine bir sınır çizmemişse, o zaman dinin ilgi alanının, kendi sınırlarını aşıp, etki alanını insan ruhunun derinliklerine sızdırmasında, bir mahsur olmadığı gibi çok büyük faydalarda vardır.
Tehlikeli olan; birilerinin Tanrı-Din ve Peygamber adına ve yine Tanrının emri gereği olduğu iddiasıyla; dini yaymak, dini korumak için, Devlet, Hukuk ve Demokrasiyi yetersiz görüp, ya da yetersiz olduğunu göstermek için, anarşi, terör yaratıp, bunu sona erdirmek bahanesiyle, tarikat adı altında hücre örgütlenmelerin gitmeleridir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; suç ve çıkar örgütlerinin devlet içindeki yapılanmalarından, güç ve çıkar mücadelelerinden, siyasi ve ideoloji hesaplaşmalardan ya da geçmişteki hesaplaşmaların yarattığı husumetlerin rövanşını almak için girişilen hukuk dışı çabalardan arındığı oranda; kanunları, demokrasi tecrübelerinin yarattığı birikim ve laiklik anlayışı ile kendi dinini, kitabının emrettiği esaslar doğrultusunda koruyacak, tebliğ edecek ve yayacak güçtedir ve buna muktedirdir. Bundan hiç kimsenin özelliklede devletten umudu kestirilen Türk Milletinin şüphe duymaması gerekir.
Zira dinimizde ruhbanlık yoktur. En kesin ifadelerle haram kılınmıştır. Şeytani olduğu belirtilmektedir. Tarikatların ruhbanlık esaslarına göre faaliyet göstedikleri acı ve gerçektir. Onları sorarsanız bunu kesinlikle reddeceklerdir. Ruhbanlığın diğer tek tanrılı dinlerde var olduğunu iddia edeceklerdir.
Oysa örgütlenmelerine baktığınızda, tarikatların nefis duygusunun sınırsızlığını baki kılmak için kurulduğunu görürsünüz. Misal verecek olursak; onlar değil midir ki Kuran’da ve Peygamberimizin sünnetinde kendi uyguladıklarına benzer şekilde mevcut olmadığı halde, bir erkeğin dört kadınla evlenmesini caiz göstererek Tanrının Adem Aleyhissama sadece Havva anamızı tek bir eş olarak yaratma iradesine şirk koşmuşlardır. Tanrı bir erkeğe dört kadın yaratmaktan aciz midir? Değildir. O zaman bunlar Tanrının emrine, gücüne şirk koşmuş olmamakta mıdır?
Nefsine yenik düşen tarikat ehlinin saf bir müminden, garip yoksul bir gurebadan, Tanrı katında üstün olduğunu kim iddia edebilir?
O nedenle Din ve Demokrasi birbirine karşı olan değil birbirini tamamlayan hatta kollayan kurumlardır. Münafıklığın; mümin görünüpte aslında gizli kafir olanların ismi olduğu Kuran-ı Kerim’de açıkça bir çok ayette anlatılmakta ve kafirlerden daha günahkar oldukları tekrar tekrar zikredilmektedir.
Zira onların nefislerine uyarak işledikleri her suç kendilerinden ziyade dinimize zarar vermektedir. Müslüman olmayanların elini güçlendirmektedir. Ve onlar halka sormaktadır. “Çok övdüğünüz Muhammedin dini bu mudur?” Oysa kafirin günahının cezası sadece kendinedir.
O nedenle tarikatlar ruhban, tarikat ehli münafık, müritler ise kandırılmış müminlerdir. İslamiyetin aslına en uygun şekli ile Teokratik değil, Demokratik şartlar içinde gelişip büyüyeceği aşikardır.
Zira islamda zorlama yoktur. Gönüllü teslimiyet vardır. Tarik yol demektir. Her tarikat ayrı bir yoldur. Hangi yolun selamet menziline vardığı ise insanın meçhulüdür. Zira insan gaibi bilmemektedir. Gaipten haber vermek haramdır. Oysa Peygamberin sünneti açık ve nettir. İnsanlığın önünde apaydınlık durmaktadır.
En iyi mümin en iyi insan olan mümindir. İnsanlıktan nasibini almayanların, nesebini bilmeyenlerin yada bunun önemi yoktur diyenlerin, sıkıştıklarında yada sıkıştırıldıklarında, yada Allah tarafından hileleri, hülleri ibreti alem için açık edildiğinde kulluk görevlerini münafıklık esaslarına göre yerine getirerek kendilerini aklamaları mümkün değildir. Zira Kuran-ı Kerim onların bu çabalarını anlatan bir çok ayetini şu ifadeyle bitirmektedir.
“Onlar ancak kendilerini kandırırlar…”
Bekli de onların yapacağı en doğru hareket; nefislerine uyarak kendilerinin ve ailelerinin, bu fakir ve mazlum milleti asırlar boyu sömürerek elde ettikleri servetlerini, nefis duygularını terbiye ederek, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kontrolüne bırakmaları ve bu suretle fakire, fukaraya, işsize evlerine ekmek götürmelerini sağlayacak ve Hazreti Ömer’in bu uğurda döktüğü gözyaşlarının bir daha gerçek müminler tarafından dökülmemesini temin edecek işgücü ve istihdamı yaratmak olacaktır.
Dine uyan, arzusuna kavuşur. Kur’an-ı Kerim’de mealen, (Nefsine uyanlardan, doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz) buyurulmuştur (Ankebut 69 Tefsir-i Azizi)
YORUMLAR
Bu son derece hassas konu içerikli din ve yaptırımlarının istismarına ilişkin makalenize "Vaka" ayeti ile yorum katmak istedim.
-Böyle bilgimizin yetmediği konular da muhakkak Allahın kitabı ile sayfaya gelmek lazım..
10, 11. (İman ve amelde) öne geçenler ise (Ahirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah'a) yaklaştırılmış kimselerdir.
12. Onlar, Naîm cennetlerindedirler.
13, 14. Onların çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerdendir.
15, 16. Onlar, karşılıklı yaslanmış vaziyette mücevherâtla işlenmiş tahtlar üzerindedirler.
17, 18, 19, 20, 21. Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.
22, 23. Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır.
24. (Bütün bunlar) işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak (verilir.)
25. Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler.
26. Sadece "selam!", "selam!" sözünü işitirler.
.........Yani Rabbim beşerilerin nasıl olması gerektiğini çok net anlatmış/hiç bir tartışmaya mahal kalmmamıştır....
-Kaleminize bin sağlık üstad.