Keşkelerim
Öyle bir an gelir ki, insan kendisiyle yüzleşmek, yaptıklarının ve yapacaklarının hesabını bir bir öğrenmek ister… İşte öyle bir ruh hali içindeyim şuan da, keşkelerimle başbaşayım… O keşkeler o vakit bambaşka görünüyordu gözüme ve şu an tüm geçmişim bir film şeridi gibi akıp gidiyor gözlerimin önünden. Hoyratça harcadığım her bir yıl için keşke diyorum şuan…
Daha dün çocuktum aslında; düşüp-kalkan, ağlayan-gülen…
Çoğu zaman da içine kapanmayı tercih ederdim, nedense kendi halime yaşamayı severdim. Ama şimdi ilk keşkem burada başlıyor. “Keşke gözü açık, tutuğunu koparan bir çocuk olsaydım, ezdirmeseydim kendimi diğer çocuklara karşı, keşke tüm isteklerime gem vurmasaydım o zamanlar” diyorum.
Sonra gençlik yıllarımın ilkbaharı… Mutsuz olmayı tercih ettim çoğu zaman, anlamsız şeyleri taktım kafaya, yine karamsar baktım hep geleceğe. Nedenini bende bilmiyorum ama ruhum hep karamsardı, ezikti… Belki de bu birazcık çocukluğumun çok çok erken yıllarında yaşanan acının izleriydi. Hani derler ya, “ çocuk kalbi çok hassastır” diye. Bende unutmadım aile içindeki dramatize yaşanan yılları. İkinci keşkelerim de burada başlıyor aslında… Hep ailemden birini kaybetme korkusu içimdeki fırtınaları azdırıyor, boğazıma koca bir el yapışıyordu ve ben bunu kimseyle paylaşmıyordum ya da paylaşamıyordum. Çekingenlik tüm bendimi sarıp sarmalamıştı. Hâlbuki annem, babam her durumda üzerimize titrerdi ve ben bunun kıymetini daha yeni anlamaya başlamışım… Ne yazık!
Veeee!… “Ruhumun kapılarını aralayıp her şeye tozpembe bakabilseydim” diyorum…
Her ne kadara kendime yarattığım buhranlı günlerde üniversite sınavı savaş halini almışsa da benim gözümde, iyi veya kötü üniversiteli bir genç kızdım sonunda…
Yani dönüm noktam! Üniversite öğrencisi olmak açtı beni. Özgüvenimi kazandım, çevremden kopup gittim uzak diyarlara ve yeni dostluklar, yeni arkadaşlıklar vardı artık hayatımda. Ben ben oldum aslında, iç dünyamdan koptum… Arkadaşlarımla paylaşmayı öğrendim. Annemin uzun yıllar boyunca konuşmayı bil, paylaşmayı öğren gibi ifadelerini ben yeni tanıdım… “Keşke geç kalmasaydım” diyorum bunun içinde…
Geri dönüşüm bambaşkaydı, ailemin güvenini artık görebiliyordum, hırs küpüydüm –ki bu hırsım çocukluğumdan süregelen bir durumdu ve bu hırs çoğu zaman beni mutsuz etti, başaramamak korkusu başarmanın üstüne çıkıyordu- biraz daha güçlenmek, kendimi kanıtlamak ve başarılı olmak benim için yaşam felsefesiydi…
Şimdi ise iki üniversite bitirmiş, kendi eğitim kurumumun başında otoriter bir iş kadını, yazarlık başarısı bir basamak daha artmış, ikinci kitabının satışı çok iyi giden, bunun yanı sıra hem anne, hem ev hanımlığı konusunda başarılı olan ben, bir zamanlar üst düzey akrabalarımız tarafından hor görülen, aşağılanan ben veya ailem tam onları aşmışken akrabam sınıfına sonradan dahil edilen birileri tarafından hiçbir işe yaramazmışım, yaptığım işlerin hiçbir anlamı yokmuşçasına tek bir övgü sözü duymamak ve tam tersi başarıma gem vurulması için söylenen sözlerle hala birileri tarafından hor görüldüğümü anlamama yetiyor…
Artık hiç kimse ve hiçbir söz umurumda değil… Bir zamanlar çocuktum ve çoğu sözlerden alınıyordum ama artık değilim, ben kendimi üzecek bir çocuk değilim… Atalarımızın meşhur sözü beni daha fazla kamçılıyor. “ Meyve veren ağaç taşlanırmış.”
Aslında yaşam öyle bir anda başlıyor ki, başlangıcımızı tercih etmek gibi bir seçeneğimiz olmadığı için hayata doğuştan bir-sıfır yenik başlamış oluyoruz…
İşte en önemli keşkem de bu zaten!
Ruhumun kapılarını açmama fırsat vermeyen yaşam koşulları içinde “keşke o vakit dünyaya gelmemiş olsaydım” diyorum…
Kader çizgimizde tam burada başlıyor sanırım…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.