- 880 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DERTLER VE DEPRESYON
Hayatta anlayamadığımız çok şey var. Ya da hayattaki herşeyi anlayamıyoruz. Hikmetini, sebebini bilmiyoruz… Herşeyi anlamdıracak kadar sağlam ve yekta bi otorite, dominant değiliz.
Biz bir şey istediğimizde faydayı değil lezzeti gözetiriz. Uzun vadeyi değil kısacık vadelere razı oluruz. Bu isteme öylesine şiddetli olabiliyor ki; anormalleşebiliyoruz. Koca dünyayı bir metrekarelik bir yere dönüşebiliyoruz kendimiz için. Ne kadar büyüse de insan yine bir derece çocuktur. Bugün yarına göre çocuğuz. Küçük çocuğa çikolata mı elmas mı dense hangisini seçeceği bellidir. Bu bakımdan insan her zaman değere talip olamıyor. Dolayısıyla değer de değerini insanın seçme oranından almıyor.
Tüm bunalımların asıl nedeni içseldir. Kişinin, aslında herkeste olan problemlerini habbeden kubbeye çevirmesidir. Kişinin sürecini iyi yönetememesidir. Tüm bunalımlar görecelikten kaynaklanır. Yani kişinin bakış açısındaki, görüşündeki sakatlıklardan ileri gelir. Hatta diyebilirim fazla düşünmekten, hayata fazla hükmetmeye çalışmaktandır… Fazla şey istemektendir. Hayattan çok şey beklemektendir. Hayatı asıl yer görmektendir. Köylerde şehirlere nazaran neden daha az depresyonel hadise görülür? Köylü daha az düşünür… tevekkül eder.
Yine en büyük mutsuzluk nedenlerinden biri kendini başkalarıyla kıyaslamak… Kendini herkes gibi görmek. İnsanları tekdüze, tek tip sanmak… Oysa herkesin imtihanı, problemi, derdi, sıkıntısı ayrıdır. Hem “başkasında var neden bende yok” anlayışı biraz sakilcedir, suni bir elemdir. Haddizatında fazla problem olmamasına rağmen burda sorunun kaynağı, acının nedeni “olmamasının doğurduğu sıkıntı” değil, “başkalarına yok deme” durumudur. Yani başkası eksenli bir hayattır. Nasıl biz çektiklerimizi etrafımızdan gizleyip kamufle ederek onların haberdar olmasından rahatsız olurken insanlar bizi mutlu sanır çok zaman. Öyle de bizim etrafımızda da pek çok insanın bilmediğimiz acıları muhakkak vardır. Hatta özendiğimiz, imrendiğimiz çok insanların belki acınacak halleri var da mahirce gizlemeyi biliyorlar.
Bunu yanında en kötüsü de insanın adiliklere, seviyesizliğe bile bile razı olarak mutluluğu yeğlemesidir. Şahsiyetini verip hayvanlığa yakın lezzetleri kabul etmesidir. Eğilip bükülmesidir. Çevremizde bu tip şen şakrak pek çok insan vardır. Ve bunlar kesinlikle özenilecek insanlar değildir. Hatta bu insanların inatla seslerini bastırmaya çalıştıkları derinlikleri de bizden yanadır. Belki feryad halindedir. Ama kulaklar kapalı…
Öte yandan duygusallıklar, romantizm ve filmlerin, şarkıların, romanların öngördüğü, empoze ettiği hayat anlayışı evet başta hislere tercüman olma adı altında insanı uyuşturma kabilinden rahatlatsa da bir süre sonra insanı gerçeklikten koparıp hisler sarmalında bir girdabın içine sürükler. İnsanın sorun çözme kabiliyetini yakıp kül eder. Aslında aştıktan sonra bizi büyütecek bir sorunda, bizi boğar. Zaten bana göre en zoru da insanın derdi karşısında çaresiz kalmasından ziyade “çaresizlik psikolojisi” illetine kapılmasıdır. Yani umudun yitirilmesi fırsatların yitirilmesinden çok daha ağırdır.
Ve yine bazı insanlar iyi, efendi, örnek bilinirler. Parmakla gösterilirler. Sanırım hadisti; “bir insandan üç kişi razı ise diğer razı olan Allahtır.” Ve Allah adaletsizlik yapıp kimseye fazladan hak etmediğini bahşetmez. Bu bağlamda iyi bilenlerin bilinmeyen çok imtihanlarının, çilelerinin olması olağandır. Ki belki de bu iyilerin sabır faziletini, çevre feraseti, sezgisi ile hisseder de o yüzden iyi der. İşte kötülerden ayrılmak ve bu iyilik durumuna layık olmak için çeliklenme kabilinden sıkıntılar çileler konur insanın önüne. İyiler de sabreder. Yoksa herkes iyi olabilir ve iyi olmanın önemi olmaz. O zaman da insanlar arasındaki değer ölçütleri kaybolacağından hayvanlığa yakın oluruz. Şuna da şüphe yok ki insan asla hayvan olmaz. Onun gibi salt bedenen yaşayamaz. Zaten bu durumu fazla zorlayan yani salt badeni bir hayata ısrarla talip olan eninde sonunda tatminsizliklerden kendini yok etme teşebbüsüne sürüklenir. Nefsin, arzuların doyduğu, tama dediği görülmemiştir. Hep daha fazlasını, daha fazlasını ister. Refah seviyesi yüksek, gelişmiş ülkelerdeki yüksek intihar oranları buna kanıttır.
Ve son olarak hayatta telafisi ve düzeltmesi imkansız, korkunç dengesizlikler, adaletsizler var. Bunların hepsi çok güzel ve düzenli şeylerin de varlığına şüphe olmayan onca şeyden yola çıkarsak kesinlikle ikinci bir telafi diyarını yani ahiretin varlığını şart kılmaktadır. Ancak ahiretin varlığı hayattaki onca şeylere sabretme dirayeti sağlar. İnsanın varlık sebebini kavrayamayana en basit pürüzler dahi devasa çıkmazlar gibi gelir.
Alkol, domuz haramsa neden var? Neden yaratıldı? İbrahimden (A.S) neden oğlunu kurban etmesi istendi? Vs… Allah insanı sever, kendisine daha çok yakın olmasını ister. Herşeyden çok… Güzele, Mükemmele yakın olabilmek için Ona yaraşır güzel ve kamil olmalı… İnsanın da güzel ve olgun olmasının yolu pişmesinden, engelleri aşmasından, tuzakları anlayıp geçmesinden geçiyor. İyisi diğerlerinden böyle ayrılabilir ancak…Her insanın önüne kaldırabileceği engeller konur. (Bakara-286) Aşan büyür; su-i ihtiyarı ile aşmayan küçülür, maddeye indirgenip hayvanlığa yaklaşır. İşte hayatın sıkıntıları bu kabildendir. Bi bakıma bizim için yükselme basamaklarıdır. Basamak çıkmak düz yolda yürümekten ve yatmaktan kolay olmadığı herkesin malumudur.