ZİNCİR
Söz zincirlendi ya, yani sus, yani konuş, ebediyen dedilerdi.
Bir ayağını bir tepeye, bir ayağını diğer dağ doruğuna basan menkıbe kahramanı değildiler ama gök yüzünde bir nokta olup kayboluncaya kadar uçabilirlerdi. Sonra –büyük ihtimal- pençelerini açıp isimlerimizi boşluğa atıverirlerdi.
Çiçeği suya düşürür gibi.
Nereden öğrenmişlerdi , kim bilir.
Cümlelerde borsa telaşı, zincirlenmeden. "Al"lar, "Sat"lar, "Bekle"ler…
Sen misin? Bu musun? Tanıyor musun? Değilsin. Sanıyorlardı. Yani sus!
Bu gurbet treni, bu sılasız yokuş.. Dinlemiyorlardı.
Havuzdaki güvercinler, avluda kaynayan kazan, sabırlı bir bağdaş anlatmıyor muydu?
Gözü karaların gözü karaları konuşuyor. Ne yanlış ...
Kör bağ bıçağından insafsız zincirci katarları.
Krepon kâğıtları katlıyor çocuklar, "Boynuna çelenk olacak!" dedilerdi. Baba alnının terini sildi, ana dizinde salladı bebeğini. Kuş dalda, su yatağında, saatler tam zamanında, dil ucunda halkalar, güneş melek burcunda …Dedilerdi.
Ne çok severmişsin gitmeleri ey el ve alın yazısı! Seni zincirleyen beni bağladı; seni sonsuza uzatan beni tanımadı.