YalnızlıK
Güneş yeni doğuyordu. Uykusuz bir gecenin ardından ne yapacağına karar veremediği için dakikalarca döndü durdu yatağının içinde. Bugün bir şeyler yapmalıyım dedi kendi kendine… Bugün farklı olmalı! Bugün belki de ilk kez yazdıklarımı yaşamalıyım ya da susmalı ve artık kendime bile yazmamalıyım “kim bilir”?! Düşüncelerle doluydu kafası. Yatmanın hiçbir faydası olmadığını anlayınca kalktı elini yüzünü yıkadı. Her sabah yaptığı gibi gazetesini aldı ve çok sevdiği koltuğuna oturdu. Gazeteyi okumaya çalıştı ama bu kadar felaketi kaldıramam dedi onu da attı bir kenara!
Küçücük bir evi vardı. İki odası, bir mutfağı, bir banyosu. Zaten yalnızdı büyük şeylere gerek yoktu. Hem hayatında başına hiç büyük ama güzel bir şey gelmemişti ki! Ne büyük bir aşkı olmuştu, ne de büyük bir ailesi… Büyük bir dostluğu bile olmamıştı hayata dair her şeyi taşıyan. O büyük felaketlerin adamıydı! Büyük felaketler hep onu bulurdu. Ne deprem kalmıştı yaşamadığı ne de yangın. Ana baba acısını da görmüştü. Bir tek yar acısı çekmemişti çünkü kimse onu sevmemişti, kimse ona yar dememişti!
Ayağa kalktı. Bugün bir şeyler yapmalı dedi yine kendi kendine. Yazı yazmak istemiyordu çünkü artık okunmuyordu yazdıkları. O da eskisi gibi umutla yazamıyordu zaten. Eskisi gibi hayallerle dolu değildi yazdıkları. Önceleri yazdıklarını gençler okur, mutlu olurlardı. Sonra o gençliğini kaybetti, gençler okumaz oldu yazdıklarını. Yine yazdı, yazdıklarını büyükler okudu, mutlu oldular. Ama sonra onlarda okumaz oldular. Çünkü artık sevinç, mutluluk ya da umut yoktu yazdıklarında. Hayata kin kusuyordu, her şeyi lanetliyordu, sanki her harfi kâğıda kan gibi işliyordu! Bunları fark ettiğinde yazdıklarını kendisi de okumaz oldu, kalemi bitti, zamanla kin tutmanın bir şeye faydası olmadığını öğrendi, yalnızlığa adadı kendini. Yalnızca O’na yazdı yalnızca O’na okudu! Yalnızlık onun kadim dostuydu. Bitmez tükenmez çaresizliğinin içinde bile yanında yalnızlık vardı. O artık başkasıyla yapamazdı çünkü ‘yalnızlık paylaşılmaz’dı !!!
Şarkı söylemek geldi bir an içinden. Bir şeyler mırıldandı sustu sonra. Zaten hep böyle olmamış mıydı? Hep susturulmamış mıydı? Bu sefer kendi kendini susturdu. Ama yine her suskunluk sonrasında olduğu gibi kelimeler, mısralar, notalar boğazında düğümlendi, gözlerine doldu, bir iki damla aktı gözlerinden. Sonra durdu gözyaşları… O ağlayamazdı ki zaten! Ağlamamayı öğretmişti ona hayat. En çok da bu yüzden kızardı, bu yüzden kin kusardı hayata. Ağlamak büyük nimet diye düşünüyordu. Ağlamak isteyip de ağlayamadığı zamanlarda saatlerce susardı. Hiçbir şey yapmak gelmezdi içinden, düşünemez olurdu! Saatler geçip de boğazında düğümlenen gözyaşları dışarı çıkamayacaklarını anlayıp sessizce kalbine doğru akarlarken bozardı suskunluğunu. Derin bir of çekerdi, ardından oturup saatlerce dua ederdi.
Kapıya baktı yorgun gözleriyle. Kim bilir kaç yıldır çalmamıştı bu kapı. Zaten çaldığı zamanlarda da hep bir felaket haberi girerdi içeriye tüm soğukluğuyla.
Yazı masasına doğru yürüdü. Emektar kalemini eline aldı, birkaç satır karaladı boş kâğıdın üstüne, gelen ilk kişi okur belki diye… İmzasını da attı altına, uzun zaman olmuştu imza atmayalı. Yine derince bir of çekti. Sustu, sonra olduğu yerde durdu.
Birkaç dakika sonra kapı çaldı. Gülümsedi… İlk kez beklediğim birinden böylesine hayırlı bir haber geldi diye geçirdi içinden. Gelenin kim olduğunu biliyordu. Kapıyı açtı. Dudaklarını kımıldatmadı, gözlerine baktı misafirinin. ‘ Şimdi mi gidiyoruz?’ dedi. Yine gözlerine bakarak. Misafiri elini uzattı ona, oda aynısını yaptı. Tekrar gülümsedi, gözlerini yumdu bir şeyler mırıldandı, sonra çıktı gitti misafiriyle. Ama dünyanın üzerinde bıraktığı tüm izleri ve ruhunun en büyük parçasını evde bırakmıştı!
Üst kattaki komşuları sessiz sakin yeni evli bir çiftti. Genç adam işten dönerken kapısını açık görünce adını bile bilmediği yaşlı adamın evine girdi. Yerde komşusunun cansız bedeni yazı masasının üstünde de imzalı bir kâğıt vardı! Yaşlı adamın yüzüne baktı. Gülümsüyordu, sanki mutluydu gittiğine. Masaya doğru yürüdü kağıdı eline alıp okuyunca gözlerinden yaşlar boşaldı! Elleri titredi, o kadar büyük bir vicdan azabıyla kavruldu ki içi elinde olsa bu yaşlı adamın ruhunu tekrar buraya getirip birkaç yıl daha yaşamasını sağlardı! Gözyaşlarını sildi. Yaşlı adamın çok sevdiği koltuğuna oturup kağıdı yüksek sesle tekrar okudu.
‘Beni yalnızlığa mahkum ettiniz
Sen orda kal biz gelemeyiz
Yalnızlık paylaşılmaz dediniz!
Bir bilseniz bir dostun sıcacık gülüşüne ne kadar hasrettim
Kapım kaç yıldır çalmadı bir bilseniz!
Yazdıklarımı bile okumadınız yüzü gülmez yaşlı adam ne yazar ki dediniz!
Peki hiç düşündünüz mü ben ne gülüşler eskittim!
Ben ne acıları içime hapsettim!
Olsun şimdi önemi yok!
Ben gidiyorum…
Hepinize hakkımı helal ettim
Sizde bana ediniz.
Yalnızlığı size emanet ediyorum,
Vakti geldi artık, ben ölümle gidiyorum!’
( Adımın önemi olduğunu sanmıyorum.. Sizin için yeni imzamı atıyorum...)
- asık suratlı yaşlı adam -
MaVi
YORUMLAR
Merakla bekliyorum Mavi..
Yetenekli kaleminden bahar esintilerini ne vakit okuyacağım..
Bekliyorum :))